26 Ağustos 2019 Pazartesi / Bilim ve
Siyaset, Cumhuriyet
Emine Bulut’un “yaşamak istiyorum” çağrısı ve cinayetin videosu
ülkeyi ayağa kaldırdı. Cumhurbaşkanı bile açıklama yaptı. Medya ve sosyal medya
haklı olarak yıkılıyor.
Fakat yine de beni rahatsız eden bir şeyler var.
Cinayet cinayettir.
Şüphesiz işlenip biçimi tüyleri diken diken edebilir,
katilin hangi azman ve dizginlenemez vahşi duygulara sahip olduğunu görüp
tepkimizi bir kaç misli arttırabiliriz.
Mesela “Vahşice..” lafı beni bunaltıyor. Bir kadının
öldürülmesi sadece “vahşice” lafıyla manşetlere çıkıyor ve ülke çapında
konuşuluyorsa, bunun gerisinde belki şu düşüncenin ipuçları sırıtıyor gibi, “öldüreceksen bile adam gibi, efendice öldür..”.
Nitekim yılda 400 kadar kadın cinayetinden büyük
çoğunluğunu, gazetelerin üçüncü sayfalarında bir günlük ömür ile yolcu ettik.
Yardım mı,
çekim mi önemli
Olayın bir de “seyirlik” yönü var ki, insanı derinden
tırmalıyor.
Mesela olayın videoları.
Anne Fadime Bulut, cinayet işlenirken insanların
yardım yapmak yerine cep telefonuyla kamera çekimi yapmalarına veryansın ediyor
ve “çocuğum orada çırpınırken nasıl oluyor da yardım yapacaklarına çekim
yapıyorlar, 10 yşındaki torunum ‘anneanne ben yardım çağırın diye bağırıyorum
onlar çekim yapıyorlar’ diyor.”
Bu olay, intihar etmek için dama çıkan birine “atla
atla” diye tezahürat yapmaya benzer.
Elinde cep telefonu ile hayatının videosunu çekme
fırsatı yakaladım diyşe düşünen insan da, tercihini aslında cinayetin
gerçekleşmesi yönünde kullanmış olmaktadır. Cinayet yarım kalsa, videosunun
önemi son derece azalacaktır. Ama şimdi olayı tam saptamanın madalyası ile
toplum içinde yerini almıştır.
Bunun, savaş cephesinde olayları izleyen ve ölümleri
saptayan gazetecilikle benzerliği yoktur.
Bir seyir toplumuna dönüştük.
Erkeklerin
sorunu ne?
Erkeklerin cinayet işleme veya kadınlara ağır
saldırılara kalkışmasının ardında, büyük ölçüde tek konu var: Kadının boşanma
ve ayrılma talebi. Ve ayrıca genç erkeklerin kız arkadaşından terkedilmesi..
Kadın durup dururken ayrılmaya kalkışmaz. Şiddet, on
paralık kişilik, eğitimsizlik, ve önemli ölçüde de topluma entegre olamamak...
Ayrılıkların çok azında “başka bir erkek / başka bir
aşk” meselesi olduğunu düşünüyorum. O noktaya az sayıdaki kadının da neden
geldiğini incelersek karşımıza büyük ölçüde koca çıkarsa şaşırmayalım.
Emine Bulut olayında 4 yıl önceki boşanma var.
Adamın çocuğu gibi bir derdi yok. Varsa yoksa bir
dönem birlikte olduğu kadın. Kendine yeni bir hayat kuramamış. Sürekli
ayrılmanın bunalımını yaşıyor.
Bir iş, ev, yeni bir eş sahibi olamamışlık.
Kafayı takmak, tamamen bir ağır psikolojik bozukluk.
Ayrılmanın ve boşanmanın travmasını üzerinden
atamamak..
Zaten işsizlik diz boyu.. Dünkü yazımda belirttiğim
gibi bir toplumsal cangıl içinde yaşıyoruz.
Topluma yeni bir entegrasyon olamayınca, yalnızlık
çukurunda debelenerek tüm insaniliğini yitiriyor ve tüm cangıl içinde tüm
vahşiliği ortaya çıkıyor.
Ataerkil
toplum mu?
Şüphesiz ki eğitim ve eğitimin niteliği ile ilgisi
var. Ama sanmayınca sadece eğitim ile sorun çözülür. Önümdeki bir diğer habere
bakıyorum, adam doktor, karısını izliyor, yerini söylemeyen kızını vurup
öldürüyor.
Şüphesiz toplumda her alanda erkek egemenliğinin kadın
üzerindeki ağır yansımalarını yaşıyoruz. Hele bizim gibi toplumlarda!
Erkek, toplumda, bu egemenliğine uyan bir rol
alamayınca sorun katmerleşiyor.
Ailenin kötü ekonomisi sorunları katmerleştiriyor ve
insanlar altında eziliyor.
Peki ne
yapmalı?
Hep kadınlar açısından yaklaşıldı konuya. Devletin –
iktidarların bu konuda şüphesiz ki vurdumduymazlıkları.. Mahkemelerin kravata
bakarak ceza indirimine gitmeleri gibi cinayete prim verme komikliğine
düşmeleri.
Halbuki cezaevlerinde kendisini nasıl bir hayatın
beklediğini görmeleri gerek. Belki bu konuda röportajlarla toplumun gözüne
sokmalı.
Boşanmış erkeklere neden topluma zorunlu uyum terapileri gündeme gelmesin? Kadınlara da
erkeklere de hayatlarını düzenlemeleri için “topluma entegrasyon” devlet-
sosyal dernek vb işbirlikleri doğmasın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder