6 Eylül 2018 Perşembe / Bilim ve Siyaset, Orhan Bursalı
Bölge
için en önemli tek gerçek şu: Suriye Ordusu İdlib’e dayandı ve yurdunu vatanını
kurtarmak, ülkesini bütünleştirmek istiyor. Arkasındaki Rusya, sonsuza kadar
Suriye parçalanmış kalamaz diyor.
İkinci
gerçek de şu: ABD Suriye’nin bölünmüş kalmasını istiyor. İdlip için
provokasyonlar hazırlıyor. İki nedenle: İdlip Şam yönetimi altına girerse, sıra
Amerikan yönetimi altındaki Fırat’ın doğusuna gelecek. Suriye’nin kendi
topraklarını kurtarması, bölgenin sonsuza kadar birbirini yiyenlerin coğrafyası
olarak kalması, ülkelerin birbirine düşürülmesi, Rusya ve İran’a karşı
Suriye’nin parçalanmışlığını koz olarak sürekli kullanmak isteği. İsrail
lehine!
Türkiye’nin gerçeği: İdlib’de varlığım ne olacak derdinde: Boşuna mı oraya girdik! Ankara
İdlib’deki statükoyu korumak istiyor. Ama bunun olasılık dışı olduğunu da
biliyor. Durdu durdu, İdlib’deki en büyük terör örgütünü sonunda listesine almak
zorunda kaldı. Ankara’nın Suriye’nin bütünlüğüne sağlamasına yardım için güçlü
bir gerekçesi var aslında: Baştan ilan etmişti, toprakları işgal için orada
değiliz diyerek.
O
halde bir mesele yok. Bazı aklıevvel iktidar silahşörleri, hâlâ Esed, İdlib vb
diye yazıyor. Kafaları geçmişte kaldı, gerçeklerden kopmuş durumdalar.
Sanıyorlar ki Davutoğlu zamanındaki
gibi “orası Osmanlı, yani bizim toprağımızdı, aldık... ve orada kalmalıyız.”
Aralarında tek çark eden, imkansızı denemenin ne büyük bedeli olabileceğini
fark eden M. Barlas oldu.
Şam
ve Rusya, İdlib’de, teröristlerin egemenliğinde ne bir yapının varlığına, ne de
onlarla bir “federatif yapı”ya izin vermezler.
Yarınki Üçlü Zirve
Yarın
Türkiye- Rusya- İran arasında üçlü zirve var. Umarız Erdoğan gerçekçi bir politika izler. Buna ülkenin, hele hele şimdi
ekonominin şiddetle ihtiyacı var.
Türkiye için temel mesele, şimdilik Fırat’ın batısından ülkeye bir terör
tehdidi gelmemesi. Bunun önlenmesi. Üçlü zirvede Türkiye açısından tartışılması
ve kesin güvenceye alınması gereken konu budur. Bu koşullar altında Türkiye
İdlib’in en barışçıl bir şekilde Suriye ile bütünleşmesine yardımcı olursa,
yüzbinlerin yeniden göçü önlenebilir.
Ankara,
ABD’nin, Suriye’nin parçalanmış olarak kalmasına yönelik politikalarından medet
umamaz, ummamalı, bu hem Ankara’nın politikasına ters olur, hem de Türkiye’nin
ve Ortadoğu’nun çıkarlarına zarar verir. TV’lere bakıyorum da, o kadar askeri –
sivil güvenlik uzmanlarının hiç biri sorunu böyle net olarak ortaya koymaktan
kaçınıyor.. Neden acaba? Korkuyorlar mı? Gerçekleri diye getiren bir iki emekli
asker var sadece. “İki” bile fazla!
Can Dündar meselesi
Dünkü
yazıma Can Dündar sosyal medyadan
maydanoz oldu. Güya Ahmet Altan’a yargısız infaz yapıyormuşum, farklı görüşlere
karşıymışım.. uyduruktan nağmeler. Metin okuma becerisini sıfırlamış diye
düşündüm.
Dünkü
yazımın odağında aslında tek bir konu vardı: Cumhuriyet Vakfı’nın ve yönettiği gazetenin, Vakıf senedindeki ilkelere
bağlı kalarak yaşamını sürdürme hakkını savunuyordum. Vakıf ve gazete
yönetimini bağlayan en önemli konu budur.
Bir
vakfın varoluş nedenine aykırı bir yönetim gösterilemez. Gösterilmemeli. O
zaman Vakfın ve gazetenin bu senede dayanarak varoluş hakkını ortadan kaldırmış
oluyoruz. Bu tamamen etik dışı olduğu gibi, aslında hukuki bir meseledir de!
Cumhuriyet’in
çağın gelişmesine paralel olarak kendini yenilemesi, her açıdan çağdaşlığı
savunması başka; senet ilkelerine karşı olan birilerinin gazetede yazı yazması
başka.
Cumhuriyet’i bir canlı varlık olarak düşünün, kendi varoluş nedeni ile yaşamasını
savunmalıyız. Bunların ne olduğunu hatırlatmalı mıyım?
Bir not daha: Can Dündar zamanında Cumhuriyet büyük bir israf
politikasına girdi, 26 sayfa gazeteler, Sokak isimli yine sayfalarca dergiler..
Hedef en az 70 bin gazete satmaktı ve
Can “Milliyetten okur alacağız”
diyordu. Bir hüsran oldu ve gazete borçlarını ödemek için mal varlıklarını
satmak zorunda kaldı.
Şimdilik
bu kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder