27 Şubat Perşembe, 2018 / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet
“Nitelikli insan kaynağı yetiştirmek” görüşünden
hareket edilerek, Cumhurbaşkanı’nın “yardımcı doçentliği kaldıracağız”
açıklamasıyla (çünkü doçentin yardımcısı sanılıyormuş), açıklamasıyla
hazırlanan yeni yasa tasarısı Meclis’te.
Üniversitelerin tek molekülü bile özerk olmadığı,
üniversite paydaşlarında herhangi birinin söz söyleme hakkı bulunmadığı için, işin
içinde yoklar!
“Bilimi ülkem için..”
Cumhurbaşkanı her şeyi en iyi bilemez. Acaba
Cumhurbaşkanına kimler şimdi Meclis’te olan tasarıdaki fikirlerin ülkemiz ve akademik
hayat için iyi olacağına inandırdı?
Ekranda veya bir gazetede fotoğrafını gördüğüm,
doçentliğe 20 yıldır yükselememiş bir “Yardımcı Doçent” unvanlı biri konuşuyor,
“neden yabancı dil bilmek zorundayız ki, biz ülkemiz için çalışacağız,
yabancılar için değil...” buna benzer şeyler söyleyenler mi?
Bilimsel araştırmaların yüzde 99’una imza atanlar
yabancı. Amerikalılar, Çinliler Ruslar, Almanlar vb..
Bir akademik unvanı olan biri, kendi uğraş alanında
hangi yeni araştırmaların yapıldığını öğrenmeden, o alanda yayınlanan
makaleleri okumadan, “akademisyen” olabilir mi? Ancak sokaktaki insan gibi,
mesleğine konusuna yapancı biri olarak yaşar. O insanın akademik bir unvan
taşıması bile gereksizdir.
Kimse de böyle bir
kişiye danışma gereğini duymaz, danışırsa, “kuzey kutupta havalar kötü, kar
var ve soğuk” bilgisini alır! İklim değişikliğinin kutuplar üzerindeki etkisini
bile bilmez.
Bu amaçla her gün yayınlanmakta olan onlarca, yılda yüzlerce
makaleyi okuması, konusunu izlemesi gerekir. Aziz Sancar, kendi alanındaki araştırmaları izlemeden, Aziz Sancar
olabilir miydi?
“Ben yerli ve
milli bilim yapacağım, İngilizceye ihtiyacım yok” diyen biri ancak akademik
asalak olabilir.
Sudan gerekçe: Doçentin yardımcısı
“Yardımcı doçent” yerine, doktorasını tamamlamış
olanlara “doktor öğretim üyesi”
unvanı getirilmekte. Üniversitelerde kurulacak bu kadrolar için, ne yabancı dil
zorunluluğu yok ve neredeyse ebedi olarak ataması yinelenebilecek. Ayrıca bu
kişilerin dil bilmeden nasıl doktor unvanı aldıkları da sorudur. Bu durum,
üniversitelerimizde doktora unvanlarının nasıl dağıtıldığının göstergesi mi? Bu
durumun neresi “nitelikli insan gücü” yetiştirmek?
Bilim Akademisi bir rapor yayımladı. Diyor ki:
“Profesör”, “Doçent”, “Yardımcı Doçent” kavramları,
İngilizcede “Professor”, “Associate Professor” ve “Assistant
Professor” kavramlarının karşılığı olarak yerleşmiştir. İngilizcede nasıl
ki “assistant professor” profesörün asistanı olarak algılanmıyorsa, Türk
akademi camiasında “yardımcı doçent”in doçentin yardımcısı olarak algılandığı
yönünde bir iddia tümüyle havada kalmaktadır. Akademik yükseltmelerin ön
koşullarının neler olması gerektiği, kaç aşamada ve ne tür bir sınama
sisteminin uygulanacağı gibi konular asıl tartışma konusu olması gerekirken
tartışmayı sadece bir isim üzerinden yürütmek doğru değildir.”
El hak doğru.
Yasa tasarısında akademik unvanlar, kimlerin nasıl
ders verebileceği, doçentliğin nitelikleri, dil sınavında aranan “yüzde 65
başarı’ oranının yüzde 55’e çekilmesi ve daha pek çok önemli konuda olumsuz
değişiklikler öngörülüyor. Hepsi tartışmalı konular. Üniversitede nitelik
bakımından zaten bir gerileme var, bu değişiklik yasalaşırsa bu düşüş daha da
hızlanacak.
Fakat tüm bunların arasında en önemli konu şu: Üniversiteyi ilgilendiren bu tasarı neden
üniversitenin çeşitli kademelerinde, kurullarında tartışılmadan, merkezi bir
karar ile dayatılıyor? Neden üniversite paydaşları, bu siyasi diyalog içine
çekilmiyor ve dinlenmiyor?
Demokratik kültür alışkanlığı yok
Nedeni basit: Bu iktidar hiç bir yasasını hiç bir kararını toplumda tartışmadı. Böyle bir katılımcılık,
demokrasi, kültür alışkanlığı sıfır olan bir yapı, sonuç olarak siyasi
ideolojik tercihlerle üniversiteleri kötüleştirir.
Bilim Akademisi: “Üniversite
özerkliğinin en önemli göstergesi, üniversitenin kendisine dair
düzenlemelerin yapılmasına katılabilmesidir. Doğru gözüken, bütün paydaşları
dahil ederek 2547 sayılı yasayı tümden revize etmektir.. bilim insanı
kalitesinin artırılmasının olmazsa olmaz ön koşulu ülkemiz üniversitelerinin bilimsel
özerkliğini artırmaktır... Oysa son dönemlerde üniversite özerkliğini ortadan
kaldıran uygulamaların arttığını üzülerek saptamak durumundayız.”
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ise susuyor. Çünkü hükümetçe yeniden
oluşturuldu. Orada iyi bilimciler var, neden konuşmuyorlar?
Her şey tekelleşmeye doğru gidiyor. Böyle bir durumda özerliğin de sekteye uğraması normaldir :(
YanıtlaSil