SAYFALAR

30 Ocak 2012 Pazartesi

Hey, Yine mi Aynı Şeyler! Balbay’a 500 bin İmza! CHP İktidarın Ensesinde!


Hey, Yine mi Aynı Şeyler!
Balbay’a 500 bin İmza!
CHP İktidarın Ensesinde!
  
Uğur Mumcu’nun 1986’da yaptığı konuşmada İç İşleri Bakanına seslenirken, bırakın bizim telefonlarımızı dinlemeyi, biz suç işlemeyiz, gidin mafya babalarını, teröristleri, devleti soyanları izleyin, gibi pek çok sözleri, bugün ile 25 yıl öncesi arasında, siyasi iktidarların demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlükleri konusunda bir fark olmadığını anımsattı hepimize..
Uğur Mumcu gökyüzünden, bulutların arasından başını uzatıp, “hey yine mi aynı şeyleri tartışıp duruyorsunuz” diye seslenip duruyor!
Evet milim ilerleme yok!
Bugün de yine hukuku çiğnemeler, yine kirli siyaset, yine laiklik, yine basın özgürlüğü, yine telefon dinlemeleri, yine milletin paralarının ihale vb biçiminde hortumlanması, yine insan hakları ihlalleri, yine cinayetler... Yine aydınların, yurtseverlerin, gazetecilerin hapishanelere doldurulması..  Uydurma belgelerle yargılamalar.. Üstelik geçmiş iktidarların bütün kötü uygulamalarının daha ustalıkla geliştirildiği bir dönem..
Ne diyordu Mehmet Altan nihayet: Askeri dönemlerde bile kimse bize neyi nasıl yazacağımızı söylememişti!
Bizim için “demokrasi” şu oldu: Karanlık tüneller içinden geçen bir hayat! AKP iktidarı döneminde bu tünellere girdik.
Ama..
***
Pırıl pırıl İzmir güneşinde Balçova ve Narlıdere’de Atatürkçü Düşünce Dernekleri ve Narlıdere Belediyesi’nin kısmen ortaklaşa düzenledikleri panellerde, bazı konuşmacılarda ve bir kısım dinleyicilerde derin bir karamsarlık ve artık herşey bitti, Türkiye gitti, duygusu egemendi! 
Tünellerden geçilir, hiç bir zaman sürekli karanlık içinde kalınmaz. İnsanlara sürekli umutsuzluk ve karamsarlık aşılayan ajitatif konuşmaların ne kadar yanlış olduklarını düşündüm, bunlardan birini dinleyince!
Hiç düşünmüyorlar ki, o zaman yapılacak tek şey, “şapkayı alıp yoluna gitmek”tir!
Durum saptaması başkadır, Türkiye’nin güllük gülistanlık olmadığını görmek ve göstermek başkadır... 19 Mayıs 1919 Samsuna çıkıştan itibaren ülkemizin 92 yıllık geçmişiyle bugün geldiğimiz noktaya bakarak şunu saptamalıyız:
Topluma, ülkeye büyük kumpaslar kuruldu, ama hiç bir güç, hiç bir karanlık siyaset Türkiyeyi yıkamadı..
İşte, İzmir ayakta, yüzde 51’lik çoğunluk var iktidara karşı!
Hep şu düşüncedeyim: Türkiye geçmişiyle, kazanımlarıyla, dünyanın evrensel değerlerini de savunarak ve arkasına alarak... iktidarları ergeç demokrasi hızasına getirecektir.. Ya bu hızaya geleceklerdir ya da düşledikleri otoriter rejimin altında yokolup gideceklerdir..
***
İzmir’de CHP Genel Başkan yardımcılarından Prof. Birgül Ayman Güler ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel ile birlikte katıldığımız panelde şunu söyledim:
İktidar bütün muhalefetin ensesinde.. Demokratların ensesinde.. Medyanın ensesinde ve CHP’nin de ensesinde! Bu güçlere karşı sürekli entrika peşinde.. Muhalefeti susturmak, ufalayıp parçalamak ve diz çöktürmek peşinde... Ve bu baskı ve zulümden iktidarını güçlendirecek kazançlar elde etmeye çalışıyor..
İzmir’i, İstanbul’u bütün CHP’li belediyeleri bastırıyor, bütün belediyelere neredeyse her ay onlarca müfettişini gönderiyor, bıktırıyor da bıktırıyor. Aziz Kocaoğlu’ndan, utanmazca, ‘suç şebekesi ve lideri’ çıkartmaya çalışıyor! Türkiye’de yargı, hukuk, iktidarın siyasi amaçları için bu kadar kötüye kullanılmamıştı..”
Ama CHP bu kötü düzenbazlığı tersine çevirmeli: CHP iktidarın ensesine binmeli! Bütün nefes alışlarını dinlemeli, yaptıklarını izlemeli.. Bütün bakanlıkları ve uygulamalarını, gölgesi gibi izlemeli.. Bütün belediyelerini izlemeye almalı.. Nerede iktidar ve icraatı varsa, orada CHP olmalı, adım adım izlemeli.. Ve sürekli düzenleyeceği kampanyalarla hem halkı aydınlatmalı hem de kendi seçeneklerini halka sunmalı! Zaman çok çalışma zamanı!
***
İzmirlilerin de, milletvekilleri Mustafa Balbay’ı Melise görevinin başına göndermek gibi, çok büyük işleri ve sorumlulukları var.
Balbay 500 bin oy mu aldı!
O halde en az 500 bir imza toplamak ve Meclis’e başvurmak gibi!...
---30 Ocak 2012 Pazartesi  / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

Mehmet Altan’a Ret; Atılınca Gerçeği Görmek


Mehmet Altan için “endekslere giren tek bir uluslararası bilimsel çalışması bulunmuyor, kolay profesör oldu, bugünkü akademik yükseltme kriterlerine göre değil profesör, yardımcı doçent-doçent bile olamaz” demiş ve profesörlük unvanını geri vermesini önermiştim...
Beni mahkemeye verdi, 20-30 bin liralık tazminat davası açtı. Akademik kariyerine hakaret kabul etmiş. Aslında o doktorasını bile Sorbonne’larda yapmıştı ama tek bir bilimsel makale yazmamıştı.
Mahkeme, İstanbul Üniversitesi’ne, 1993 yılında akademik yükseltme kriterlerinin olup olmadığını ve varsa neler olduğunu sordu.
Gelen yanıt: "Mehmet Altan'ın Prof. olduğu 1993 yılında atama için herhangi bir kriter yoktur."
Bunun üzerine mahkeme, davayı düşürdü.
Yazık, mahkemeyi ve avukatları boşuna uğraştırdı. Umarım mahkeme harcadığı boşa zamanın parasal karşılığını fatura etmiştir. Bu konuyu uzatmayacağım. Çünkü Altan yazılarına iktidarca son verilmiş bir “mağdur”. İnternet medyasında Altan yaşadıklarını anlattı. Özellikle basın üzerine söyledikleri önemli, çünkü, beni mahkemeye verdiği süreç, yine basınla ilgili yazdığım ve kendisini eleştirdiğim 17 Şubat 2011 tarihli Utanç Verici Durumlar başlıklı yazımla başlamıştı..
Ama önce Mehmet Star'dan atılınca bakalım ne demiş..
***
Muhalif Gazete ile söyleşiden:
Türkiye’de ki gelinen noktada, bu biat kültürü ile demokratik kültür arasında büyük bir açı farkı var. Bu açı gittikçe de büyüyor. Fark büyüyor.. Ben bu kadar değiştik, dönüştük, ilerledik, büyüdük derken Uludere beni dehşete düşürdü. Uludere’de katliam gece 21.30’da oldu ve Genel Kurmay bildirisine kadar bütün basın sustu… Mesela bir düğmeden idare ediliyor izlenimini veren ve bunun tersine de bir gelişmenin olmadığı, korkunç bir Sovyetik ve faşizan bir tek parti iktidarlığında bir yapı çıktı..”
Gazetenin, size göre Türk basını sansürsüz ve objektif mi, sorusuna yanıtı:
“.. Sansür de var, baskı da. Sapına kadar var. Bende bunun belgeleri var. Yani bir şekilde hangi yazı, nasıl sansür ediliyor, ne oluyor filan gibi… Herkese yapıyorlardır bunu.”
Agos gazetesine daha sert şeyler söylüyor:
Ben ve ailem çok koyu faşizm dönemlerini yaşamış insanlarız ve tüm o dönemlerde dahi böyle bir muameleyle karşılaşmadım.. ilk defa yazılarımın nasıl olması gerektiğine ilişkin bir baskı yaşadım.”
“Basın özgürlüğü konusunda en kötü dönemlerden birini yaşadığımız görüşüne siz de katılıyorsunuz yani” sorusuna yanıtı:
Bugün bizdeki siyaset anlayışı eleştiriden hoşlanmayan, kendisine tam anlamıyla biat edilmesini isteyen bir anlayış. Hükümet bir aydının kendi ilkeleri doğrultusunda yaşamasına, yazmasına tahammül edemiyor, bundan haz etmiyor. Türkiye’de bugün neler konuşulamaz dediğimizde gittikçe uzayan bir listeye sahip olmaya başlıyoruz.”
***
Beğendiniz mi? Bu gerçekleri söyleyebilmesi için “atılması” gerekiyordu! “Görev yaptığı” dönemde ise, basın özgürlüğü üzerine belki tek laf etmiştir, o da kimbilir...
“Utanç Verici Durumlar” başlıklı yazım, tam da Altan’ın, iktidarın medya üzerindeki baskılara verdiği desteği eleştiriyordu. Odatv gazetecilerinin içeri alınması üzerine 15 Ocak 2011’de Star’da şöyle yazmıştı:
Ergenekon Davasının medya bacağına yönelik hareketlenme.. Dünkü hamle acaba Ergenekon’un medya boyutuna yönelik muhtemel bir hamlenin ilk sinyali mi? Ergenekon’un medyadaki uzantıları kimler? Bunlar ortaya çıkarılacak mı?
Altan’ın umudu kısa sürede gerçekleşti, Nedim ve Ahmet tutuklandılar, “Ergenekon’un medyadaki diğer ayakları, uzantıları” olarak...
***
Altan, şimdi ise medya üzerindeki baskılara veryansın ediyor, askeri diktatörlük zamanından bile kötü diyor, diyor da diyor.. Biz bunları hep diyoruz! Bu baskı birden mi oldu! Yıllardır adım adım inşa ettiler! Geldiğimiz nokta, “arındırılmış bir medya”dır. İktidar için Hijyenik bir medya. Şimdi de kendilerini Mehmet’ten arındırdılar! Altan, basına darbeler vurulurken, iktidara yaptığı katkıları düşünüp vicdan muhasebesi yapar mı, bilmiyorum.
18 Şubat 2011’de şöyle yazmıştım: “İktidar adına OdaTV yetmez, medyada daha neler var neler, onlar da yokedilmelidir biçiminde ortalığa dökülmek, utanç vericidir. Yüz kızartıcı bir suçtur..”
Diyorum ki, medyada bulunan iktidar yandaşı gazetecilerin “kendileri” olmaları için, acaba hepsinin işten atılması mı gerekli? Mesela can dostu Eser Karakaş, aynı gazetede, Altan’ı doğru düzgün savunamadı! Ivırdı kıvırdı.. Okurken utandım!
Karakaş, orada özgür mü? Yoksa atılmamak için Mehmet’in durumundan ders mı çıkardı?
---29 Ocak 2012 Pazar  / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

27 Ocak 2012 Cuma

İran, Nükleer Bomba, Fizikçilerin Öldürülmesi


“İran ve Suriye’nin işini bir an önce bitirelim ki, daha Doğu’ya, Çin’i engellemeye yönelelim!”

Bu hafta dolaylı siyasete giriyoruz. Çünkü İran’da yeraltı casuslar savaşı ve suikastler sürerken, olaylar yanıbaşımızda atom savaşı korkusu da yaratmakta. İran’da dördüncü nükleer fizikçi suikastle öldürüldü. Bu suikastleri, yeraltı savaşlarında ABD-CİA ile birlikte dünyanın en usta ülkesi İsrail’in gerçekleştirdiği konusunda büyük bir görüş birliği var. Gerçeği tam bilemeyebilirsiniz, ama gerçeği görürsünüz, “görme olayı” somut kanıtlarla desteklenmek zorunda değildir. Ama İsrail varsayımını ortaya attığınızda, yüzde 99 çevre “kanıt”ı buna işaret eder. Bu “hukuki” değil, siyasi analizdir!
Ortadoğu meselesinin özünde iki olay yatıyor. Birincisi Filistin, ikincisi ve belki de daha önemlisi petroldür. Bu kapsamda Ordoğu’nun dünya gemenlik stratejisinin da kilit noktası olduğunu söyleyebiliriz. Petrolün hala kapitalizmin ve tüm ekonomilerin candamarı olduğunu bilmeyen yok. Bütün çatışmalar, guruplaşmalar, örgütlenmeler, siperler, cepheler, çatışmalar, bloklaşmalar bu iki “koza”nın üzerinde örülmekte.
Filistin meselesi İsrail ve Batı tarafından çözümsüz bırakılmaktadır. Bunun İsrail tarafından anlamı, paylaştıkları topraklar üzerinde İsrail egemenliğinin sürmesidir. Burada adil bir barış yok, İsrail’in sürekli sopası ve Filistin’i bastırması var.
Bu baskı, bir zamanların hiddetli İslam ve Arap ülkelerini parçalamıştır. Zengin Arap ülkeleri Amerika/Batı yanlılığı- aracılığıyla İsrail’den yanadır. Irak tepelenmiştir, Libya-Kaddafi tepelenmiştir. Sadece, birbiriyle dayanışma içindeki Suriye ve İran kalmıştır. Batı stratejisi şimdi bu iki ülkeyi de çökertmeye yöneldi.
İşin aciliyeti var üstelik: İran başarılı atom silahları üretme programını sürdürüyor. Eğer gerçekleştirmediyse hâlâ, bir-iki yıl içinde atom bombası üretim aşamasına ulaşacak. Bu bakımdan İsrail-Batı, bu süreci durdurmak, engellemek için vargüçleriyle çalışıyor. Süreci kesemezlerse, bölgedeki tek atom silahına sahip ülke olan İsrail dengelenmiş olacak..
Hiç istemedikleri bir sonuç! Özellikle İsrail’in.. Şimdi Batı, ambargo ile İran’ı dize getirmeye yöneldi. Petrol ambargosu ile İran’ın gelirlerini azaltmak ve dolayısıyla atom sürecini kesmek istiyorlar. AB, İran’la petrol ve ürünleri konusunda yeni sözleşmeleri yasakladı, 1 Temmuz’da bütün petrol alış veriş sona erecek, enerji teknolojileri satılamayacak. İran Merkez Bankası aktifleri AB’de kısmen dondurulacak. İran AB’den altın ve değerli maden satın alamayacak.
ABD, Fransa, İngiliz emperyalistlerinin 16 savaş gemisi, iki uçak gemisi dahil, körfezde. ABD gökyüzünden de bütün bölgeyi kontrol etmeye çalışıyor. İran’da da karışıklıklar kışkırtacaklardır. Suudi Arabistan ve diğer küçük uydu İslam ülkeleri de mali kaynak akıtmak için devrede. Bunlar zaten Suriye’deki kışkırtmaların da arkasında.
İran Hürmüz Boğazı’nı petrol trafiğine kapatma tehdidiyle yanıt verdi. “Kapatırsak bir daha açamazsınız” diyor. Petrol pahalanacak. İran’ın günde 2,5 milyon varil petrol satışında, aslan payı aslında üçüncü ülkelerin: Çin %22, Japonya %14, Hindistan %13, Güney Kore %10, Türkiye %7..  İran petrollerinin yüzde 32’si doğrudan AB ülkelerine satılıyor.
İşler kötü. Rusya ve Çin’in, İran ve Suriye’nin boğulmak istenmesine karşı oldukları biliniyor. Bu durum Batı’nın bölgedeki karanlık ve karışık işlerini zorlaştırıyor. Tabii onlar için en iyisi, uşakları İslam ülkelerini kullanmak. Hem kolay, hem bedava!
Şüphesiz ki Türkiye topun ağzında. Suriye’de Ankara’nın öncü rol üstlendiğini, daha fazlası için yanıp tutuştuğunu biliyoruz. Birleşmiş Milletler’de Suriye’ye ambargonun reddedilmesi, Ankara’ya çok üzmüştü! Burada İran şimdi daha önem kazandı! Ankara ne yapacak?
***
Gördüğünüz gibi Ortadoğu’da koza böyle örülüyor.
Bölgeye huzurun gelmesi ve petrolün bütün dünyaya özgürce akması için, en önemli nokta olarak adil bir Filistin- İsrail barışı adımı onyıllardır atılmazken, tercih şantaj, baskı ve savaş yönünde kullanılıyor.
Şüphesiz ki ekonomileri çökmekte olan Batı emperyalistlerinin bugünkü Ortadoğu stratejisinin büyük çerçevesi, Çin’in ekonomide egemen ülke konumuna yükselmesiyle de yakından ilgili..  ABD askeri güç yığımını o tarafa doğru kaydırıyor. Bu açıdan, Ortadoğu uzun vadeli bir egemenlik bölgesi oluşturulmak projesinin, Doğu’ya uzanan ayakları da bulunuyor. Yani konu salt İsrail güvenliğini aşıyor!
İşte İran ve Suriye’nin işini bitirilmesinin aciliyetinin bir nedeni de bu. “Burayı bitirelim ve güvence altına alalım ki, Doğu’ya yoğunlaşalım.”
İranlı nükleer fizikçiler de bir bir bu stratejinin kurbanları olarak hayatlarını kaybediyor.. Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak üzere..
--Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, Sayı 1297, 27 Ocak 2012, Gündem

26 Ocak 2012 Perşembe

Dibe Vuruş Sürüyor; Fezleke Kime Verilmeli, Orduya mı Hükümete mi?


Evet, dünyada ülkelerin çeşitli açılardan durumlarını, “Batı demokrasi ölçütleri”ne göre yüzlerce kriter gözönüne alınarak saptayan araştırmalar yenilenerek birbir ardına sökün ediyor.
İktidar, Başbakan, Adalet Bakanı Ergin, “topu topu 8 tane gazeteci tutuklu” deyiversinler, “yazdıklarından dolayı değil terörist faaliyetlerinden ötürü hapisteler” biçiminde konuşup dursunlar.. 
Dün de “Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü”nün 2011-2012 çalışması yayımlandı. Bir önceki yıla göre, basın özgürlüğünde Türkiye sıralamada 10 ülke geriledi ve 179 ülke arasında 148.sıraya yükseldi! İktidar sahiplerinin yüzleri kızarmıyor mu?
Raporda hem de ne saptamalar var: Medyada tehdit iklimi! Eşi görülmemiş sayıda gazeteci tutuklamaları! Yoğun telefon dinlemeleri! Bırakın reformları, yargı sistemi askeri diktatörlükten bu yana emsali bulunmayan bir dizi tutuklama dalgası başlattı. Gazeteciler yargısal taciz altında!
Şuna bakın: "Terörizmle mücadele kulpu takılarak düzinelerce gazeteci bilhassa; Ergenekon komplosu ve KCK'yla ilgili soruşturmalarda yargılanmadan önce hapse konuldu.”
***
Basın özgürlüğünde, Türkiye’den daha iyi durumda olan ülkelere bakın ve hangi düzeylere düştüğümüzü anlayın:
Zambiya (86), Kongo (90), İsrail (92), Lübnan (93), Arnavutluk (96), Kamerun (97), Brezilya (99), Moğolistan (100), Gabon (101), Çad (103), Ekvator, Gürcistan (104), Nepal (106), Karadağ (107), Kırgızistan (109), Güney Sudan (111), Birleşik Arap Emirlikleri (112), Panama (113), Katar (114), Kamboçya, Umman, Zimbabve (117), Cezayir, Tacikistan (122), Brunei Sultanlığı (125), Etyopya (127), Ürdün (128), Bengladeş (129), Burundi (130), Hindistan (131), İsrail (dış yerleşimler) (133), Fas (138), Uganda (139), Gambiya (141), Rusya (142), Kolombiya (143), Swaziland (144), Demokratik Kongo Cumhuriyeti (145), Malavi (146).
***
 Türkiye demokrasi ve basın özgürlüğü göstergelerinde düştükçe, herhalde Arap ünyasına “Model Ülke Olma” standartlarına daha çok yaklaşıyordur! Model ülke olmanın sanırım böyle bir zorunluluğu var!
AKP’nin "İleri Demokrasi" modeli ve anlayışı geliştikçe, Türkiye evrensel basın özgürlüğü ve demokrasi kriterlerinde gerileyip duruyor!
***
Yine bir kaç gün once açıklanan “2011 Demokrasi İndeksi/Göstergesi” de, Türkiye’de demokraside nitelik olarak hiç bir iyileşme olmadığını kanıtlıyordu.
Economist Intelligence Unit (EIU) her yıl bu göstergeyi yenileyerek yayımlıyor.
167 devleti kapsayan son araştırmaya göre Türkiye, Hibrit (Melez) Rejimler Grubunda/Statüsünde ve 88.sırada bulunuyor! Genel puanı, bir önceki göstergedeki puanıyla aynı: 5,73. Demokrasinin ölçeklerinden biri olarak ele alınan “Siyasal Katılım” puanı feci: 3,89!  Yurttaşlık Hakları ve Özgürlükleri” de feci: 4,71! “Politik Kültür” puanı 5!
Bilindiği gibi, bu araştırma, ülkeleri 4 kategoriye ayırıyor: Tam Demokrasiler (10-8 puan arası); Kusurlu Demokrasiler (7.99-6 puan arası); Melez Rejimler (5.99-4 puan arası); Otokratik/Otoriter Rejimler ( 4 puanın altı).
Türkiye’den daha iyi ülkeler arasında kimler var, bakalım: Arnavutluk- Malavi, Honduras,Bolivya, Bangladeş, Ukrayna, Ghana, Filipinler, Karadağ, Makedonya, Moğolistan, Romanya, Endonezya, Bulgaristan, Arjantin, Meksika, Hindistan…
Say babam say…

ORDUYA AYDIN "FEZLEKESİ”: UCUZCULUK

AKP, Cemaat, Başbakan, Cumhurbaşkanı, adı çıkan Adalet Bakanı, Arınç ve ne kadar AKP ve hükümet ismi ve siyasi lideri varsa, hepsine soruyorum: Türkiye’yi nereye götürüyorsunuz?
Hey “yetmez ama evetçi” olup da ve 10 yıllık “pekiyi derece”deki desteklerinizin de bu tablonun oluşmasında büyük rolü oılduğu açık olan AKP iktidarı kuyrukları, bu soruyu sizlere de soruyorum!
Bazılarınız ucuz kahramanlık yapıyor, Genel Kurmay Başkanına “neden konuştu” diye “fezleke” düzenliyorlar!
Artık ne ahı kalmış ne vahı Orduya!
Bırrravo sizlere!
Siz yukarıdaki tabloya bakın..
Türkiye’nin uluslararası göstergelerindeki bu durum, sizleri utandırmıyor mu?
Bu durumun sahibi AKP iktidarı değil mi?
Sizlerin hergün ortaya çıkıp, Başbakanlık ve AKP kapılarında, iktidara her gün bir konuda, günlerce fezleke düzenlemeniz gerekiyor!
Hadi, başlayın bakalım!
--26 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bilim Akademisi Derneği Yönetimi


Bilim Akademisi Derneği (http://bilimakademisi.org) ilk Genel Kurul toplantısını yaptı ve yasal yönetimini seçti.. Ali Alpar Başkanlığa getirildi.
52 üyesi olan derneğin divanını Metin Gürses başkanlığında Sami Gülgöz ve Ahmet Oral oluşturdu. Yönetim Kurulu: Ali Alpar, Ersin Yurtsever, Önder Pekcan, Şevket Pamuk, Hamit Fişek, Okhan Akhan, Ahmet Oral. Yedek üyeleri: Naci Görür, Bülent Sankur, İsmail Hakkı Duru, Mahmut Hortaçsu, Ali Ülger, Hilmi Demiray, Derin Orhon.
Denetleme Kurulu: Sami Gülgöz, Çağlar Keyder, Aslıhan Tolun.. Yedek üyeler: Rahmi Güven, Metin Gürses, Bilal Tanatar.
Onur Kurulu: Hasan Yazıcı, Ayhan Ulubelen, Cumhur Ertekin, Yücel Yılmaz, Tosun Terzioğlu. Yedek üyeler: Güven Arsebük, İlhan Tekeli, Erol Gelenbe, Mehmet Özdoğan, Celal Şengör.

24 Ocak 2012 Salı

Araştırmacı Gazetecilik, Uğur MUmcu ve Bugün


Uğur Mumcu 19 yıl önce bugün vuruldu. 
Tanrım, ömrümden 19 yıl alınmış gibi duyumsuyorum, çünkü olay üzerindeki karanlık perde sürüyor.. O gün bir kabus gibiydi! Kendimi sahillere atmıştım; ne bir insan sesi, bağırışı, kımıltısı; ne de bir insan varlığına ilişkin bir şey görmek ve duymak istiyordum. Bu duygu, o dönemde yaşadığımız bütün alçaklıklar süreci içinde yoklayıp durmuştu beynimi-bedenimi, ama hiç bu kadar güçlü bir biçimde gelip yüreğime oturmamıştı...
Kendi varlığıma bile tahammülüm yoktu! Sadece dağlar olsun, kuşlar, böcekler olsun, deniz ay olsun.. gökyüzü, güneş, bulutlar, yağmur olsun ve yağmur durmadan yağsın istiyordum.. Sadece, insanoğlunun dışındaki varoluşların içinde eriyip yokolmak duygusu...
***
19 yıldan bugüne Türkiye bir milim ilerlemedi.. İlerlemek denen kavramı, maddi refahla, gökdelenlerle, AVM’ler ve tüketim çılgınlığıyla, köprüler ve yollarla ölçmek gibi bir hastalığınız varsa... Yolunuz açık olsun.. Cehennem orada! 
İlerleme/gelişmeyi düşünce özgürlüğü ile, insan hak ve özgürlükleri ile, hukukun üstünlüğü -tarafsızlığı ve bağımsızlığı ile, basın özgürlüğü ile, özgür insanları varedecek toplumsal koşullarla ölçeceksiniz...
İktidarın despotlukları gerilemedir, iktidarın ülkede bütün güçleri elinde / emrinde toplama girişimleri gerilemenin de gerilemesidir... Gericiliğin de gericiliği, der gibi..
Bu açıdan, hukuk, demokrasi, başka düşüncelere ve senden olmayanlara saygı, medya özgürlüğü gibi gerçek değerler açısından baktığımızda, ülkemizde ilerleme kavramını bir kenara bırakacaksınız.
***
Uğur Mumcu, yurtsever, hukuksever bir insan; meraklı mı meraklı; araştırmacı gazeteciliğin adıydı. Ayrıca yaman bir tartışmacıydı!
Bu gazetecilik, siyasi iktidarların ve yönettikleri devlet adındaki yapının bütün yolsuzluklarını, keyfiliklerini, hukuk tanımazlıklarını, ilkelliklerini, yasa çiğnemelerini didikleyen gazetecilik türüdür. Bu bakımdan zordur; yolu engellerle, dikenlerle, tehditlerle doludur.
Uğur Mumcu gazeteciliği, bugün tutuklu gazeteci arkadaşlarımızın sayısına, tutuklanma gerekçelerine, yasaklanan kitaplara, medya üzerindeki siyasi iktidar baskılarına ve Hrant Dink davasında dönen dolaplara bakacak olursanız, çukurun dibine itilmiştir. Başını kaldıran sopayı yiyor: Otur aşağı!
Araştırmacı gazetecilik, bugün hem namlunun hedefinde, hem de terör örgütü kumpasının ağında! Örneğin Nedim Şener! Neden orada! Devlet ve siyasi kişilerin karıştığı olayları araştıran bir dizi kitabının yanısıra, Dink davasının soruşturulmasında yaşananları ortaya koyan kitabı yazdı ve içeride! Odatv neden tutuklu! Devlet içinde cemaat örgütlenmesini yazarken çarmıha gerilen Ahmet Şık!?
Affedersiniz, sağcıymış, emniyete müdürüymüş.. Boşverin bunları: Hanefi Avcı, yazdığı ve cemaat örgütlenmesini ifşa ettiği kitabı için orada değil mi! Üstelik aşırı solcu kumpasının içine sokuldu!
Balbay, Ulusal Kanal, Aydınlık çalışanları neden içerideler? Ya KCK kapsamında soruşturulan ve tutuklanan gazeteciler?
Büyük patronlar, iktidar korkularından, iktidar için daha hijyenik bir ortam yaratmak için, iktidarın hıııııı dediği veya diyebileceği, programlarında iktidarı eleştiren sözler söylenen gazetecileri kapılarının önlerine koymuyorlar mı? Ece Temelkuran neden kovuldu? Haluk Şahin neden yaz(a)mıyor? Ve daha bir sürü insan...
Tabii bütün bunların yanında kovulan başka bir kişi daha var, adı anılmayan: Emre Kongar! Programı kaldırdılar, Emre’ye yolu gösterdiler, ama Mehmet’e ise iki program yaptırıyorlar!
***
Türkiye, 50 yıllık medya tarihinin belki de en karanlık dönemini yaşıyor!
Medya, patronları ve genel yayın yönetmenleri.. Hiç iyi bir sınav vermiyor!
Şüphesiz, bu ortamda direnenleri, gazetecilik yapmaya çalışanları burada selamlıyorum!
Herşeye rağmen, gazeteci ve medya yöneticisi olarak, baskıları ve sınırları zorlayan bir karakterde olmak zorunda herkes! Eğer değillerse, medya üzerindeki karanlığa ve baskılara hizmet ederler sadece!
Baskı döneminde demokrasiye ve özgürlüğe ne hizmet ettin, sorusuna verilecek yanıtı olmayanlar, daha sonra, bunun utancıyla yaşarlar.
***
Gazetecilik güme gitmiş durumda, biz ise kalkmış araştırmacı gazeteciler içeride diyoruz!
Uğur Mumcu’ya borcumuzu nasıl ve ne zaman ödeyeceğiz?!
--24 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

