Türklerin Almanya’ya işçi olarak göç etmeye başlamasının üzerinden 50 yıl geçti. Almanya ve Türkiye’de çeşitli etkinliklerle bu yıldönümü anılıyor... Bu konuda yazmayı planlamamıştım. Ama bu göçü hem Almanya hem Türkiye açısından büyük bir başarısızlık olarak gören, nesnellikten uzak duygusal bir yazıyla karşılaşınca, durum değişti..
Bu 50 yıl, benim de anlamlı bir kısmını,
özellikle üniversite gençliğimi, Berlin’de 1968 mücadelesini pek çok yönüyle
paylaştığım bir zaman dilimidir.
Ailemden iki kişi Berlin’e çalışmaya
gitti. Emekçi dünyasında pırıltılı bir kapıydı Almanya! Ben de liseden sonra
üniversite sınavlarına girdim, belgelerimi aldım ve onların desteğiyle Berlin’e
gittim.
Önümde yepyeni bir dünya açıldı onlar
sayesinde! Çalıştım, okudum, gençliğin bütün mücadelesine katıldım; Alman ve
İran, Filistin, Yunanistan ve üçüncü dünya ülkelerinden pek çok devrimci /
öğrenci örgütleriyle birlikte omuz omuza dayanışmamız, oradaki herşey ile
birlikte, bir dünya yurttaşı kimliğimin temel taşlarını oluşturdu!
***
Ülkemizden kaç “sıradan, ortalama insan”
Almanya’dan geçti! Orada bugün 2,5 milyon kadar insanımız var. Peki toplam kaç
kişi olduk! Gelenler gidenler, ölenler, ikinci, üçüncü, dördüncü nesil
çocuklar...10 milyon?
Pek çoğu orada, pek çoğu, hem orada hem
burada hayatını inşa etti.
Gidenler, buradaki ailelerine maddi
desteklerini hiç eksik etmediler, buradakilerin daha insani koşullarda
yaşamalarını sağladılar..
Bir “kayıp
kuşak” lafı, Almancıların omuzlarına yapıştırıldı! Bunu edebiyatçılar yaptı
belki de!
Ama buna hiç katılmadım!
Neden kayıp kuşak ki?
Şüphesiz ki sıkıntılar yaşadılar. Ama
burada da sıkıntılar yaşıyorlardı ve yaşayacaklardı..
Gidenler, buradaki çok iyi işlerini mi
bırakıp gtitiler! 1960’ların Türkiye’sinin cangıl iş dünyası çok daha mı
iyiydi!
Eşlerini çocuklarını yanlarına aldılar..
Dahası ana babalarını.. Akrabalar taşındı durdu Almanya’ya!
Türkiye’nin bütçesini ayakta tuttular on
yıllar boyunca, gönderdikleri dövizlerle! (Bir yerlerde miktarı yazıyordur!)
Kazandıklarıyla Türkiye’de iş kurdular,
ev kurdular, ekonomiye fiilen katıldılar.. İşçi olarak değil, iş kurucu olarak!
***
Bunlar olayın “maddi” parasal yönleri..
Sosyolojik yönleri var ki, devrim yapsanız
elde edemeyeceğiniz bir “sosyal birikim” sahibi oldu milyonlarca insanımız!
Benim tanıdığım pek çok insan olabileceği
kadar “uygarlaştı”.
İkinci, üçüncü, dördüncü kuşakları
hele... Onlar Türkiye’de doğsalar, büyüseler, okusalar... büyük çoğunluğu sıradanlığın
esirleri olacaktı!
Sıkıntı mı yok? Sıkıntı her yerde var!
İşçilerimiz, bugün ucu iktidarın
eteklerine kadar uzanan üç kağıtçılara, islamcı kılıktakı soygunculara da
“hizmet” etti! Alın teri dökmeyen
aşağılık takım, dökülmüş alın
terlerini gaspetti!
Dinciler, Almancıların yakalarındaki en
büyük parazitler oldu her zaman!
***
“Bilim,
Toplum İnsana Bakış” kitabında anlattığım bir yakınımın öyküsünü anımsadım
şimdi: Ona ve çocuklarına "Kazanılmış
Kuşak" demişim!
Türkiye’de kayıp olacak insanlar, Almanya’da “kazanılmış insanlar”a dönüştüler!
Ahmet diyordu ki bana: Şu binayı görüyor musun, her harcında alın
terimiz var, ilk gittiğimde Berlin’in merkezindeki Europa Center’ı
göstererek... Bak, şu duvarları ben
ördüm, şu sütunlara harcı ben döktüm... Sonra bina bitince de bayrağı şu en yüksek yere dikmiştik..
Şüphesiz, Almanya’nın refahına
daha büyük katkılarda bulunmuşlardır ve hâlâ da bulunuyorlar..
Sorunlar mı yok! Diz boyu! Ama
Almanların yapacakları bir şey yok, onlar oraların insanları oldu!
Yarı Alman yarı Türk olmak, bir zenginliktir, bir
dünya yurttaşlığı kimliğidir biraz da!
Biz Türkler, ülkemizden başka her yere, tüm dünyaya
uyum sağlayan yaratıklarız..
Almancılar ve diğerleri, bunun
kanıtlarıdır.. Ayrıca, iyidir bu, iyidir...
--22 Eylül 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder