Van’da taş-beton-demir yığınlarının altından yükselen
çığlıkları duyuyor musunuz? Bir deneyin. Önce tek çığlığı yakalamaya çalışın...
Sonra ikisini-üçünü ve hepsini.
Yine mi başaramadınız; kendinizi o enkazların
altında hissedin, kenetlediğiniz ellerinizle başınızı dizlerinize doğru bastırın,
öyle ki kurtuluşunuzun olanaksız olduğu bir durum yaratın ve sonra çığlık atın.
Sesinizi duyan yok mu, birileri duyuncaya kadar bağırın, bağırın, bağırın...
Yalnızlığınız aksın damarlarınızda.. Acınız, yaralarınız, hayatınız, önem verdiğiniz
her şeyiniz, eğer kurtulursam diye milisaniyeler içinde kendinize verdiğiniz sözleriniz.
Sonra yine çığlık atın ve hayatınızın damarlarınızdan ölüme akıp gittiğini
duyumsayın..
Hoşunuza gitmedi mi? Ama, karşı karşı kalma
olasılığınızın hayli yüksek olduğu böyle bir durumu, o an değil, bu an yaşamanın
bedeli, unutmayalım ki sıfır... Kaybedeceğimiz bir şey yok. Ama belki
birilerimizin hayatını köklü değiştiren deneyim olabilir bu. Hem kendimiz hem
enkaz altındakiler için..
***
Özenle dayayıp döşediğiniz, iyi güzel kötü günlerimizin
akıp gittiği evlerimizin, ani bir sarsıntı ile birer ölüm kapanına dönüşebileceğini
düşünmeyiz.
Çünkü biz, Evrimin, o anı yaşayan yaratıklarıyız.
Kısa vadeli, o anın sunduğu çıkarları
yakalamaya, tüketmeye, hazzını çıkarmaya, ele geçirmeye, biriktirmeye, o ana
sahip olmaya çalışan yaratıklar...
Hayatta kalmak ve yaşamak, esas o an ile
ilgilidir.
İçgüdülerimiz bizi o anı yaşamaya zorlar.. Çünkü
Evrim o andan bir çıkar umar, bekler..
“O an” nedir?
O an, bireyin kendi
biyolojik-psikolojik-toplumsal varlığına katmaya karar verdiği noktadır.. O an,
belki gerçekten o an’dır. O dakika, o saat yaşanması, yapılması gereken.
Belki biraz daha uzundur; mesela, o an,
evlerin ancak bir deprem zamanında yıkılacağını bilen yapsatçının bilerek çalma
çırpma zamanıdır.. Ona onay veren yetkilinin cebine attığı kısacık zamandır. Dükkânın
kolonlarını kesen ev sahibinin kararıdır; mekânı bilerek kiralayan veya satın
alanın ve çok yaygın olarak insanların deprem olacak daaa dediğimiz andır...
O an, kaçamak bir aşktır veya o kısa cinayet
anıdır; o an bir intihar da olabilir, her şeyi yakıp yıkma da. Köklü ani değişiklik
de o andır..
O an, büyük risk kararıdır; her şeyi kaybettiğin
veya kazandığın zaman dilimidir..
O an, mutlaka kendi varlığına kattığın bir “değer”dir,
ekstradır, fazlalıktır, evrimsel bir seçimdir.
***
Biz “o an”ı, “Carpe diem” diyerek mutlaklaştıran,
üzerine şiirler yazan varlıklarız.
O an, kâr anıdır!.. O an, ekonomidir, o an
herkesin yararlanacağı varsayılan zamandır..
Ölümle kalım arasındaki bireyin raslantısal
hayatının seçimidir, o an.
Çünkü birey (için yarın - o ant dışında) hem
yoktur hem vardır.
***
Tamam birey böyledir, o anın insanıdır..
Toplum, büyük organizma, büyük sistem, sürekliliği
sağlayan bütün kurumsal yapılar, “o an” için kurulmamışlardır.
Hayat sürekli bir ekonomidir, her türlü
biyolojik psikolojik toplumsal mal ve hazzın alınıp satıldığı ve tüketildiği büyük
markettir.
Birey orada o anı yaşarken sistem, geniş ve
gelecek düşünen bir beyindir.
Ama hayır, bizde politika, politik sistem de “o
an”ın tüketicisidir, sunucusudur, onaylayıcısıdır...
O anı yaşayan iktidarlar, belediye başkanları,
yönetimler..
Bireye de o anı yaşatırlar.
Böylece, o an, enkaz altında başını uzatarak
hayata bakan ve yolda ölen Yunus olur...
Enkazdan yükselen, çığlıklarını duyamadığımız
insancıklara dönüşür o an.
Başınızı dizlerinize kapaklayın, o anı düşünün,
alabildiğinize bağırın..
O anı, bir de böyle duyumsamaya çalışın...
Merak etmeyin bir şey
olmaz size, yaptığınız da Evrim’in koruyucu mekanizmasıdır, farkında olmadığımız..
27 Ekim 2011 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder