29 Aralık 2019 Pazar / Bilim ve
Siyaset - Orhan Bursalı
Bir feci durum daha yaşadık, gazetecilik, hukuk,
demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, adalet adına.
Ülkemiz adına bir yargı, hukuk, adalet cinayeti daha
işlendi..
Sözcü’de çalışan bir grup yazar ve yöneticisine açılan
Fetöcü. “Fetö’ye yardım” davası uydurukluğundan mahkumiyet çıktı.
Necati Doğru, Emin Çölaşan, Mustafa Çetin
Metin Yılmaz, Yücel Arı, Gökmen Ulu ve Yonca Yücekale’ye 2 yıl ile 4,5 yıl arasında cezalar verildi.
Mahkemenin de inanmadığı bir dava olduğunu avukat Celal Ülgen şöyle açıklıyor: Mahkeme
yargılananların “Fetö ile iltisaklarının bulunmadığı konusunda kanaat getirdi
ki, indire indire cezayı 3 yıl 4 aya indirdi”.
Şöyle bir bela sardılar hukukun başına: “Terör örgütüne
üye olmadığı ve hiyerarşik yapıda bulunmadığı halde, bilerek ve isteyerek
yardım etmek...”
Bunun kanıtını sormayın. İsterlerse mesela “bir Asya Bank
şubesinin önünden geçtiler Fetö’nün bankaya para yatırın çağrısını izleyen
günlerde...” bile derler..
Bu dava, Cumhuriyet’in de Fetöcülükle suçlanması ve daha
pek çok benzer davalar gibi, muhaliflere yönelik siyasi talimatla, kasıtla,
intikam hırsıyla açıldığı çok açıktır.
Karar sonunda iptal edilecek
Adalet mekanizmasının tümüyle iktidar atamalarıyla
oluşturulduğu yargı sistemi bu anlamda bağımlıdır ve siyasal irade istediği
zaman verdiği vereceği talimatlarla bu mekanizmayı yönlendirmektedir.
Mahkemeler de normal bir zamanda yargıya müdahale
edilmediği zamanlarda böyle bir dava dosyasını kabul bile etmeyecekken, en alt
sınırdan ceza vererek vicdanlarını sözde kurtarıyorlar.
Verilmezse, mahkemeyi bile dağıtabiliyorlar, hakimleri
değiştirebiliyorlar, cezalandırma atamalarını devreye sokuyorlar; tüm bunlar
aslında yargıçların özgürce karar vermelerini önleyici müdahaleler... Öyle
mahkemeler var ki, Anayasa Mahkemesi’ni bile takmıyor.. Böyle bir düzen
yaratıldı.
Bu karara gelince, eninde sonunda dönecektir, çökecektir,
iptal edilecektir ve bugün ceza alanların hepsi aklanacaktır.
İlk mahkemenin kararı da ve imzacıları da iptalin altında
kendini nasıl hissedecektir?
Fatih Altaylı önceki günkü yazısında, adalet mi
önemli yoksa otomobil mi diye haklı olarak soruyordu.. Güzel bir yazı.
Adaleti üretemeyen bir ülke ve iktidar, otomobil reklamı
ve propagandası ile adaletsizliği örtbas ediyor.
Hayır, önce Adalet, Hukuk,
Özgürlük!
KÖPRÜ VE KANAL İSTANBUL
Yandaş tayfa “İlk
köprüye, köprülere de karşı çıkmışlardı,” diyor Kanal İstanbul ucubesini
eleştirenlere. Köprü ile söylenenlerden birer cümle seçerek yayıyor. Bunlar
ucuz polemikler. Tüm karşı çıkış metinlerinin güçlü gerekçeleri var. İlk köprü
1973’te açıldı. Şüphesiz ki otomobiller için. Oysa İstanbul’da toplu taşımaya,
insanların rahatça bir yerden bir yere gitmelerini sağlayacak insan taşıyan büyük sistemlere ihtiyaç
olduğu yazıldı hep.
İstanbul’da ilk yeraltı metrosuna kazmayı, Taksim’de
sağcı iktidarların hiç biri vurmadı. CHP’li belediye başkanı Nurettin Sözen vurdu.
Sağcı iktidarların hepsi gösterişli yerüstü yapılarıyla
uğraştılar.
1970’li yıllarda metroya başlansa ve iktidarların ve
belediyelerin düzenli politikaları olsaydı, bugün İstanbul metro ağıyla
donatılmış ve böyle bir trafik belası eziyeti yaşanmamış olurdu.
Köprü mü yoksa metro mu.. Peki ikisi de ama öncelik
metronun..
Bu bir Halkçı
tercihtir. Bu tarakta bezi olmayanların, trafikten şikayetçi olmaya da
hakları yoktur.
Hele hele “köprüye
de karşı çıkmışlardı” gibi içeriksiz ve bedava göndermelerle, İstanbul ve
Türkiye’nin başına çok ağır bir bela olacak Kanal İstanbul’u savunmaları da
tarihsel ve ağır bir sorumluluktur.
Ama öyle dertleri mi var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder