22
Ocak 2019 Salı / Bilim ve Siyaset Cumhuriyet
Fazıl Say
üzerinden Cumhurbaşkanına güzelleme dizeleri düzmek kolaycılığın ve “ah Cumhurbaşkanım, şu Fazıl Say’ı bir
dinlemeye gitseniz de, sizi öve öve bitiremesek; Müjdat Gezer ve Metin
Akpınar’a yaptığınız ve bizi de açmazda bırakan o kötü günleri geride bıraksak..”
fırsatçılığının dışavurumudur.
Hayır,
Cumhurbaşkanının bir klasik müzik konserine gitmesine, bu konserin de Fazıl
Say’ın konseri olmasına hiç karşı değilim; bugüne kadar hiç oralarda gözükmedi.
Bundan aferin çıkartacak bir şey yok ortada. Klasik müzik konserlerine, devlet
tiyatrolarına düzenli gitsin. Hatta sinemaya gidip Şampiyon filmini de izlesin! Bugüne kadar bunları yapmadığı ayıp.
Türbanlı kadınlar kızlar konserlere, tiyatrolara gidiyor, Reis’ten daha ileriye
geçtiler.
Güzellemelerde
bulunanlar, şu soruyu da sorsalardı keşke: Sayın Cumhurbaşkanı, himayelerinizde
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası icraatta
bulunuyor, 16 yıldır bir kez olsun sizi orada görmedik, neden? İnsanlığın bu
müthiş klasik müzik servetiyle bir kez olsun tanışmadınız... Paris’te
liderlerin de katıldığı konserde ise dikkatinizin epey dağınık olduğu görüldü.
Cumhurbaşkanı
şüphesiz bir siyasetçi, bugüne kadar ülkenin sanat ve sanatçısıyla ilişkisinin
hiç de iyi olmadığını gösterdi, dahası kavga etti, saldırdı, aşağıladı;
ülkesinin sanatıyla sanatçısıyla bu kadar kavgalı, sanat birikimini bu kadar
dışlayan bir lider bulamazsınız. Dahası
kendi tarafını suçladı, sanatımızı yaratamadık diye.
Oysa
ne ülke sanatsız ve sanatçısızdı ne de bilimsiz ve felsefesiz. Ona göre, kendi
buyruğu altında olmayan ne sanat olabilir ne siyaset ne kültür..
RTE’nin
konser çıkartmasını, bugün ancak bu alanda bütüncülüğü olmayan, siyasi bir
gösteri olarak nitelendirebiliriz. Dün Barış Terkoğlu’nun yazısında, vaktiyle
RTE’nin genelevde bile onların hayatlarını değiştireceği vaadiyle oy
istediğinin belgeleri vardı.
Fazıl Say’a haksızlık
Konserine
davet etti diye Fazıl Say’a yapılanları da onaylamak mümkün değil. Herkes
toplumdaki değerlerden kendi düşündüğü gibi davranmasını, tutum almasını, laf
etmesini istiyor. “Cumhurbaşkanı karşı kutup, senin ne işin var onunla? Neden
çağırdın? Sanatçılara yaptığı saldırıları görmüyor musun, neden dik
durmuyorsun..” bir dizi gevezelik. Tamam herkesin görüşünü söyleyeceği bir
ortamdayız artık. Ama “benim gibi düşün, yap” dayatması aldı başını gidiyor.
Fazıl
Say sanki şimdi tüm görüşlerini sildi, “demokrasi, özgürlük” kampına küfür
etmeye başladı, RTE iktidarını öve öve bitiremiyor. (Bir zamanlar liboşlar,
şimdiki bazı sanatçılar gibi..)
Öyle
bir durum mu var?
Hayat,
sürekli “sen o burçta ben o burçta”.. geçmiyor. Sosyal medyada “hayat siyah
beyaz değil, ikisi arasında sürüyor” dedim ve bu burçtan top ateşleri yapıldı.
Benim için “siyah ve beyaz” hayatın başlangıcı ve sonudur, ve hayat bu ikisi
arasında sürer. Tüm kamplaşmalar, kavgalar da.
Biraz
sakin olalım, nefret kültürü kendi değerlerimizi de mezara gömdürecek kadar
benliğimizi esir almasın. Karşıdaki nefretin bizi ittiği nefret hapishanesinin
esirleri olmayalım. İstedikleri zaten o...
“UÇUŞA YASAK BÖLGE” OLUR MU?
Bir
zamanlar tıpkı Irak’ta olduğu gibi, ABD Suriye’nin Türkiye sınırına yakın 32
km’lik bölgesini uçuşa yasak ilan eder mi?
Etmeyecek
denebilir mi?
Ankara’nın
Suriye politikasının görünmeyen veya yer yer sırıtan arka alan bölgesinde,
Suriye’nin bütünlüğünü savunuyoruz lafları ardında, gizli bazı hesapları
sezmemek mümkün değil.
Bunun
en açık kanıtı, Şam - Suriye Ordusu’nun Münbiç’te bazı yerleri ele geçirmesinden
duyulan rahatsızlıktı. Neden?!
Ankara
Şam ile düşmanlığı sürdürüyor. Ve Şam’ı PKK / PYD ile uzlaşmaya itiyor.
Ankara,
ABD’ye IŞİD’i biz bitiririz derken, Rusya ile vardığı İdlip’te 10 kilometrelik
alanın köktenci teröristlerden temizlenmesi sözünü de yerine getir(e)medi. Ve
bunlar Moskova’nın elinde birikiyor.
32
km’lik uçuşa yasak bölge, Suriye’nin parçalanmasının geri dönülmezliğinin
işareti olur.. Ve Türkiye’nin her bakımdan esir alınmasının..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder