2 Eylül 2018 Pazar /
Bilim ve Siyaset, Orhan Bursalı
Ataköy’de parkta oturuyoruz. Türkmen olduğunu öğrendiğimiz genç bir
kadın servis yapıyor. 10 yıldır buradaymış, gidip geliyor. “Türkmenistan’ın
doğal gazı var ama halka vermiyor ki” diyor. 1800 TL alıyor, ama daha yüksek
ücretle hasta bakımında veya eve yardımcı olarak çalışma arayışı içinde. Hızlı
para biriktirecek. Tabii ki kaçaklar...
Kadıköy Altıyol’da arada yemek yediğimiz
lokantada çalışanların bir kısmı değişmiş, Türk Cumhuriyetlerinden değiller, Afganız diyorlar, tabii ki
sigortasızlar.
Kaç Afgan var ülkemizde, ne zamandır geliyorlar
ve bunların kaçı TC kimliği aldı... Haberlerde İran üzerinden ülkemize
girdiklerini okuyoruz. Resmi mi giriyorlar yoksa kaçak mı.. resmi ise neden
izin veriliyor, kaçaksa burası yol geçen hanı mı?
Çevrede hizmet veren bu tür yerlere bakıyoruz, bu
etnik değişimin izleri her yerde.. Adalarda da benzer durum var. Dil ancak bir
kaç cümle, menü ile sınırlı. Ekmek, su, balık, hesap, çorba vb.
Büyük bir nüfus değişimini yeni değil.
Yüzbinlercesi, on yollardır evlerde yaşlılara hizmet veriyor, başka kimse yok,
sağ olsunlar.. Şimdi ise evlerden dışarıya, hizmet sektörüne taştı olay.
Anadolu’da gelişmiş kentler diyordur ki şimdi: Ooo merhaba İstanbul, İzmir,
Ankara, bizler çoktan istila edilmiş durumdayız. Çoğumuz işsizlik parası
alıyoruz. Çünkü köle gibi çalışan mülteciler var..
Türkiye bir emek sömürge ülkesine de dönüştü.
Görünür olanın dışında, merdivenaltı ekonomide,
inşaatlarda vb kimbilir ekmek parasına hangi yüzbinler çalıştırılıyor.
Ücret
kırıcılığı
Tam bir emek
ücreti kırıcılığı mekanizması devrede.
Türkiye ekonomisi ağırlıklı olarak, yüzde 70
gibi, emek yoğun yapıda, düşük ve orta teknolojik ağırlıkta. Daha çok ihracat
yapacaksan, emeği daha ucuza mal edeceksin ki, rekabet edebilesin.
Çöktü çöküyor diye epey bir süredir yazıp
çizdiğimiz ekonominin bugünkü felaketini de yine çalışanlar, emekçiler
üstlenecek. Tabii akılsızca borçlananlar da batacak. Emme basma tulumbanın
çalıştığı kuyunun dibinde su kalmadı, saadet zinciri koptu. Bu kopuş ve batış
süreci aslında 6-7 yıl önce başladı, her şeyi bilen iktidar seyretti...
Gelinen nokta: Aaaa battık!
BİR MEKTUP:
Okurumuz Murat
Yasa, Türk vatandaşlık kimliği alan
yabancı uyruklular başlıklı, büyük bir çoğunluğun paylaştığı bir mektup
gönderdi:
“Sayın
Bursalı, gittiğim plajda yer göstermekle görevli çocuğun kederli hali dikkatimi
çekti. Türkmen olduğunu, bu plajda ki görevi sona erince kışın ne yapacağını bilmediğini, ama
Eylül ayı sonunda vatandaşlık belgesi alacağını söyledi.
Kadıköy
çarşısında bir manavda çalışan Afganlı bir çocuk da vatandaşlık belgesi
beklediğini söylemişti. Genelde Türkiye’ye seyahat edeceği zaman, şirketimizden
davet mektubu isteyen Mısır’da yatırım yapmış bir Suriye vatandaşı da son Mısır
seyahatimde sırıtarak Türk vatandaşlık kimliğini gösterdi ve artık davet mektubuna
gerek olmadığını söyledi. Bu 3 olay şunları düşündürdü:
1-
Vatandaşlık kimliği alan veya alacak bu 3 kişi
de çalışma hayatı için vasıfsız sınıflamasında. Durum böyle iken Türkiye de
%15’leri bulan işsizliği arttırmayacaklar mı?
2-
Sevr anlaşmasının ağır şartlarını, Lozan
anlaşması ile yırtıp atan Türkiye bugün 4 Milyon Suriyeli, 200-300 bin Afgan vb.
mülteci tarafından işgal edilmiş durumda.. Türk vatandaşlığı bu kadar ucuz mu?
3-
Türkiye’yi (gemiyi) terk edenler Portekiz,
Malta, Yunan vatandaşlığı alabilmek için 500 000 € ödeyip yıllarca beklediği
halde, bizim vatandaşlığımızı bu şekilde ayaklar altına düşürmemizin anlamı ne?
Gelişmiş ülkelere akan beyin göçünün başlıca nedenlerinden biri de, bu mülteci
akınıyla toplumumuzun kalitesizleşmesi değil mi?
4-
Türk gençleri, bu ülke vatandaşları için şehit
olurken, bu ülke gençleri neden ülkeleri için çarpışmıyor? Havalanı pisti tipi kesilmiş
saçlarıyla, sakalla örtülmüş yüzleriyle etrafta fink atıyorlar. Bu vasıfsız
kişiler yoksa seçimlerde lehte oy verecek bir oy deposu olarak mı görülüyor?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder