SAYFALAR

31 Mart 2021 Çarşamba

Anayasalar çarpışması, muhalefet seyredecek mi, yoksa?

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 30 Mart Salı, 2021

 

Önümüzdeki iki yıl süre içinde iktidarın torbasında seçim malzemesi olarak kullanacağı çok şey birikmeye başladı, baksanıza  Montrö Boğazlar anlaşmasının feshi bile piyasaya sürüldü, Katar ile Su anlaşması yapıldı, sanırsınız ki Katar’a su verilecek, konu tamamen Kanal İstanbul ile ilgili. Bu çerçevede de Montrö’nun feshi ile Türkiye’nin egemenliğini tamamen tehlikeye atma niyetleri patladı.

Fakat Saray’ın gündeme soktuğu şu yeni anayasa konusunu tamamlamam gerekir, çünkü bir de muhalefetin, yani Millet İttifakının “güçlendirilmiş parlamenter sistem” öngören anayasa değişimi önerisi söz konusu.

Ortada tehlikeli bir durum var.

Sanırım biz Saray’ın anayasa önerisi üzerinde iki yıl boyunca tartışacağız!? Ön aldılar. Muhalefet de bunu mu tartışacak, karşı çıkıp şunu yapmayın şöyle yapın mı diyecek?

 

Ana ilkelerde uzlaşma var

 

Hayır tabii ki, CHP ve İyi Parti ile AKP’den kopan Gelecek ve Deva partileri de tek adam sistemini değiştirmek için yeni anayasa çalışmaları yapıyor. Dahası bu çalışmaların tüm ana hatları belli.

Hemen hepsinin sistemin ana hatları üzerinde uzlaştığını görüyoruz. Etkisiz ve sembolik bir Cumhurbaşkanlığı. Güçlü bir başbakanlık ve meclis. Güçler ayrılığı. Yargı sisteminin tamamen yeniden ve bağımsız inşası. Hesap veren bir yönetim ve güçlü denetim. Başbakanın düşürülmesi için yeni başbakan üzerinde Meclis’te fikir birliği.. kurulması kolay ama düşürülmesi zor hükümet... tabii hükümetin dışarıdan değil Meclis içinden kurulması...

Bu partiler arasında görüşmeler oldu, ana konularda fikir alış verişi, değiş tokuşu gerçekleşti.

Ama ayrıntılar belli değil. Şeytan da oralarda gizli duruyor.

 

Sarayın anayasası kadük olur

 

Saray’ın “referanduma götüreceğiz” iddiası ile hazırlatıp tartışmaya açacağı anayasa için 360’u bulması için en az 20 milletvekiline ihtiyacı var. Meclis’te kabulü için en az 60 (400 oy gerekmekte).

Bunlar olanaksız gözüküyor. Yani Saray aslında bir tartışma açarak kendi dışında milletvekillerinin desteğini arayacak! Bu noktada HDP’yi yoklayacak, (eğer Meclis’de HDP’li kalırsa! Bu nedenle Saray aslında milletvekilliklerini düşürme ve HDP’yi kapatma konusunda çok sıkıntılı!)

Türk laflarının bir bir ayıklanmaya başlanmasının nedeni de bu.

 

Süreç nasıl ilerleyecek?

 

Muhalefetin tasarladığı yeni anayasanın Meclis’te kabulü, ancak seçimleri en az 400 milletvekili ile kazanmasına bağlı. Seçimleri daha az milletvekili ile kazanırsa onların da önünde referandum seçeneği duracak.

Bu sistemle kendi Cumhurbaşkanlarını seçecekler. Tek adam yetkili. Üzerinde uzlaşacakları ortak aday üzerinde, seçildiği takdirde, bağlayıcı anlaşmalar göreceğiz.

Bir süre muhalefet de, iktidara gelirse, demokrasinin önünü açmak, insan hak ve özgürlüklerindeki tıkanıklıkları gidermek, tek adam rejiminin yarattığı büyük tahribatı onarmak için, tek adam yetkilerini kullanacağı açık. Hızlı yol almak bakımından önemli.

Bu sürece yeni anayasa için hazırlıklar eşlik edecek.

 

İki ciddi mesele var

 

Birincisi, muhalefet üzerinde anlaştığı güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda oldukça geniş- kapsamlı ilkeler bildirgesini hazırlayıp açıklamak zorunda. Hatta, Saray’ın yeni anayasa hazırlığından önce. Saflarını sağlam tutması ve geniş bir kampanya konuyu tartıştırması son derece önemli.

İkinci sorun bundan çok daha önemli: Saray rejimi iktidarı bırakmamak için her türlü yolu deneyecek. Hem önümüzdeki iki yıllık süreçte buna uygun çok sert politikalar sahneye konacak kutuplaştırma için, millilik aldatmacaları içeren... Hem de seçim kontrolüne yönelik.

Ben çok ciddi sorunlar yaşayacağımızı öngörüyorum.

Bunlar üzerinde muhalefetin kendi stratejisini hazırlamak gibi bir düşüncesi var mı?

Yoksa başa gelen çekilir, hele bakalım, anlayışı mı yürürlükte olacak?

Yeni Anayasa, Muhalefeti bölme aracı mı?

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 29 Mart Pazartesi, 2021


Yüzde 30 oya çakılı kalan ve düşme eğilimini sürdüren Saray ve Partisi, seçimlere giderken Türkiye gündemine en önemli “müjde” olarak yeni anayasa önerisini soktu. Yol köprü vb bir anlamı kalmamıştı. Bir de 2053 gibi bir şeyler vardı, belki de bugün yaşayanların azının varolacağı bir tarih...

Eh, millete vereceği refah zenginlik vaatleri 10 yıl içinde adam başına milli gelirin 12 bin dolardan 8.5 dolara düşmesiyle sonuçlanmıştı. 10 milyon işsiz insan, müthiş gelir azalması ve inanılmaz ihale ve yandaş koruma mekanizmasıyla giderek daha yoksullaşan bir yurttaş kitlesi.

Ve çaresiz bir Saray ile maaşları tıkırında, ülkeye vurdumduymaz sadık bir yakın çevre zevat.

Nasıl yol alacaklar iki yıl içinde, ki oturdukları koltukta çakılı kalmayı sürdürsünler?

Kafa yordukları soruları bu.

 

Millet can derdindeyken..

 

Torbalarda pek çok alternatif var. Bir kısmını ara sıra burada seslendiriyorum.

Yeni Anayasa ise, torbada henüz hayat bulmayı bekleyen diğer spektaküler iç ve dış politika konularının yanında, yeni! Pek de beklenen bir öneri değildi!

Soru şu: millet can derdinde iken, bir üst yapı meselesi olan, olağan seçmenin üzerinde etkisi olmayacak üstelik eski bir konunun neden gündeme sokulduğudur.

Daha dün yeni anayasa ile tek adamlık rejimi dayatılmış, ülkeyi ekonomik ve sosyal açıdan çökertmiş bir “Anayasa referandumu”nun sonuçları üzerindeki mürekkep kurumadan, bu kez yepyeni bir anayasanın piyasaya sürülmesi Saray’a seçmen mi kazandıracak?

Üstelik eskimiş bir koro eşliğinde: Sivil anayasa!

Ya, daha ne sivili olacak Anayasanın?! Yıllardır siyasi partiler tarafından, tek veya ortaklaşa, sağ solu içi dışı değiştirilmiş ve tamamen sivilleştirilmiş (değiştirmelerde hiç bir askerin dahli yok!) bir Anayasa varken ortada, hangi sivilden bahsediyoruz?

 

Anayasa tamamen sivil!

 

Neden Anayasa diye tutturdu? Yeni anayasa açıklamalarına eşlik eden söylemlere demeçlere uygulamalara bakarsak, niyet muhalefeti bölmek.

Andımızı çöpe attı mı attı. Türk falan ne varsa siliyorlar mu, evet. Madalyadan da Atatürk’ü çıkartılar mı... Bazı dernek vb.nin önünden Türk ismini de gönderdiler.

Tüm bunlara paralel, PKK liderini gündem getiriyorlar.

Yeni anayasa projeleri ise sıfırdan yazılmayı bekliyor. Derken kendilerine oy veren, bir zamanların Hizbullahçıları HÜDA-Par ilk dört maddeyi silip atalım önerisi ve Saray’a desteğiyle öne çıktı.

 

Muhalefete sokulan kama mı?

 

Konunun iki boyutu var. Birincisi, muhalefetin Başkanlık sistemini değiştirilmesini ve Meclis’in güçlendirilesini isteyen Anayasa değişikliği. Saray’ın başarısız yönetimi ile bu projenin birleştirilmesi, güçlü bir etki yapıyor. Tek adam anayasası = ülkenin derin krizi ile bütünleşiyor.

Saray bunun farkında, bu nedenle yeni anayasayı muhalefetten rol çalarken, yeni bir perspektif öne sürüyor: Kürt siyasetinin hoşuna gidecek, vatandaşlık bağı- Türk ilişkisini çıkartmak. Veya bilmediğimiz, ama Kürt seçmeni çekecek yeni durumları içeren bir anayasa önerisi.

AKP bu önerisiyle, muhalefetin arasına bir kama sokacağını düşünüyor. CHP - İyi Parti ittifakından, dışarıdan da olsa HDP ve seçmeninin desteğini çekmesini sağlamak.

HDP’ye oy veren Kürt seçmenin iyice siyasal bir yapıya kavuştuğunu, anayasada Türk vatandaşlık tanımının çıkmasına kulak kabartacağını düşünüyor. Ama en azından geçmişten beri oynattığı liboşların desteğini alacağı kesin (!). Sarayın anayasa fikri şekillendikçe konuyu daha net görürüz.

Hem Kürt seçmenin temsilcilerini ve partisini yok etmeye soyun.. Hem de desteğini iste. Üstelik MHP seçmeninin de oyunu alarak..

Çıkmazların dibinde bir politika ile karşı karşıyayız..

29 Mart 2021 Pazartesi

İrtica, “Eski’yi geri getirme” demek ise, AKP ile tam uyuşuyor!

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 28 Mart Pazar, 2021

 

Vikipedi’ye başvurdum İrtica ne demek diye, bana şunu dedi: “İrtica, eskiye geri dönüş, gericilik, geri kafalılık, reaksiyonizm veya retrosesyonizm, önceki koşullara dönüşü isteyen, aşırı tutucu ve ilerlemelere karşıt olan, herhangi bir toplumsal ya da siyasi hareket ya da ideoloji ve buna bağlı eylemler..”

İrtica, bir siyasal ideolojidir.

İrtica, Muhafazakarlığın (tutuculuğun) bir kısmında güçlü olarak bulunduğu gibi (fakat daha çok varolanı muhafaza), tamamen geri dönüşü isteyen çeşitli siyasal yapılar da vardır. Mesela Cumhuriyet’e karşı Krallık veya Padişahlık. Laik devlete karşı “din devleti”. Osmanlı zamanında da bazı “ilerici” padişahların mesela ordu düzeninde yapmak istedikleri yenilikçi hareketlere karşı istemezük ayaklanmaları da bu kapsamdadır.

Türkiye’nin Kuruluşunda “eskiye geri dönüşü olanaksız kılacak” medeni hukuktan tutun kadınların eşitliğine şapkaya Türkçeye Cumhuriyete Eğitim Birliğine kadar uzanan tüm devrimler yeni bir ülke yaratmanın temel taşlarını oluşturuyordu; başka bir açıdan bu devrimler geri dönüşün tüm yollarını tıkamak anlamını da taşır. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, ruhunda, özünde, evet “irtica düşmanlığı” vardır!

 

Neden güçlü bir yapı

 

Toplumsal yapıda “irtica” hiç eksik olmadı. Alttan alta yaşadı, yaşatıldı, korundu, desteklendi, büyütüldü. Toplumsal yapımızda “Cemaatçilik” çok güçlüdür. Bu, az gelişmiş kapitalizmin kısmen toplumsal yapıdaki cemaatçiliği dağıtamamasından da kaynaklandı.

Ama bu yapılar ilginç bir şekilde kapitalist örgütlenmelere dönüştü, dini kullanan birer kapitalist yapılar olarak yükseldiler. Yarattıkları ahaliyi büyük bir inanç sömürüsü ile üttüler. Paralarını varlıklarını aldılar, irili ufaklı taht ve krallıklarını kurdular, hepsi kendilerine büyük zenginlikler inşa etti. Okullar, üniversiteler, hastaneler... Üstelik en pahalısından! kapitaliste taş çıkartan, müthiş bir inanç sömürü mekanizması kapitalizmine imza attılar. Allahları ticaret para ve zenginlik!

 

 

Devleti kullandılar

 

Devlet, siyasi partileri daha büyük zenginlikler yaratmak için iyi bir kullanışlı alete dönüştürdüler.

Bunlar arasında en yeteneklileri FETÖ idi. Diğerleri daha sessiz sedasız gibi, ama mesela Sağlık Bakanlığı ve daha pek çok devlet kurumunda, kendi borularını öttürüyor. AKP en büyük destekçileri. AKP adeta, tüm bu yapıların şemsiye örgütüne dönüşüyor. Bu şemsiyenin altında FETÖ de vardı. Ama ne zaman ki Fethullah Efendi Erdoğan’ın iktidar koltuğuna göz dikti, kıyamet o zaman koptu.

AKP, bir liderlik partisi olarak, adeta bir irticai yapıdır. Lider değişse, belki yapı da değişir, bilemem. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, laiklik, Eğitim Birliği gibi büyük devrimlere düşmandır. Cumhuriyeti Osmanlı ile kendi dönemleri arasında bir reklam kuşağı olarak görmekteler. Lideri sultanlık inşa etmiştir, Anayasa’yı ve yasaları bu nedenle işine gelmediği zamanlar askıya almaktadır.

Kendi yaptığı Anayasa’ya bile aykırı düşerek İstanbul Sözleşmesi’ni fesh etmeye kalkışması, yasaları ben koyar ben kaldırırım tutumudur.

Hukukçu Ersan Şen, Anayasa’nın 50 maddesine aykırı hareket edildiğini söyledi geçen gün.

 

Cumhuriyet’in irtica duyarlığı

 

Cumhuriyet her zaman irticaya son derece duyarlı oldu. Bu duyarlığın temel nedeni, Cumhuriyet’ten geri dönüş kapısının bir şekilde açılmasını önlemekti.

İrtica bizde dini kullanan tarikat, cemaat siyasal yapılanma olarak otaya çıktı. Devleti siyaseti birer koza olarak kullandı. Bugün inanılmaz servetlere ulaşmaları ve dal budak yayılmaları bu sayede oldu.

Burada, ülkemizdeki kapitalizmin sömürge karakteri ile ülkeyi geri kalmışlığın dar alanında tutan karakteri da büyük rol oynadı.

 

 

İrticanın koltuğunda bir iktidar!

 

Silahlı Kuvvetlere eleman alımında “irtica” şartının kaldırılması, Saray’ın bilinçli politikasının bir sonucudur, bu yapılara mensup olanlara Ordunun kapıları sonuna kadar açılıyor.

Cemaat tarikat mensubu örgütlüdür. Bunların “namaz kılan” normal insanlarla bir ilgisi yok. Örgütlü yapılar, ahtapotun kolları gibi yayılmayı bilir. Her zaman.. Şimdi Ordu bu kollara teslim ediliyor.

Savunma Bakanı, bir zamanlar bu ordunun genel kurmay başkanının, “İrticaya yeşil ışık yaktığımız yorumu doğru değil. Değişiklik yönetmeliği daha etkin hale getirme çabası" açıklaması tamamen göstermeliktir.

Saray’ın niyet ve politikasını gizleme veya bu politikasının bir parçası olmayacak hiç kimse, hiç bir etkin makamda oturamaz.

Tıpkı Şentop gibi.

Onun da görevi, Anayasa’yı, Meclis’in hak ve hukukunu savunmak değil, liderinin her türlü tasarrufunu haklı çıkarmak ve desteklemektir.

27 Mart 2021 Cumartesi

Kongre: güç gösterisi kayıp iktidarı geri mi getirecek?!

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 23 Mart Perşembe, 2021

 

Bir manifesto kısa olur, net olur, anlaşılır olur. Bugüne kadarki söylem ve pratiklerinin dışında bir yenilik içermeyen uzun bir Kongre Konuşması oldu.

İçinde de yeni bir şey yoktu. Türkiye için söyleyecekleri sözleri bitirmiş ve hayali de olsa vaatlerini tükenmiş bir parti vardı.

Ama kongrede nizam vardı, intizam vardı, büyüklük gösterileri vardı, koskoca harflerle yazılmış sözcükler vardı.

Hepsi otoriter partilere yakışan bir disiplin içinde, noktası virgülüne kadar her şeyi önceden kararlaştırılmış AKP ve liderine yakışan, aslında demokrasi adına hiç bir şeyi içermeyen, ne tartışmanın ne farklı bir görüşün dile getirilebileceği, yeni yönetici kadronun tümünün daha önceden lider tarafından seçildiği ve belirlendiği, bu liste üzerine hiç bir kongre üyesinin farklı bir laf edemeyeceği, önlerine konan listeyi şeklen ve hukuki bir zorunluluk olarak kurulan sandığa attıkları, sandıktan çıkacak sonucu kimsenin merak etmediği bir göstermelik seçim ile, kısa sürede bitti olay.

 

Korona vız gelir tırıs gider

 

Geride kalan: Karşısında büyük kalabalıklar olmasını arzulayan  kitle karşısında yapılan konuşma. Zaten bu ve yaratılan görüntüler, lideri en çok mutlu eden olaydır.

Ne korona ne salgın ne başka bir şey önemlidir.

Günde 100.000 vakaya dayansın korona ne gam, bu kitlesel görüntüye toplum feda olsun!

Liderin tek tek tüm illerin isimlerini okuyarak selam göndermesi bile bu güç gösterisinin asli unsuruydu.

“Manifesto”nun bu en önemli bölümü yarım saat kadar sürdü!

 

Dimdik ayaktayız, iktidara yürüyoruz

 

Bu kongre iki yıllık seçime yönelik en önemli start sayılabilir, parti örgütü açısından. Parti örgütüne “yenilmedik, dimdik ayaktayız, iktidara yürüyoruz yeniden” mesajı verildi ve gazlandı.

Tüm anketlerin  ve halkın vicdanının yüzde 30 oyda sabitlediği AKP oyu, bugün itibariyle kayıp bir iktidarın varlığını gösterirken, iktidarda olmanın sahip olduğu verdiği güç, belirli bir seçmen kitlesini AKP’nin etrafında tutuyor.

Dün sabah HalkTv’nin haber programında kamu oyu araştırmacısı İbrahim Uslu, önemli bir noktayı yaklaşık olarak şöyle gündeme getirdi:

AKP’nin oyu yüzde 30’sa yüzde 30’dur. Bu anketlerde öne sürülen kararsız seçmen, aslında seçimlerde oy vermeyecek olan seçmendir. Zaten genelde seçime katılma oranı yüzde 83 civarındadır. Yüzde 15 kararsız seçmen aslında seçimde oy vermeyen – seçime katılmayan seçmen oranını gösterir. Geride yüzde 3-5 kararsız seçmen vardır ki, bunun partilere dağılımı da bir anlam ifade etmez.”

Yani iktidarını kaybetmiş bir AKP ve Saray, Kongre’de büyük güç gösterisiyle, yukarıda doğru bir tırmanış hayal ediyor.

 

19 yıl boşa, yeni başlıyoruz

 

AKP için en önemli bir nitelemeyi AKP Genel Başkan yardımcısı Mahir Ünal yaptı:

Yeni başlıyoruz, 19 yıl boyunca ancak hazırlıklarımızı tamamlayabildik, biz daha yeni başlıyoruz...”

AKP için çok şanssız bir ifade, çünkü halkı / seçmeni hiç bir şey görmeyen, bilmeyen, duymayan, anlamayan göbeğini kaşıyan adam statüsüne yerleştirdi!

Ama iktidarın 19 yıllık icraatını da böylece çöpe attı. Ne köprüler kaldı ne otoyollar (ki hazinenin içini boşaltan ve dolar bazında oldukları için bedelleri durmadan artan yüksek fiyatlarla yüksek borçlarla yapılan projelerdir) hepsi birden çöpe gitti.

AKP güven ve istikrar sloganlarıyla seçime yürüyecek.

Ülkede ne güven kaldı ne iktidar.

Bunları yok eden iktidar, sanki muhalefet partisi imiş gibi, ülkeye güven ve istikrar vadediyor.

Yoksa gerçekten Türkiye’nin büyük bir güven ve istikrar içinde bir ülke / toplum olarak mı görüyorlar?

 

Dış düşman

 

Konuşmanın özünde / merkezinde, dış politikada büyük işler başarmış, başarmaya aday, ve dünyanın düzenini değiştirecek bir lider profili vardı.

İçine düştüğümüz büyük yalnızlıklar ve düşmanlıklarla çevrili bir ülke lideri, dünya düzenini değiştirmeye aday...

Sanırım, önümüzdeki iki yıl içinde istikrar, Türkiye’nin düşmanlarla çevrili olduğu ve liderin etrafında toplanmamış gerektiğini esas alan bir dış politika eksenli geçecek..

Geceyarısı ne oldu da bu operasyon ülkeye çekildi?

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 23 Mart Salı, 2021

 

Ülke yanıyor ben de Suriye yazacağım diye anons ediyorum, yahu bu ülkede ne yazacağına ilişkin bir günlük bile olsa bir öngörüsü olabilir mi insanların. Yarını programlayabilir mi?

Finans işleriyle uğraşıyorsa, mesela yarın dolar satayım, TL’ye döneyim, nasıl olsa bir istikrar sağlandı, paramı TL’ye mevduat faizine yatırayım, diyebilir mi?

Dün bunu diyenler, dolarını bozdurup TL’ye dönenler ayvayı yedi.

Öyle bir yakalandı ve tuzağa düşürüldü ki, yeniden parasını operasyon öncesi değerine yükseltebilmek için, finans cambazlıkları yapmak zorunda kalacak, doluya koyacak boşa koyacak, hiç biri olmayacak.

Aynı şekilde ev, araba vb gibi yatırım planlayanlar da ayvayı yedi. Hayallerini şöyle bilinmeyen bir geleceğe doğru iteleyebilirler...

 

16 milyar dolara mı operasyon?

 

Son dört ay içinde 16 milyarın üzerinde ülkeye giren dış yatırımcı /sıcak para sahipleri birden ütüldüler. Mesela ortalama 7.20 gibi bozdurduysa dolarını (veya Avrosunu!) şimdi bakıyor ki TL 9’a vurdu! Dolara dönse milyar zararlarla kapatacak defteri. Yani muazzam ütüldü!

Yoksa bu 16 -18 milyarlık dış düşmanı finansal olarak yerle bir etmek için mi MB başkanına geceyarısı operasyonu tezgahlandı!

O zaman mesele yok. Ağbal, ülkesi için kahramanlık uğruna feda edildi, muazzam bir savaştayız, geceyarısı baskınıyla hadlerini bildirdik! Ağbal bu madalyayı gururla göğsünde taşıyabilir! Zafer uğruna mağlup! Önemli olan vatan,... Vatan söz konusuysa gerisi teferruattır!

Önce Ağbal ile gel gel yaptık düşmana, sonra paralarını iç ederek, Türkiye kaç bucakmış gösterdik. Milliyetçiliğin mukaddesatçılığın işte pür örneklerinden biri, tarihe yazılacak cinsten!

 

Yoksa Saray’a sızma mı oldu?

 

Yukarıda yazılanlara inanmadınız mı? Gayet ciddi ciddi yazmıştım oysa.. Yoksa yoksa bu geceyarısı operasyonda, dış düşmanların eli kolu suflesi olabilir mi?

Yabancılar bizi kıskanıyorlar, malum, en önemli zamanlarda bize operasyon çekiyorlar...

Baktılar ki, ekonomi kendini toparlayabilecek, istikrar için tünelin taaa dibinde de olsa bir minik umut ışığı sanki görünüyor; ülkenin bu yıl yüzde 6,5 büyüyeceği haberleri yayılıyor; gizli operasyon mu çektiler yoksa?!

 Yılanın başını küçükken ezeceksin! Ekonomik istikrarı için minik bir ışık göründüyse eğer, hemen ezip söndüreceksin ki, Türkiye başını kaldırmasın.

Yabancı emperyalist güçler postalla başımıza basmış gibi mi oldular?! Bunlar ülkeyi çökertmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor olabilirler.

Şüphe şüphedir! Ben vatansever bir insanım, komplo teorisi gibi görünse de, MİT harekete geçmeli ve bu operasyonun gerisini berisini girdisini çıktısını araştırmalı, Saray ile yapılan tüm haberleşmeleri incelemeli, derim.

Cumhurbaşkanına bu geceyarısı operasyonunu kimin tavsiye ettiğini merak edenler var. Kimisi Yeni Şafak ve Sabah gibi gazetelerin manşetlerini gösteriyor, yoksa oralara mı bir sızıntı oldu ve manşetlerle Saray aldatıldı? Pek çok konuda, olduğu gibi.. Bunu bildikleri için gizliden gizliye neler karıştırdılar?

 

Niye konuşmazlar!

 

Cumhurbaşkanının kendiliğinden, bu kadar önemli yakıcı ve çökertici kararı kararı tek başına verdiğine inanmayanlar çoğunluktadır halkımız arasında: Yoo imkansız, o yapmamıştır! İbrahim Kalın mı önerdi, Fahrettin Altun mu, yoksa Nurettin Canikli mi? Yoksa Jöleli mi?

Öyle şey yapmazlar biliyorum!

Ben Saray’a bu operasyon fikrini sızdıran yabancı istihbarat örgütleri varsa, onları merak ediyorum.. Saray’la kimle ilişki içindelerdi?

Canikli kendi adına mı açıklama yaptı yoksa bu operasyonu aklamak için mi topa girdi. Bilinmezlikler diz boyu!

Bazen incir çekirdeği kadar önemli konularda ortalığı yıkan açıklamalardan geri kalmayan Altun ve Kalın, ülkeyi dipsiz uçuruma iten geceyarısı görevden alma konusunda hiç söyleyecek söz bulamadı mı, konuşmaları gereken bu gün, neden susarlar!

Konuşup ülkeyi, ekonomiyi rahatlatmaları gerekmiyor mu? Eğer bir dış operasyon varsa, isim vermeseler de olur, lanetlemeleri görevleri değil miydi?

Yoksa “milliyetçi economist” Jöleli mi önerdi? Hayır mı? Peki ekonomi başdanışman olanak, ortalığa dökülüp neden bi dirhem açıklama yapmaz, yoksa konuşma yasağı mı var!?

Olayı dış düşmanların üzerine atabilir! Atsa da rahatlasak!

 

***

Yahu ne olduğunu açıklayın, ölücem meraktan!

24 Mart 2021 Çarşamba

10 yılda yiyip bitirilen bir ülke, komşumuz, Suriye

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 22 Mart Pazartesi, 2021

Suriye’yi parçalama savaşı 10.yılını bitirdi, Mart 2011- Mart 2021. Bu konuda 2011’den bu yana 100’e yakın köşe yazısı yazdım, belki fazla. 10 yıl içinde bir ülkenin nasıl yok oluşun eşiğine geldiğini, parçalandığını ve ne kadar büyük bedeller ödediğini, 7 milyona yakın en verimli nüfusunu kaybettiğini, pek çok kentin yıkıntıya dönüştüğünü, zenginliklerinin yağmalandığını ve hala daha sürecin sona ermediğini ve belirsizliklerin sürdüğünü seyrediyoruz.

Önce kısa bir bilanço:

·            Savaşın ekonomik kaybı 1 trilyon $

·            12 milyondan fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı;

·            5,6 milyon Suriyeli Türkiye, Lübnan, Ürdün’de sığınmacı/ mülteci

·            6,6 milyon insan, tahminen, ülke içinde yerlerinden edildi.

·            387.000 insan öldü, tahminen.

·            200.000 insan kayıp, tahminen.

·            Resmi hükümet / Şam, henüz ülkenin yüzde 60’ını kontrol edebiliyor.

·        2 milyon aşırı yoksulluk içinde yaşıyor, vb

 

ABD ve batı kışkırtıyor

 

Suriye’de iç savaş, Arap Baharının Suriye’ye sıçraması ve özellikle sünniler arasında gösterilerin başlamasıyla patlak verdi. Libya’yı halleden ABD ve Avrupalı müttefikleri, hemen bu gösterileri kışkırtmaya yöneldiler. Sıradaki ülkeydi. ABD’nin planları açıklandı: Üçe bölünecekti.

Irak’ın parçalanmasıyla ortaya çıkan İŞID /DEAŞ daha sonra hızla Suriye’de yayıldı ve Irak –Şam İslam devleti adı altında örgütlendi. İç savaşta bu örgütler Katar – Suudi Arabistan ve kısmen de Ankara tarafından desteklendi.

Dünyanın dört bir yanından, Türkiye dahil, El Kaide dahil, köktendinci örgüt elemanları Suriye’ye aktı ve İŞID bayrağı altında savaştı.

2015’ten itibaren de Rusya ve İran askeri olarak Şam’ın yanında yer aldı.

Rusya ve İran Suriye’nin bütünlüğünün yeniden sağlanmasından yana, ABD ise, özellikle Türkiye sınırı boyunda Irak’tan Akdeniz’e kadar uzanacak bölgede bir Kürt oluşumu için savaşın içine girdi.

 

“Tarihi uzantımız”

 

Ankara aslında bu paylaşımda da taraf oldu. Şam’da Emevi Camiinde namaz kılacağını bile açıkladı o zamanın Başbakanı RTE. Davutoğlu ile birlikte, Suriye’nin aslında bir Osmanlı bakiyesi olduğunu açıkladılar ve hem tarihi hem kültürel hem akrabalık ilişkileri nedeniyle Türkiye’nin söz sahipliğini ilan ederek buna uygun politikalar geliştirdiler. Bir, “Suriye aslında Türkiye’nin doğal bir parçasıdır” demedikleri kaldı. Şam’a karşı,  ABD ve Suudi- Katar büyük mali destekleriyle “Özgür Suriye Ordusu”nu yapılandırdı Ankara. Son bir yıldır da bu yapıya komik bir şekilde “Suriye Milli Ordusu” diyor.

Ankara, belki bu “doğal tarihi uzantımız” nedeniyle değil, ama ABD’nin, PKK/PYD ile sınırlarımız boyunca bir Kürt yapılanması- koridoru politikasına karşı ülke güvenliği ve terörizme karşı önlem gerekçeleriyle, bu yapılanmayı askeri müdahalelerle olanaksız kıldı.

Özgür Suriye Ordusu yapılanması Ankara’nın kontrolünde bazı bölgeleri kontrol altında tutuyor, bizim TSK ile birlikte.

 

Kim nerede

 

Şam’a karşı savaşan İŞID artıkları, Kafkas bölgelerinden ve Doğu Türkistan’dan, Afganistan’dan vb gelen çeşitli terör örgütleri, Suriye’nin esas olarak, güneyimizde İdlip bölgesinde tutunuyorlar. Rus ve Suriye askeri güçleri bu örgütleri Idlib’e sürdü, İdlib’in ülkemize yakın bölgesinde ÖSO ve bu silahlı çeteler varlıklarını sürdürüyor. Tabii TSK da hem burada hem de Afrin ve Azez’de bulunuyor.

Bölgede Suriye + Rus askeri güçleriyle TSK arasında da ciddi çatışmalar yaşandığını unutmayalım.

Türkiye hem İran ve Rusya ile Suriye’nin toprak bütünlüğü için bir ittifak içinde, hem de asker güç olarak arada sırada çatışma içinde. Ender görülecek bir durum!

ABD ise PKK / PYD ile birlikte, ülkenin petrol bakımdan zengin önemli bir kısmını işgal altında tutuyor.

***

Peki Cumhurbaşkanı’nın 5 gün kadar önce Avrupa’ya yaptığı, Suriye’de Türkiye’yi destekleyin açıklamasının, bu manzara karşısında, anlamı nedir, ne demek istiyor? Yarın...

En koyu gerici cephenin inşası

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 21 Mart Pazar, 2021


Bu iktidarın en iyi bildiği strateji kamplaşmadır, ülkeyi kamplara ayıracak parçalayacak ve oradan saray çıkartarak yönetecek. Korku, en gerici cahiliye kültürünün derinliklerinde yatar; onları tarihin çöplüklerinden ayıklayacaksınız; üzerine güncel yalanları bir bir ekleyeceksiniz, anıt heyulalar yaratacaksınız, bunlarla birlikte yürüyeceksiniz.

Kadın hak ve özgürlüklerini evrensel içerikle savunan ve bu iktidarın imzaladığı İstanbul Sözleşmesi, ters yüz edilmesi de kamplaşma stratejisinin bir parçası.

Sözleşme imzalandığı zaman, 2011 Mayısında, AKP bunun meyvelerini topladı, aslında gericiliğin daniskası yüzünü cilalatarak, Haziran seçimlerinde en yüksek oyu aldı: Yüzde 49,83. İşler de yolunda gidiyordu! Para boldu!

 

Dipsiz kuyuda seyahat

 

10 yıl sonra bugün Türkiye dipsiz kuyuda büyük düşüş yaşarken, buna doğal olarak AKP / Saray politikası /RTE düşüşü çöküşü ile eşlik ediyor.

Seçimleri kazanamayacağı belli. Ne ülkeyi esenliğe nasıl çıkartacakları konusunda bir fikirleri var, ne de olsa bile bunu yapacak güçleri.

Ayrıca zamanları da yok. 18 yıllık iktidarlarını bugünkü büyük çöküş için harcadılar. Her popülist iktidarın sonu budur. Günü yaşarlar, har vurup harman savururlar, kendi yandaşlarına ülkenin zenginliklerini ve Hazinenin / halkın vergilerini peşkeş çekerler; toplumun ve ülkenin geleceği asla sağlam kazıklar üzerinde inşa etmezler!

Şimdi İstanbul sözleşmesine dokunmasalar kendilerine bir yararı olmayacak, ama sözleşmeyi kaldırarak, büyük bir gerici dinci kadın düşmanı erkeksi bir gerilim cephesi inşa edebilirler. Sözleşmenin feshinden bir kayıpları olmayacağını görüyorlar, ama kazançlarını hesap ediyorlar.

 

Büyük gerici cephe inşası

 

Ben buna muhafazakârlığın inşası demeyeceğim, ülke tarihinin en büyük gerici cephenin inşasını seyrediyoruz. Cumhuriyet düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı, Kurtuluş ve Kuruluş Savaşı düşmanlarıyla kol kolalık, aslında kendilerinin de varoluşu anlamına gelecek laiklik düşmanlığı...

Bu kirli cephede her şey var. Cinayet işleyecek, işleyebilecek, kadınları ezen tüm erkekler, kadınları sonsuz yararlanma nesnesi olarak gören ve kabul eden tüm dinci yapılar da bu cephenin doğal müttefikleri.

Demirel’in MHP ile Milliyetçi Cephe’sine rahmet okutabilir bu cephe!

Saadet Partisi’nin yapısı da aslında bu cephenin bir parçası. Feshetme, ortalama yüzde 1,2 oyu olan bu partiyi de en büyük gerici ittifakın bir parçası haline getiriyor. Zaten ayağa gidilerek yapılan görüşmelerin temelini bu sözleşmenin feshi oluşturuyordu. İşlem tamam.

Saadet, Millet İttifakının yanında kalırsa, gerici cephenin ideolojik temel taşları ve kurulmak istenen cephe inandırıcılık açısından da eksik kalacaktı. Türkiye ve gelecek açısından kötü olan her şeyin bir arada olması gerekir. Şimdi en büyük adım atıldı, aynı zamanda Saadet diye bir partinin yok oluşuna doğru da.

 

İktidarı asla kaybetmemek

 

Bundan sonra izleyeceğimiz, bu büyük gerici cepheyi güçlendirecek ve toplumu iyice gerecek politikaların bir bir ardına gelmesidir.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, şüphesiz ki gerici cephenin çimentosudur.

Bundan sonraki adımlar daha sert, daha kamplaştırıcı, daha ötekileştirici olacak.

Bu adımları belirleyecek olan, “iktidarı asla kaybetmemek, vermemek” stratejisidir.

Bu amaçla, ne gerekirse göze alınacağını bilmem söylemeye gerek var mı?

Önümüzdeki iki yıl bunları yaşayarak göreceğiz. Hayallerinizi serbest bırakın! İktidar için her şey mubah dönemine giriyoruz.

 

Çöp olan sloganlar

 

Dış konular, iç konular her şeyde yeni durumlar yaşayacağız.

İç ve dış düşmanlar... Gerilim politikaları...

Amaç kamplaşma ile öncelikle kendi, giderek daha geniş seçmen kitlesini iktidar çevresinde bütünleştirmek.

 Peki ekonomi diyeceksiniz!

Büyük kuşatılmışlık, yok oluşun eşiğinde bulunmanın yanında ekonominin, yoksulluğun, işsizliğin bir önemi mi olur!

Bu nedenle Saray, önümüzdeki iki yıla “Türkiye için istikrar ve güven” sloganlarıyla giriyor.

Türkiye’yi ilk 10’a sokacağız, zenginlik tavan yapacak” sloganlarıyla girecek halleri mi var! Onlar zaten çöp oldular!


19 Mart 2021 Cuma

“Büyük Çıkmaz” içinde boğulan ülke, düşünce yasak, korona serbest