Önceki gün Nedim
Şener ve Ahmet Şık için
“Adaletin 200’ü” yürüyüşü yapıldı.
“Yansak da dokunacağız” iyi bir slogan; ülkede tepeden
tırnağa eksik olan “cesaret” için umut veriyor! Medyada diz boyu mıymıntılık,
korku, diz çökme, yalakalık, iktidar’dan/güç’ten yanalık, bıkkınlık getirdi.
Bıkkınlık çok tarafsız bir sözcük: medyanın durumu, ülkede
büyük tahribat yapıyor, gazetecilik değerlerini silip süpürüyor, saygınlığını
yokediyor... Nitekim araştırmalarda medya en güvensiz kurumlar arasında..
Burada yeniden değinmek istediğim çok temel bir konu var:
Medya özgürlüğü için çifte standartlıktan kaçınmalıyız... Şu “zincir”i
görmeliyiz:
***
Ahmet ve Nedim’in tutuklanması, OdaTV’nin “tutuklanması”nın sonraki halkası..
OdaTV’nin tutuklanması, Aydınlık
ve Ulusal Kanal’ın “tutuklanması”nın sonraki veya eşzamanlı halkası..
Aydınlık ve Ulusal Kanal üzerindeki iktidar baskısı, Cumhuriyet’e alçakça baskı,
saldırıların, İlhan Selçuk ve Mustafa
Balbay’ın tutuklanmalarının bir sonraki halkası..
Yani, bu bir zincir...
İktidarın, kaç yıldan bugüne uzanan ve ne kadar süreceği de
bilinmeyen güçlü bir baskı zinciri!
***
Bu polisiye ve adli tutuklama zincirinin bir yan ürünü,
polissiz, adliyesiz, hapishanesiz, tutuklamasız diğer bir zinciri daha var: Medya patronlarının gazetecileri kapının
önüne koyması.
Hayır, “kardeşim sen
artık iyi yazamıyorsun, okunmuyorsun, hiç bir haber üretemiyorsun..”
gerekçesiyle değil. Öyle olsa, aramızda tartışırız, bu doğru mudur, yanlış
mıdır diye..
Medya patronları, iktidarın siyasi tercihlerinden
çıkardıkları vazife sonucu, başarılı gazeteci veya TV programcısı emekçileri
kapının önüne koyuyor
Bir TV çalışanı, “üzerimizde
zulüm var” diye özetliyordu..
Medya yöneticileri, programcılar üzerinde durmadan “onu
yapma, bunu çağırma, öyle olmasın, şu gelsin, o konuya girme..” türünden,
patronun doğrudan çıkarlarına herhangi bir halel gelebileceğini düşündükleri
baskılar uyguluyorlar..
İktidarın basın özgürlüğünü pratikte ayaklar altına alan
uygulamalarının ürünleridir bütün bunlar..
Kimi hapiste yıllardır, aylardır..
Kimi de kapı önünde!
Başbakanın, yazar ve gazeteciler üzerine sözlerini (veya
dolaylı olarak patronlara verdiği talimatları!) burada yinelemekten üşeniyorum!
Bu sözler de, medya üzerinde üstelik birinci dereceden baskı zincini
oluşturmuştur..
***
Şuna bağlayacağım: Herkes kendine yakın olan tutuklu
arkadaşını savunur oldu!
Şimdi bütün namuslu
gazetecilere soruyorum:
Mustafa Balbay’ın tutuklanmasının nedeni olarak, “terör örgütü üyesi” olduğuna inanan,
bunun kanıtını gösterebilecek birisi var mı?
OdaTV’nin Ergenekon örgütünün kurumu, üyesi olduğunu iddia
edebilecek ve bu konuda delil gösterebilecek namuslu bir gazeteci var mı?
Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın, tamamen muhalif yayınlarından
dolayı “tutuklandığı”nı kabul etmeyecek kim var?
Yok hayır, “ben sadece
Ahmet ve Nedim’e kefilim, diğerlerini hem sevmem hem de mahkemede aklansın
çıksınlar...” demek, en hafifinden siyasi körlükle açıklanabilir! Siyasi
gelişmelerin içsel bağlantılarını göremeyenler, ya gazeteci olamazlar, ya da “kardeşim bu zincirin halkası ben asla olmam”,
diyenlerdir. Bu ayrı bir “yaaaa..” tartışmasını açar...
***
Doğan Yurdakul
arkadaşıma başın sağolsun bile
diyemiyorum utançtan! Bütün diğerleri gibi, içeride tutulmasını kabul
edemiyorum..
Gül
“o fotoğrafa çok üzüldüm” demiş.
Yurdakul’un cenaze töreninde yanıbaşında sivil jandarmalar fotoğrafına.. Ortak
iktidarlarının yarattığı zulüm fotoğrafının, hiç olmazsa sözlü bile olsa
vicdanının kenarına dokunması, iyidir!
Tıpış tıpış savcılığa - hapishaneye gidenlere, kamuoyunun
sille tokat kampanyası sonucu zoraki verdikleri iki günlük izni bile, zulme
dönüştürmede, her zamanki gibi biribiriyle yarışıyorlar!
Bu vicdan, müslüman muhafazakar iktidarın, cemaat-parti
uygulamalarının vicdanıdır. Bunu unutmayın!
NOT: Uluslararası
Hrant Dink ödülünün, iktidar destekçisi bir “gazeteci”ye verilmesi, hem
komik hem ironiktir! Ödül komitesine baktım, sonucu da normal gördüm....
--2 0 Eylül 2011, Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder