Sevgili okurlarımın ve izleyicilerimin Zafer Bayramını ve Şeker Bayramını kutluyorum..
Çok daha iyi günleri hak eden toplumuz ve insanlarız.. Güzel günler göreceğiz...
SAYFALAR
▼
31 Ağustos 2011 Çarşamba
30 Ağustos 2011 Salı
Hükümet, Dünyada Benzeri Olmayan bir Akademi Yarattı!
İyi bayramlar diyeceğim, ama bilin ki
Türkiye’nin gerçek bilimcileri bu bayramı hiç de mutlu geçirmeyecekler. “Ne olacak şimdi”, sorularını birbirlerine
yöneltiyorlar, kimi çok radikal öneriler öne sürüyor, Akademiden istifa edelim, diyeni var, önce tartışalım ve karar
verelim diyen de.. Kimi daha ılımlı, 2
bilimler akademisi yaratmayalım görüşünde! Üyeler bayram sonrasında
toplanıp durumu tartışacaklar..
Konu, pazar günü yazdığımız gibi, Türkiye’nin en seçkin bilimcilerinin
önemli bir çoğunluğunu çatısı altında toplayan Türkiye Bilimler Akademisi’nin
kuruluş yasasında, hükümetin kanun hükmünde kararname ile yaptığı değişiklik.
Hükümet, Türkiye Bilimler Akademisi’ne üye atamayı kendi yetkisine
aldı!
Yok yok, hepsini değil tabii, üçte birini mi desem, yoksa üçte ikisini
mi!
Hükümet üçte birini kendine ayırdı, ama köktenci mi köktenci (yoo,
köktendinci demedim!) bir tavırla işi sağlam kazığa bağladı ve tamamı kendi
adamlarından oluşan YÖK adındaki bilimin ve üniversitelerin üzerinde
demoklesin kılıcı kuruluşa da üçte bir üye atama yetkisi verdi!
Böylece TÜBA’nın işi, işlevi, kimliği üzerine bir çizgi çekti!
TÜBA’yı, AKP İktidarı Bilimler Akademisi’ne dönüştürdü!
***
AKP, dünyada olmayan türde bir
bilimler akademisi yarattı böylece!
Sordum soruşturdum, bilimin vatanı hiç bir ülke yok ki, Çin dahil!, ABD,
Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya Federasyonu… Bilimler Akademisi olsun ve
oranın üyelerini siyasi iktidar atasın!
Gülerler adama!
Bütün akademiler, kendi üyelerini kendileri seçerler. Üye seçilme
kriterleri vardır. Ya bu kriterlere uyan bilim insanlarına öneri götürülür, ya
Akademi üyeleri yeni üye önerir…
Bilimin özel doğası bunun zorunlu kılar..
Yoksa, hükümetin, yani Erdoğan’ın ve bakanlarının, bu kanun
değişikliğinin altında imzası bulunan Doç. Dr. Abdullah Gül’ün bu
“yeniliği”ni, bilimin şampiyonu ülkelerin hükümetleri bilmezler mi!?
Yani AKP hükümeti, akademiye üye seçimini üstlenerek, dünyaya şunu
söylüyor: Ey aptal dünya, bugüne kadar hiç akıl etmediniz, bakın ben bir
ilki başarıyorum, yolu açıyorum, doğru yol budur…
Zırvalığın en üst düzeyinde bir cartlak ses yankılanıyor, Türkiye’den
dünyaya!
Bilim cahili bir iktidarla karşı karşıyayız!
Herşeyi ele geçirecekler ya, bilim akademisini de! Bu kararlarıyla,
sadece, ülkemizde adım adım ve binbir zahmetle geliştirilmeye çalışılan bilimin
altyapısını parçalarlar!
Türkiye Türkiye
Bilimler Akademisi, hükümetin aldığı son kararla, bilim akademisi
kimliğini yitirdi. Bu kimliğiyle, uluslararası bilim akademilerinden de atılır.
***
Şimdi şu olacak, AKP yasası gereğince:
Şu sırada Akademi, Şeref üyesi 41, Asli üye 82, Asosyal üye 17= 140’yeye
sahip.. Hükümet, Akademi’nin üye sayısını ayrıca 300’e çıkarttığı için, 160
üye açığı doğdu! Ata babam ata! Akademinin kriterlerine uygun bu kadar adamı
nereden çıkartacaklar?!
Bunun 53’ünü
iktidar atayacak, 53’ünü hempası YÖK.. 53’ünü de TÜBA üyeleri! (Etti 159, ehh bi üyeyi de
biz atarız artık!)
Hükümet Akademi’ye yeni Başkan atayıncaya kadar pek bir şey
yapamayacaklardır. Yeni Başkan (herhalde bellidir!) ve yeni Akademi Konseyi
oluşacak (3 yıldan fazla görev yapanların yerine yenileri gelecek)
Hükümet 53 üyesini atayacak, YÖK’de 53 üyesini atayacak.. Arkasından,
oluşacak asli üyeler topluluğu da üçte bir hakkını kullanacak ve üye sayısı
300’e tamamlanacak!
Tabii, çoğunluk böylece hükümetin üyelerinde olacağı için, Akademinin
seçeceği yeni 53 üyenin de, yine iktidar yanlıları arasından olacağını
kestirmek zor değil!
Zaten, yeni yasa, şeref üyelerinin genel kurulda oy kullanma hakkını
kaldırıyor.. 41 şeref üyesi, üye seçimine katılamayacak.. Böylece iktidar bütün
Akademi’yi bir yasa darbesiyle “ele geçirmiş” olacak.
İçine, Akademi’nin üye seçilme koşullarına uymayan akademik unvanlı sürü
sepet insan yığacak..
Beğendiniz mi?
***
Türkiye’nin bilim altyapısı, bilim kültürü yetmezliğinin sonucudur bu..
Kuruluş Yasasıyla
hükümete bağlı Akademi bu kadar olur!
Biri gelir, yahu bu da ne böyle,
der ve kılıcını indiriveriir!
Akademi işi
bitmiştir, ruhuna el fatiha!
Ama, Zafer Bayramınız yine de kutlu olsun..
Henüz bitmeden!!!!
--- 30 Ağustos Salı 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
29 Ağustos 2011 Pazartesi
Önce Hukuk’u Halledeceksin Sonra Defterleri Düreceksin!
Hukuku, adaleti, yargıyı
siyasileştir, emir ve kotuna altına al, sonra istediğin herkesin, siyasi/
ekonomi muhaliflerini defterini dür.. Bir kılıf, her zaman uydurursun, önemli
olan minerayi çalmaktır..
Ne diyor Başbakan ve Adalet
Bakanı: Gazetecilikten, yazıp çizmekten
içeride kimse yok ki, başka suçlardan yargılanıyorlar…
Eğer devletin ve ülkenin
başındaki en yetkili kişiler, gazeteci meslektaşlarımız için bunu
söylüyorlarsa, sözün değerinin tamamen sıfırı tükettiği noktadayız! Ama uzun
zamandır!
Mustafa günlüklerinden
yargılanıyor, bunları savcı ve mahkeme, suç veya terör örgütüne üyeliğinin
kanıtı olanak kullanıyor..
Açılan dava, bu haberleri niye yazdın değil.. Çünkü yazılanları basın ceza
maddeleriyle ilgili görmek, garabet olur.
Ama kişileri içine sokacak
ceza maddesi mi yok, tonlarca!
Şu sıralarda, iktidarın,
savcısının ve mahkemesinin tercih ettiği “terör ve suç örgütü üyeliği”.. Siyasi
iktidarı yıkmaya teşebbüs hem de! Ki istediği ölçüde içeride tutabilsin!
Bu sadece Mustafa için
değil,.. Ahmet Şık arkadaşım,
yazılmış ama yayımlanmamış, İmamın Ordusu atlı kitaptan sorgulanıyor…
Ama , suçu terör örgütüne üyelik! Bu üyelik
için, iktidarın yerli ve yabancı adamları, gerekli suç örgütünü Odatv’de kurdular. Önce Odatv’yi
tutukladılar, ardından da tutuklamak istedikleri gazetecileri odatv ile
ilişkilendirdiler.
Tiyatro mu desem, yoksa tam
bir Dümbüllülük mü?
Olayın trajik komik yan, koskoca
Baybakan ve Adalet bakanının bu oyunu kamuoyuna anlatmaktan çekinmemeleri: Gazeteci yok, terör örgütü üyesi var!
***
Kurtların hukuk ve adaletle dansı üzerine bu
kaçıncı yazı bilemiyorum. En önem verdikleri alan, başından beri hukuk / adalet
/ yargı oldu! Buraları iktidara
yağlamak!
Bu amaçla bütün yargı
sistemini değiştirdiler, Anayasa referandumu ile! Yetmedi, şimdi Meclis’ten
bile geçirmeden, kanun hükmünde kararnemelerle adalet sistemini kendi lehlerine
biçimlendirmeyi sürdürüyorlar!
Hayır, adalet mekanizması
içinde hiç bir boşluğa, kaçağa, bacğımsızlığa, özgürlüğe, tarafsızlığa
tahammülleri yok!
Tahammülsüzlük, iktidarın geldiği aşamada
kilit sözcük! “9 yıldır tahammül ettik, artık tamam..”
İktidar, adaleti
yönlendirmenin balını, Istanbul Belediyesi döneminde tattı. Eyüp’te mi ne,
haklarında açılan davaları daha ilk başlangıçta bir bir temizlediler,
temizlettiler. Temizliği yapanların izini sürün, bakın bugün mekanizmanın neresindeler;
olayın çapını, önemini, verilen hizmetin niteliğini anlarsınız.
Herşeyi yasal yolla
halletmenin önemini biliyorlar. Böylece,
* endinizle ilgili bir suç
duyurusu, yolsuzluk durumu, yasadışı bir konu varsa, adalet kullanarak, bütün
kirli sayfaları beyazlatıyorsunuz, (üstünü örtmek değil, yasal yolla “temize”
çıkartarak kapatmak);
* muhalifleri,
tutuklattırıp içeri attırabiliyorsunuz;
* elinize aldığınız o kos
koca balyozu herkesin üzerinde sallayabiliyorsunuz.
Nitekim, seçim sonuçlarıın
öncedeen gören büyük patronların medyaları derhal hızaya girdi.. Onlardan
birinin TV’sinde çalışan bir meslektaşım, ne
var ne yok soruma net yanıt vermişti:
“Büyük bir zulüm altındayız,
doğrudan iktidarın adamlarının TV si ile bura arasında fark sıfırı tüketti!”
***
Adaleti yönlendirecek
mekanizmayı kurdunuz mu, mesleğini yapmaya çalışan savcıcalara da dünyayı zehir
edersiniz! Mesela Deniz Feneri
iktidar başlarının yumuşak karnı; oraya her dokunuşta yeri göğü inleten aaaahhhh
sesleri yükseliyor!
Derhal müfettişler falan,
savcılar hakkında davalar, işi kapatma konusunda gösterdiği üstün özverilerle
yukarılara tırmandırılmış görevlilere işi teslim etmeler!
Adalet mekanizmasına
hükmetmenin anlamı, işte tam da bu!
Yoksa derdin adalet
dağıtmak olsaydı, onu ele geçirmek gibi bir derdin olmazdı!
***
Yayımlanmamış, olup
olmadığı bile belli olmayan kaset için arama kararı verbilen bir adalet
sistemi, ortalıktaki yasa dışı kasetlerle zerre kadar ilgileniyor mu?
Habere bakın ve geldiğimiz
yeeri anlayın: “Tutuklu gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Soner Yalçın’ın
da aralarında bulunduğu 12’si tutuklu 14 kişi hakkında yürütülen Ergenekon
soruşturması tamamlandı. İddianamede, 6 Mart’ta tutuklanan gazeteciler Şık ve
Şener’in örgüte yardım ettikleri öne sürüldü... 9’u gazeteci 14 şüphelinin, 7.5
yıldan 69 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi.”
Suçlamaya bakın: “Silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, örgüte üye
olmak, halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek, devletin güvenliğine ilişkin gizli
belge temin etmek, açıklanması yasak gizli belgeleri temin etmek, özel hayatın
gizliliğini ihlal, hukuka aykırı olarak kişisel verileri temin etmek, adil
yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek.”
Sİz onları hala gazeteci
sanın!
Nasıl bir devirdeyiz,
anlayın..
***
İktidar, adalet mühendisliğini sürdürüyor:
Yargıtay ve Danıştay üyelerinin başkan veya başsavcı olabilmeleri için 8 yıllık
üyelik şartını 5 yıla indirdi. Çünkü, iktidar yeni 200’ün üzerinde üye atadı, Alican Uludağ’ın haberinden öğreniyoruz
ki, onları hemen kritik noktalara atayabilmek için, bu yasal değişiklik
gerekliydi!
Önce adaleti ele geçireceksin, sonra herkesin defterini
düreceksin..
--- 29 Ağustos
Pazartesi 2011 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
TÜBA’ya Büyük Vuruş, TÜBİTAK’a Yeni Ayar
Özerklikleri tamamen çöpe gitti; Hükümet ve
YÖK, TÜBA üyelerinin üçte ikisini atayacak..
Eskiden iktidar geceyarısı baskınlarıyla yasa
çıkartır ve ertesi gün yeni bir Türkiye’ye uyanırdık. Şimdi ise, Meclis’in yasa
çıkartmakta devre dışı bırakıldığı, Meclis’in yetkileri iktidara devredildiği
için, bu kez her an her yerden gelebilecek iktidar baskınlarıyla, yeni bir
Türkiye’ye uyanıyoruz..
Son bir kaç gün, iktidar, KHK (Kanun Hükmünde
Kararname) ile büyük ölçüde ekonomi ve piyasalarla ilgili “özerk kurumlar”ı
kendisine bağlanmıştı! 9 yıl boyunca oraya yaptığı / yaptırdığı atamalarla bu
kurumları, yasa bakımından olmasa bile, fiiliyatta özerk kurumlar olmaktan
büyük ölçüde çıkartmıştı!
KHK ile bu kurumların kanunlarında düzeltmeler
yaptılar, aslında fiiliyat ile yasa arasındaki “çarpıklığı” düzelttiler ve
yasal olarak da bunları siyasi egemenlikleri altına aldılar!
Herhalde dediler ki “yahu bu adamları biz atıyoruz, peki bu yasa niye böyle yamuk duruyor?!”
“Özerk” kurum üyeleri sabah uyandıklarında,
herhalde bir ohhh demişler ve içinde bulundukları ikilemden kurtulmanın
sevincini yaşamışlardır!
Ne bileyim!
***
Cumartesi sabahı iki kurum daha, KHK ile doğrudan iktidar kurumlarına
dönüştürülmüş oldu!
TÜBİTAK ve Türkiye
Bilimler Akademisi’nin kuruluş yasalarında değişiklik yapıldı…
TÜBİTAK Başkanı vb istifa edilmiş sayıldı!
Bilim Kurulu yeniden tanımlandı..
TÜBİTAK zaten hükümetin elindeydi..
Nüket Yetiş Hanım’a bile tahammül edemediler
mi diyeyim, yoksa 8-9 yıllık hizmetlerine teşekkür zamanı geldi de, boşalan
koltukları bekleyen adamlarına yolu mu açtılar, bilemem..
Ama Bilim Kurulu’nun yapısı değiştirildi. Üye
sayısı 17’ye çıkartıldı (Başkan ve iki yardımcısı da girdi).. Bilim Kurulu’nun
elinden, yenilenecek üyelerini seçme hakkı alındı, bu hakkı 9 üyeden 3’e
düşürüldü. Ellerindeki YÖK’ün, Bilim Kurulu’da üye seçme hakkı ise 1’den 3’e
çıkartıldı! 4 üyeyi Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı
atayacak. 2 üye TÜBA’dan yine, 2 üye de TOBB tarafından belirlenecek..
***
Bütün bunlar arasında en özerk kurum Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)
idi.. Yıllardır bekliyorduk,
TÜBA’ya ne zaman el atacaklar diye.
KHK ile bu kurumu bilimsel özerklik açısından darmadağın ettiler. Havan topuyla lime lime edilmiş
bir TÜBA var şimdi!
TÜBA’nın Asli
ve Asosye yasal üye sayısı, birden füze gibi arttırıldı, 150+150= 300 yapıldı!
TÜBA insan bakımından zenginliğe boğuldu!
Kötü mü, demeyin!
BU üyeleri hükümet
ve YÖK belirleyecek!
Bakanlar Kurulu TÜBA’ya üye seçemiyordu, üyelerin üçte birini
atayacak artık!
Üçte bir üye seçimi
de YÖK’e tanındı!
Nasıl ama!
Böylece bu kurumun
bilimsel özerkliğine son verdiler ve TÜBA’ya siyasal atamalar
dönemini başlattılar!
***
TÜBA, ülkemizin seçkin bilim insanlarını
bağrında toplamaya özen gösteriyordu..
Şimdi oraya kimlerin nasıl doldurulacaklarını
kestirebilirsiniz!
Artık TÜBA Başkanını da, aslında doğrudan
iktidar atamış olacak...
TÜBA, bilim dünyasından ilim dünyasına
kaydırıldı!
İslami bir iktidar döneminde, müslüman bir
toplumda, uhrevi konularla ilgilenmesi gerekir en üst düzeydeki bir bilim
kurumunun!
Mesela, TÜBA da, Güney Kutbu’na bir heyet
göndererek, 7 kat gökyüzünün tam katmanlarını, aralarındaki mesafeleri,
katmanlarda bulunabilecek muhtemel mahlukatı tam ve bilimsel olarak saptama
çalışmalarına girişir ve Müslüman kamuoyunu aydınlatır!
Eh yani, iktidarın intihalden sicilli Bakanı
da, TÜBA’ya üye olarak atanır!
-- 28 Ağustos 2011 / Orhan Bursalı Bilim ve Siyaset
26 Ağustos 2011 Cuma
Feza Gürsey’de Olumlu Gelişmeler Ve TÜBİTAK
Biliyorsunuz,
TÜBİTAK Yönetimi, pratikte Önder Yetiş /
Nüket Yetiş Yönetimi, Bilim Kurulu’ndan geçirdikleri bir kararla, Feza Gürsey Enstitüsü olarak da bilinen
fizik ve matematik temel araştırmalar birimini, internet ve bilgi teknolojileri
konusunda araştırmalar yapan BİLGEM’e bağlamışlardı. Bu pratikte temel teorik
araştırmaların sonu demekti.
Daha önce de
belirttiğimiz gibi, BİLGEM’in başında Önder Yetiş var. Yetiş, ayrıca TÜBİTAK’ın
Marmara Araştırmalar Merkezi’ni ve bir de Kriptoloji Enstitüsü’nü yönetiyor!
Eşi Nüket Hanım da TÜBİTAK’ın başında! Yetiş’in bütün yöneticilik görevleri de
Nüket Yetiş’in başkanlığı döneminde gerçekleşmişti! Tam bir uygulamacı olan
Önder Yetiş’in, Nüket hanım’la birlikte, öyle uygulamayla bütünleşmeyen teorik
fizik matematik araştırmalara önem vermedikleri, bu kararlarıyla belli olmuştu.
Bu karara
karşı çıkan yerli ve yabancı bilim insanlarının sayısının, 1500’i aştığını belirtelim. Üniversitelerimizden ve araştırma
dünyamızdan böyle bir tepkinin yükselmesi, son yıllarda suskun, susturulmuş
YÖK-AKP üniversite düzeninde, umut verici olarak görülmelidir. Doğrusu ben bu
hacimde bir tepkiyi beklemiyordum! O halde gelecek için umutvar olacağız,
demektir!
***
Bu arada, Feza
Gürsey Enstitüsü için Boğaziçi Üniversitesi’nden olumlu girişim haberleri
geliyor. Önceki hafta, Boğaziçi Üniversitesi İstanbul Matematiksel Bilimler Merkezinde 10 üniversiteden 40 kadar matematiksel bilim alanında çalışan
akademisyenin katıldığı bir toplantı yapıldı. Burada, konu ile ilgili
akademisyenler konuştu.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü, Enstitü’nün
daha önce planladığı bilimsel etkinliklerinin sürdürülmesine maddi destek sözü
verdi. Feza Gürsey Enstitüsü’nün ismiyle yaşaması ve etkinliklerini artarak
sürdürebilmesi için de, yeni bir yapılanma modeli üzerinde duruluyor.
Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte ilgili
üniversitelerin de paydaş olacağı yeni bir yapılanma modelinin, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına
önerilerek hayata geçirilmesi için destek istenmesi planlanıyor.
Konuşmacılar, temel fizik ve matematiksel
bilimlerin ülke çapında bir ülke modeli olarak örgütlenmesi ve uzun vadeli
stratejik perspektiflerin de hazırlanması gereğinin de altını çizdiler.
***
Bu arada TÜBİTAK’ın, Feza Gürsey Enstitüsü üzerindeki
tasarrufları karşısında oluşan tepkilere 13 sayfalık yeni bir yanıt verdiği
görüldü. TÜBİTAK’tan bu yanıtın, tepkilerin dile getirildiği savefezagursey.wordpress.com ve yasasinfezagursey.wordpress.com
sitelerinde yayınlanması için de, sözlü ve kişisel olarak epey baskı yaptığı
da, site yöneticilerinden öğrenildi. İlginç bir şekilde, TÜBİTAK yönetimi bu
kamuoyu açıklamalarına kendi internet sitesinde ise yer vermedi.
Bu açıklamada, esas olarak, devasa kadroya ve
maddi olanaklara sahip olan TÜBİTAK, kendisini, topu topu 4 kadrolu
araştırmacısı kalan ve yeni kadro olanakları verilmeyen Feza Gürsey Enstitüsü
ile kıyaslamaktadır! Bu arada belirtelim ki, FGE kadrosundan iki akademisyen,
son gelişmeler üzerine istifa etti ve 2 akademisyen de, TÜBİTAK kararı üzerine
BİLGEM’e geçti.
TÜBİTAK’ın açıklamasında, BİLGEM çatısı altında,
Enstitü’nün daha da geliştirileceği belirtiliyor. Ancak bu açıklamanın kamuoyu
baskıları karşısında yapıldığı anlaşılıyor. Karar alındıktan sonra, Enstitüsü
yönetimine hiç bir açıklama yapılmamış ve karar hemen uygulama için sadece
tebliğ edilmişti. TÜBİTAK’tan, bu tasarrufu konusunda da, kamuoyunu aydınlatıcı
bir bilgi sunulmamıştı!
Ancak TÜBİTAK açıklamadan anlaşılıyor ki, karar
esas olarak, teorik matematiksel ve fiziksel çalışmaların, BİLGEM’deki
uygulamalı çalışmalara hizmet edecek bir şekilde yürütülmesi için alındı. Yani,
BİLGEM’deki uygulamaların gerektireceği, eğer ihtiyaç varsa, teorik destek
çalışmalarının yapılması düşünülmüş.
Şüphesiz, uygulayıcı bir merkezde, amaca yönelik
teorik çalışmalar yapılması istenebilir ve bu gerekebilir de. Ancak, BİLGEM’in
alt yapısında buna uygun yeni bir birim veya çalışma düzeni ve kadrolar
oluşturulabilirdi. TÜBİTAK’ın böyle bir gereksinimi varsa, teorik matematik
araştırmaları yapan tek enstitüyü kapatması veya onu bünyesine katarak faaliyet
alanını değiştirmesi, gerekmiyordu!
TÜBİTAK neden bilimlere geniş bir açıdan
yaklaşmıyor?
***
Bu arada, TÜBİTAK kurumlarında Merkezi Aile Yönetimi’nin iktidar ve
yeni bakanlık çevrelerinde de rahatsızlık yarattığı biçiminde,
doğrulatamadığımız söylentiler dolaşıyor.
TÜBİTAK’ın kişiselliklerden uzak, siyasetin de
bilime aykırı dayatmalarından uzak, bilimsel ölçütleri herşeyin ötesinde tutan,
Bilim Kurulu’na da gerekli ve hakkettiği işlevselliği veren, ülkemizin
gereksinim duyduğu bilimsel ve teknolojik atılımları ön plana alan bir yapıya
kavuşması, bilim dünyasının en büyük temennisidir.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, tarihsel
bir görevle karşı karşıyadır. Yılladır, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde,
bilim ve teknoloji konularının en üst düzeyde örgütlenmesi ve desteklenmesi
gereği konuşuluyordu. Bakanlığın kurulmasıyla bu gerçekleşti! Bakanlık ayrıca
sanayi bakanlığı olarak da görev yapıyor. Böylece bilim ve teknoloji ile ekonomik
faaliyetlerin birbirini destekleyerek sürdürülmesini isteyen bir yapı ortaya
çıktı.
Burada soru şudur: Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı, amacına, ismine, kendisinden beklentilere uygun tarihsel rolünü
yerine getirecek midir; siyasi mülahazalardan arınmış, eşyanın tabiatına uygun
kararları hayata geçirecek midir?
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileğiyle...
Cumhuriyet
Bilim ve Teknoloji, Sayı 1275, 26 Ağustos 2011
25 Ağustos 2011 Perşembe
Başladık, İyi mi Ettik; Bakalım Nasıl Sürecek...
Bunca konu içinde çırpınıp bir şeyler yazmak
zor. Tatil tatil değil; bir yandan Türkiye’nin röntgenini çeken yeni bir
kitapla ilgili uluslararası verilerin peşini kovala; öte yandan gazete oku,
olayları izle ve durmadan sinirlen... Önündeki rakamlar, veriler,
derecelendirmeler, listeler... insani gelişmişlikmiş... küresel barışmış...
demokrasi ve basın özgürlüğü imiş... miş miş miş.. Yüzde 50’nin sürekli
altında, dünya barış göstergelerinde kırmızı listede bir ülkede yaşadıklarımızı
açıklamak, zor olmasa gerek..
İşçi
Partisi’ne, Aydınlık’a, Ulusal Kanal’a yine baskın yapmışlar... yayınlanacak
ses kasetleri var mı diye arama kararı çıkartmışlar! Akademik hayatın içindeki Mehmet Perinçek’i, Doğu-Şule
Perinçeklerin oğlu diye tutukluyorlar! Turan
Özlü, Ulusal Kanal’ın Yayın Yönetmeni! Kaçıncı baskın bu kanala,
gazetelerine, partilerine?!
İktidara
ve okyanus ötesindeki birleşik güçlere keskin muhalefet eden siyasi ekip.
Bir
zulüm ki diz boyu kaplamış ülkeyi!
Gazetecilikmiş...
Basın
özgürlüğü imiş..
Siyasi
hak ve özgürlüklermiş..
Medeni
haklarmış..
Hepsi
batık bu ülkede!
Çizmeyle
bile dolaşamazsınız, öylesine derin bataklık!
***
Mustafa Balbay
ile başladı basın özgürlüğünün içine yapmalar..
OdaTV ile sürdü, Soner Yalçın ve iki arkadaşı uydurulan
sahte bir belge ile aylardır içeride... İmamın Ordusu kitabının yazan Ahmet Şık ve sevgili Nedim Şener...
Din
ve tanrı tüccarlığı iktidarının, boyunduruklarının altında..
Ne
utanmak kaldı ne hak ve adalet duygusu..
Hepsi,
politik dincilerde sıfırı tüketmiş.
İnansalar,
cehennemde yanacaksınız, diyeceğim!
Şimdi,
bize daha ne kadar tahammül
edebileceklerini tartışıyorlar aralarında!
Tahammül
edemedikleri herşeyi yakıp yıkıyorlar!
***
Sahi,
o fotoğrafı anımsıyor musunuz?
Hani
bu gazetede yazan o büyük Atatürkçü Toktamış
Ateş ile dinci başların el ele “hoşgörü” sarmaş dolaşmışlıklarını!
Sonra,
Cemaatin yıllardır estirdiği hoşgörü rüzgarı...
Hoşgörü
çiftetellisi oynamadıkları kaldı!
Ama
doğrusu ortalıktaki bir dizi insanı teslim aldılar!
Onlar,
Cumhuriyet’e de gelmek istediler “hoşgörü” adına!
İlhan
Selçuk kapıları sıkı tuttu!
Ama,
Cumhuriyettekilerden bazıları onlara gitti!
Hoşgörü süreci tamamlandı..
Gelinen aşama, tahammül...
Tahammül
edebilmenin sonuna geldiklerinde de.....
***
Yok
hayır, bunu ensenizi karartmanız için yazmıyorum!
Ülkenin
çoğunluğu sessiz ama sağlam!
İktidar
olanlar hiç bir zaman bu ülkenin
üzerinden zulmü eksik etmemişlerdir!
Şimdi
ulus ötesi-ulus içi bu koalisyonun zulüm zamanı!
Bunlar
da sıralarını savacaklar!
Bakalım
nasıl ve ne zaman..
***
Balyoz
zulmü de sürüyor, geleni tutuklayıp içeri atıyorlar!
İsyan
ki isyan, mahkemede, “İddianamayi reddediyorum” diye haykırıyor, içlerinden bir
general..
Kabul
edilebilecek bir yanı yok...
Bir
şeye kalkışmış olsalar, hesabını veriyorlar diyeceğim...
Merak
etmeyin, öyle olsaydı onlar da, hesabını
veriyoruz, derlerdi!
Vicdanları
rahat olurdu!
Ama
ortalıktaki hangi vicdan?
Adalet
dağıtıcıları arasında sadece bir tek vicdanın sesi yükseliyor, kararlara
koyduğu şerhle!
***
Başladık,
merhaba diyelim, bakalım nasıl sürdüreceğiz...
-25 Ağutos 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
16 Ağustos 2011 Salı
“Siz ona Atatürk dersiniz. Biz ise onu Ataşark diye anarız.”
“Siz ona Atatürk dersiniz. Biz ise onu Ataşark diye anarız.”
Uluslararası Kadınlar Birliği’nin 1935’deki İstanbul Kongresi’ne
katılan Mısır delegesi Sitti Şaravi, Atatürk için yukarıdaki sözleri
söylüyordu. 1934 yılında kadınların seçme ve
seçilme hakkını kazanmalarının, uluslararası ölçüde de büyük yankıları
olmuştur. Uluslararası Kadın Birliği’nin
12. Kongresi’nin 1935 yılında İstanbul’da toplanması da, Türkiye’nin kadın
hakları konusunda sağladığı büyük gelişmelerin dünyada yarattığı ilgi, saygı ve
heyecandan kaynaklanıyordu. Mısır delegasyonunun başkanı Sitti Şaravi:
“Ankara’ya ilk defa gittim. Hükümet merkezinizin bu kadar mükemmel ve
güzel bir şehir olduğunu pek zannetmiyordum. Türk ırkının pek kısa bir zaman
içinde neler yapmaya muktedir olduğunu görerek hayran oldum.
Reisicumhur Atatürk bizi kabul etti. Çok sempatik, mütevazı tavırları
ve fevkalade zekasıyla bütün kadın murahhasları teshir etti (etkiledi). Biz
mısırlılar zaten Atatürk’ü çok sever ve onun açtığı yolda yürümeyi bir şeref
biliriz. Hatta siz ona Atatürk dersiniz. Biz ise onu Ataşark diye anarız. Çünkü
o yalnız Türk’ün değil, bütün Şark’ın ve bilhassa Kardeş Mısır’ın da atası ve
önderidir.”...
TÜBİTAK, Uluslararası Temel ve Uygulamalı Fizik Birliğinden ayrılıyor
TÜBİTAK,
Uluslararası Temel ve Uygulamalı Fizik Birliğinden ayrılıyor
TÜBİTAK uluslararası saygın bir fizik
kuruluşu olan IUPAP (International Union of Pure and Applied Physics)
üyeliğinden ayrılma kararı aldı. TÜBİTAK Başkanı Prof. Nüket Yetiş, 3 Şubat 2011 tarihinde IUPAP Başkanı Prof. Ushioda’ya
yazdığı mektupta, TÜBİTAK’ın IUPAP üyeliğini 2011 itibariyle sonlandırma kararı
aldığını bildiriyor.
Prof. Yetiş aynı mektupta ülkenin rekabet
gücünü ve zenginliğini arttırmak amacıyla bilim ve teknoloji kültürünün
yaratılmasında öncü bir rol üstlenen TÜBİTAK’ın bölgesel veya uluslararası
nitelikte pek çok Avrupa araştırma programına aktif olarak katıldığını
belirtiyor. Daha sonra da mektubunun sonuç bölümünde, kendi kendisini
yalanlayan bir tarzda IUPAP üyeliğinden ayrılmaya karar verdiklerini
belirtiyor. Ve hiçbir gerekçe belirtmeden.
Kurumun bu kararı, son zamanlarda temel fizik
araştırmalarını baltalama ve mühendisliğin bir alt dalı haline getirme
çabalarının bir uzantısı olduğu ileri sürüyor.
European Physical Society (EPS) dışında,
uluslararası niteliği olan tek kuruluş olan IUPAP’ın aktif bir üyesi olmanın
Türk fiziğine kazandıracağı artılardan bu şekilde vazgeçmek temel bilimler
açısından çok büyük kayıp olarak değerlendiriliyor. TÜBİTAK, Feza Gürsey Enstitüsü’nü
asli faaliyetlerinden uzaklaştırarak ve özerkliğini baltalayarak, bir TÜBİTAK
Kurumu olan ve daha çok internet teknolojileri üzerinde çalışan BİLGEM’e
bağlamıştı.
Ulusal ve uluslararası bilim dünyasından pek
çok insan bu kararı protoste ederek Enstitü’ye özgürlük dileklerini, http://yasasinfezagursey.wordpress.com/
adresinde dile getiriyorlar.
Bu adreste en son yayımlanan Prof. Metin Durgut’un yazısı şöyle:
Feza
Gürsey gibi ustalar aslında neden rahatsızlık verir?
Feza Bey’i 1968’de bir popüler fizik
konferansında dinledikten sonra fiziğe geçme kararım kesinleşmişti.
Arayış içinde olan bir kuşağın üyeleriydik. Meraklarımızı
ve iddialarımızı uçuran isyan havasında davranışlarımızı aykırılık süslerdi. Haliyle,
Feza Bey gibi hayatımıza yön verecek kadar yakın olduklarımıza hayal kırıklığı
hissini verdiğimiz anlar oldu. Bir değil bir çok defa onlara kafa tuttuk, ama
kısa bir süre sonra gene programımıza ve değer verdiklerimize dönüp işimize
devam ettik. İnsanların çok ciddi olduğu, birbirini çok ciddiye aldığı o
ortamda anlaşmazlık çabuk geçti ve kısa zamanda şaşırtmamaya, şaşırmamaya
başladık.
Sonra, baskı ve hüzne de alıştık. Açıklamasına
rağmen anlamsız gelen baskılar ve acılar da bizi birbirimize yaklaştıran bir
etken oldu.
İşin doğrusu birbirimizden öğrendik, öğrendikçe
hem birbirimizi takdir ettik hem de tasavvurlarımızı yücelttik. Her şeye rağmen
"yaşamak güzel" diyebildik. Bizi terk etmeyecek sevdalara işte böyle
havalarda kapıldık.
Feza Bey gibilerinden ne isteyebilirler?
Feza Bey gibilerinden ne isteyebilirler?
Öncelikle onların sahip olduğu entelektüel
kapasite çok insanı rahatsız eder. Feza Bey’in bilinen fizik ve matematik
derinliği yanında örneğin Freud ile Marks’ı birlikte yorumlama çabasını,
diyalektiğin kaba uygulamasının bilime zarar vereceği düşüncesini (yani
kompleksitenin ihmali meselesini), sanata ve edebiyata olan düşkünlüğünü,
zerafet işlenmiş sofistike yorumlarını ve nihayet o zor koşullarda bizimle
birlikte soluk alıp verdiğini anımsatmak lazım. Defalarca doktora için yazılan
referans mektupları ve gene pasaport vermediklerinde paylaştıklarımız roman
olurdu.
Onların hayatları bu topraklarda hiç bir
zaman kolay olmadı! Çünkü, ilerlemenin ve özgürlüğün kültüründen geldiler. Bu topraklarda
önemli bir şeyleri yeşertmenin gayreti içinde, çıkartılan engellere ve
yöneltilen suçlamalara göğüs gererken bizlere zor ve keyifli bir mirası
bıraktılar; adam olmanın mirasını. ODTÜ bozkırda işte böyle yeşerdi.
Eğer sorarsanız, ODTÜ farkı meydan okuyuşun
farkıdır, aykırılığın farkıdır.
Cahit Arf’la birlikte katıldığı Fizik Bölümündeki bir öğrenci oturumunda, sıra üniversite özerkliği gibi sıcak bir konuya geldiğinde Feza Beyin özerklik meselesini yorumlarken işin sanıldığı kadar kolay basit olmayacağı bağlamında söylediği "ama bizim ülkemiz de özerk değil" deyişini anlayabildiğimizi ve bunun için onu ayrıca sevdiğimizi söylesem?
Bir zamanlar kafa tutarken kuşkuya neden o hallerimiz ise tebessümle yadedilen hikayeler oldu.
Cahit Arf’la birlikte katıldığı Fizik Bölümündeki bir öğrenci oturumunda, sıra üniversite özerkliği gibi sıcak bir konuya geldiğinde Feza Beyin özerklik meselesini yorumlarken işin sanıldığı kadar kolay basit olmayacağı bağlamında söylediği "ama bizim ülkemiz de özerk değil" deyişini anlayabildiğimizi ve bunun için onu ayrıca sevdiğimizi söylesem?
Bir zamanlar kafa tutarken kuşkuya neden o hallerimiz ise tebessümle yadedilen hikayeler oldu.
Bilgi
üretmeyen toplumlarda yeni bilgi ve onu yaratanlar daima tehdit olarak
algılanırlar. Bilginin yanında saf tutan inatçı filozoflardılar. İşin özeti
bence budur.
Eğer
yeni bilgi yeni bir iktidarın kaynağı ise insana yönelmeleri için yeni ufuklar,
görmeleri için yeni pencereler açan böylesi ustaların katlı vaciptir.”
CBT sayı 1274, 19 Ağustos Cuma, 2011