23 Ocak 2012 Pazartesi

Hukuktan Malul Ülke; Ahlak ve İnsanlık Çatlaması


TÜSİAD Başkanı Boyner, “Hukuk ülkenin bir numaralı sorunudur”, dedi. Böyle bir söze örneğin gelişmiş Avrupa ülkelerinin herhangi birinde bazen yıllarca rastlamazsınız. Ama Türkiye yıllardır hukuk ve adaleti tartışıyor.. Bunu sadece biz değil, Avrupalısı da, Türkiye’deki hukuk ve adalet sistemini tartışıyor...
Yine tıpkı basın özgürlüğünün bir sorun olarak yine gelişmiş ülkelerde sözü edilmezken, ülkemizde sadece son 5 yıl içinde 305.000 habere konu olduğunu ve köşe yazarlarının 24.000’i aşkın yazısında değerlendirilmesi gibi (*).
Türkiye tepeden tırnağa sorunlu alanlar ülkesi! Hukuk belki de basın özgürlüğünden bile daha sorunlu alandır! (Örneğin kadınların en temel hak ve özgürlükleri de en sorunlu alanlardan biri!)
Hukuk, iktidarın meşruiyet veya iktidar / güç aracına dönüşmüştür ülkemizde. Eğer hukuk bir iktidar aracı olmuşsa, o ülkede hukuk=guguktur.
Otoriter liderler ve iktidarlar, bütün icraatlarına meşruiyet kazandırmak ve aynı zamanda muhalefeti dümdüz etmek isterlerse önce hukuku hallediyorlar, sonra herkesin defterini düzüyorlar.
***
Hrant dahil! İktidarın Adalet Bakanlığı’nın AİHM’in Türkiye’yi mahkum ettiği ilk Hrant davasına gönderdiği savunma dilekçesine bakarsanız, Hrant davasında perde arkasındaki siyasi suç örgütünün üzerine neden gidilmediğini anlarsınız..
Hrant davasının izleyicileri, aile çevresi, ve bu kesimin sözcüleri, hepsi iktidarla yakın temas ve ilişki içindeyken, kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmemesinden şaşkın..
Bazı yazarlar da davanın Silivri’ye bağlanmamasından şaşkın. Diyecekler ama diyemiyorlar: Kardeşim bağla Silivri’ye Ergenekon’a bitsin iş, at omuzlarından!
Onlar için Ergenekon, devletteki bütün gerici, ırkçı, şoven... bütün yapılanmaların adıdır ve hepsi Silivriliktir!
Şimdi Silivriliklerin içine, aslında AKP ve zihniyetini de atıyorlar, farkında değiller!
Hrant davası şimdi uluslararası izlemenin konusu olunca, ve içeride sert bir muhalefetle karşılaşınca, iktidar Yargıtay’a göz kırptı: Şu işi halledin!
Vicdan, özellikle kişiseldir, sonra kamusaldır. Gül de Erdoğan da kişisel vicdanlarını siyasete ve iktidar oyunlarına emanet ettikleri için, kamusal vicdana baktılar ve bu vicdanı yatıştırmaya, en azından şimdilik uyutmaya soyundular.
Evet, cinayetin içinde eli kolu, siyaseti, dış gücü, iç gücü ne varsa, hangi zihni kirlilikler, devlet yönlendirmeleri ve örgütlenmeleri varsa, hepsi bir bir ortaya çıkartılmalı.
Uğur Mumcu ve diğer cinayetlere de belki buralardan yol açılır!
Tabii, bu çerçevede, eski iç işleri bakanları, emniyet genel müdürleri ve sonradan siyasete soyunmuş aralarında kimler varsa, onlar da davanın konusu olmalı!
***
Başka bir tehlikeli gelişme daha var: Thomas Hammerberg, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, “Hrant Dink Vakası Emsaldir” diyor. Yani dava bozulup içine iki üç kişinin daha eklenmesiyle, vicdanlar rahat edecek ve Türkiye’de yargının mükemmel işlediğine ilişkin emsal bir vaka mı oluşacak!?
Silivri tüm hukuksuzlukların yapıldığı, uydurulan delillerle insanların hapishanelerde çürütüldüğü bir esir kampı gibidir (**).
Silivri, vicdanların, hukuk ve yargı adaletinin test edildiği, edileceği yerdir.. Yetmez ama evetçi, bir şekilde iktidar ve özel mahkemelerın yargılama biçiminden hoşnut insanlar, “ver Hrant’ı al Silivri’yi” hesabı ve olayın özünü görmezlik içindeler.
Asıl ahlak çatlaması burada olacaktır.
Tıpkı “Nedim ve Şık masum, onları Silivriye bulaştırmak iktidarın akıl tutulmasıdır, diğerlerinin ise canı cehenneme” anlayışında olanlarda gördüğümüz ahlak ve insanlık çatlaması gibi...
--
 * 10 Yıldır AKP, Uluslararası Göstergelerle Türkiye Röntgeni.
** AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, Aslı Aydıntaşbaş’ın başına bir şey gelmesinden endişe ediyorum” sözüm üzerine “o kadar benim ve partim aleyhine yazı yazdın, sana bir şey oldu mu” demiş ve araya da “Balyoz’a da inanmıyorsun -üstelik” cümlesini eklemişti. Çelik, kendisine anlatılanlara mı inanıyor, Balyoz davasında “suç delilleri”nin çoktan çürütüldüğütnden hiç mi haberdar değil yoksa?
--23 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


22 Ocak 2012 Pazar

“Himalaya AKP” ve Yeni Dinamikler


AKP Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik AKP Himalaya gibidir, Erdoğan da tepesidir, kaya gibidir parti, içinde parçalanma, çatışma olmaz dedi.
Çelik, “Himalaya”dan çatırtı seslerini duyuyor da, millet önünde duymazlıktan geliyor. AKP yeni bir yapılanma sürecinde. Üç önemli koltuğa kimlerin nasıl oturacağı bu yapılanmayı belirliyor.
Üç Koltuk analizine devam:. Son iki-üç haftadır izlediklerim:
***
*Cumhurbaşkanı Gül, Bolu’dan Göl resmini twitter’indan veya Facebook’undan yayımlıyor. O sırada ortalığı Uludere götürüyordu. İki gün sonra Erdoğan, twitter haberleşmesini “hakara makara” diye nitelendiriyor.
*Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı koltuğu meselesini, kendine en uygun çözüm olarak keyfince 7 yıl olarak belirleyip, bir yasa ile de Anayasa maddesine “yama” tutturmaya kalkışında, Gül’e ikinci kez seçilme kapılarını kapatınca, Gül, CHP’nin kapısını çaldı, Yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürmesi için!
*Herşey, Üç koltuk Boşalıyor, yazı serisindeki analizlere uygun gelişiyor. Kendisi Çankaya’ya çıkınca, Erdoğan’ın tercihleri arasında en sondadır, Parti Başkanlığını veya Başbakanlığı Gül’e bırakma olasılığı. Çünkü, Gül, kendisini Erdoğan’a oldukça eşitlenmiş görüyor. Erdoğan ise, Çankaya’dan hükümeti ve ülkeyi yönetmek dileğinde.
Anayasa’da Başkanlık yönetimi değişikliğini gerçekleştiremezse, ikinci en iyi tercihi, şüphesiz ki kadim/klasik, hükümeti kendine bağlı olanlarla yönetmektir. Sözünü dinleyecek..
Ama bunun hiç bir garantisi yok! Bunu da bilir Erdoğan.
Üstelik, tek koltuk değil, Parti Başkanlığı ve Başbakanlık gibi iki çetin ve çetrefilli koltuk söz konusu! 7 yıl boyunca bunları yönetebilme olasılığı sıfırdır!
Yani, bu iki koltuğun da, kendi başlarına ve kendileri için, süreçte oluşacak kendi güç dengeleri içinde davranma olasılığı kesindir.
Tepelerde üç güç arasında bir denge oluşturmak dünyanın en zor işidir.
***
Hem AKP’ye hem Cemaate yakın bir yazar, Cemaat ile Erdoğan AKP’si arasında büyüt çatlamadan bahsediyor. AKP’de ortaya çıkan “cemaat paranoyası”nın yanlışlığını, Cemaatin de Erdoğan’ın “devlet” politikalarına bu kadar sert karşı çıkmaması gerektiğini yazıyor.
Göz(ler)den kaçırdığı nokta ise, “Cemaat paranoyası” dediği şeyin, aslında AKP’nin altını oyup partiyi kendileri için tamamen bir “kabuk parti”ye dönüştürme faaliyetidir.
Bu, kaplumbağa kabuğunun altında, kaplumbağanın kendisinin değil de, örneğin bir kertenkelenin yaşıyor olmasına benzer.
Dinci siyasetçi lider ve adamları, siyasi parti olarak asla ulaşamayacakları varoluş biçimlerini, AKP kabuğu altında gerçekleştirem peşiindeler, üstelik en üst düzeyde hükümet politikalarını yönlendirmeye talip olarak...
Kürt, meselesi, İsrail meselesi, İran meselesi.. ne kadar mesele varsa hepsi konusunda politikalara sahipler...
Dinsel, parasal, mevkisel, eğitimsel vb yaygın “hizmet adamları”, siyaseti ana damardan yönetiyor! Burada hep söylendi ki, bunlar aslında siyasi partidir!
Başbakan ise “kuklalaştırılacak”, imamın buyruğunda yol açacak bir isim değil.
Zurnanın zırt dediği yer.
***
İki nokta daha:
1)                Cemaatın adamları, Başbakanın otoriter kişiliğinden şikayetçi! “Otoriter rejim” kaygısını dile getirmeye başladılar! Çünkü Başbakanın “otoriterliği”, Cemaati de sınırlandırmaya yöneldi! Cemaat, devlet/bürokrasi içinde istediği her türlü atamanın gerçekleşmemesi nedeniyle, Başbakana karşı siyasi konum belirledi! Erdoğan gibi otoriter bir lider yerine, daha yuşumak ve etkilenmesi kolay başka bir lideri tercih ediyorlar.. Bu(nlar) kimlerdir?!..
2)                Erdoğan’a karşı Cemaat –liberal yazar çizer ittifakı bir yıla yakındır iyice pekişti. Amerikancı-Cemaatçi Taraf, bu ittifakın baştacıdır. Tabii, cemaatin diğer gazetelerinde de bunu görürsünüz. Liberal eksen, Erdoğan’dan dışlandıkça, Cemaate yamanmaktadır.
Daha neler göreceğiz neler! Maydonozlu köfteler!
***
Hüseyin Çelik’le başladık, onunla bitirelim: Acaba Çelik bu çatırtılar arasında konumunu nerede belirleyecek? 
--22 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet