SAYFALAR

31 Ocak 2018 Çarşamba

ÖSO’ya TSK’nın ihtiyacı mı var? Yeni ittifaklar, savaş olasılıkları...

30 Ocak Salı / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonları için “Özgür Suriye Ordusu”na (ÖSO) gereksinimi var mı? Bu soruya verilecek yanıt, siyasi iktidarın ÖSO’ya neden neredeyse TSK’ya eşdeğer bir statüde davrandığına da açıklık getirir.
Evet, TSK, ÖSO olmadan bu operasyonu yapamazdı..” yanıtı verilse, Genel Kurmay, subaylar emekli komutanlar ne der, gülmezler mi?
Peki şöyle masum bir yanıt verilse: TSK onları öncü güç olarak kullanıyor, askerlerimizden daha az kayıp verelim diye..  Nitekim önceki gün kayıp sayılarına göre TSK’nın kaybı 7, ÖSO’nun ise 13!  Peki böyle bir yanıtın geçerliliğini kabul eder misiniz? Şüphesiz ki hayır!..

ÖSO’ya ne söz verildi?

Peki o halde geriye kalan seçenek, ÖSO savaşa katıldığına göre, ona önemli bir “bedel” ödeneceğidir. Paradan, maldan- mülkten falan bahsetmiyoruz tabii ki! Vaadedilmiş Suriye toprakları! Bizim garantimizle! Yani onlar, kendilerine yönetim bölgelere açılması ve Şam’dan korunmaları vaadiyle harekata katılmaktalar. Yoksa niye ölsünler!
Zaten Cumhurbaşkanı Şam ile doğrudan işbirliğini kesinlikle reddediyor ve Esad’ı katil vb olarak niteliyor. ÖSO varken...
“Teröristlerden temizleme” meşru gerekçesinin ardına baktığınızda, Türkiye’de tüm yurttaşların harekat hakkında sesli düşünmesini ve söz söylemesini gerektirecek işaretler görünmektedir.
Bu işaretler Türkiye’yi ağır ve beklenmedik zorlukların içine sürükleyebilecek yeni ciddi senaryoları doğurmaktadır.>

ABD ile “paylaşalım” senaryosu

Mesela, Türkiye BD ile de anlaşmanın yollarını arıyor. “Biz bu işi ABD ile birlikte çözmek isteriz” sözü, bunun bir ifadesidir. Bunun ardında ne var? Biraz ileriye yönelik ve geniş düşünürseniz, “PKK-PYD’ye silah verme, verdiğin silahları topla” isteğinin ötesinde, ben temizlediğim bölgede ÖSO çatısı altındaki silahlı örgütlere bağlı yönetim kurayım, sen de orada  PKK/ PYD ile özerk bir yönetim kur...” gibi bir ucube sonuca da varırsınız.
Buna ilişkin iki tutuma değinelim: Amerikalı komutan Menbiç’den çekilmeyeceğiz, dedi dün. Ankara bu meydan okumayı kabul mu edecek, yoksa şimdiki pozisyonu meşrulaştırmayı mı düşünecek? Orası senin burası da bizim... Cumhurbaşkanı’nın muhtarlara yaptığı konuşmada Suriye’deki şimdi savaşılan bölgenin Misak-ı Milli içinde olduğunu anımsatması da, bu bağlamda bize arkadaki düşünce açılımları konusunda ipuçları veriyor:
Neresi Misak-ı Milli? İşte şu anda terör koridoru oluşturmak isteyenler var ya Kuzey Suriye’de işte oralar hep Misak-ı Milli’nin içinde olan yerlerdi. Bu hassasiyetlerimizi unutmayın... Kimse orada yeni bir devlet kurma gayreti içine girmesin, kararlılığımız tamdır. Kendini fiziki sınırlarına hapsedenler gönül pınarlarını kuruturlarsa ondan da mahrum kalırlar. Bizim gönül pınarlarımızı asla kurutmadık, inşallah kurutmayacağız...”
Ahmet Davutoğlu’nun kendisi yok, ama düşünceleri tam yürürlükte... ABD ile anlaşma yapılır mı? Her şeye açık bir Türkiye dış politikası ile karşı karşıyayız.

Peki Türkiye’ye karşı Şam ve Msokova?

Öyle ki, Suriye’nin parçalanmasının bir şekilde ciddi olarak gündeme gelmesi söz konusu olursa, Türkiye’nin bu kez Şam + Moskova cephesini karşısında bulacağı çok nettir. Ankara böyle bir cepheye ABD ile işbirliği ile mi karşı çıkacak?
Eğer tüm olasılıklara açık bir Suriye macerasını düşünecek olursak o taktirde ABD ile Rusya’nın PKK – PYD konusunda anlaşması ve Türkiye’nin yalnız bırakılarak geri çekilmeye zorlanması a gündeme gelebilir.
***
Yoksa tüm bunlar, Suriye harekatını tırmandırarak, her türlü farklı düşüncenin kafası kopartılacağı bir “milliyetçi şahlanma” ile bir seçime hazırlık mı, erken veya geç?

Suriye’de geleceğin görünmediği sisli-puslu bir durum var. Bölge ülkelerin, Irak'tan sonra Suriye'nin de parçalanması, sırayı Türkiye'ye getirir.. emperyalizm daha ne ister?!

29 Ocak 2018 Pazartesi

Büyük düşünemezsen, kendi projen yoksa, emperyalizmin parçası olursun

29 Ocak Pazartesi / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet
  
Orta Doğu, ABD ve bazen peşindeki İngiliz gibi takipçilerinin at koşturduğu bir alan. At koşturmak şüphesiz eski bir deyim. İzah etmek için şöyle demeli: Ülkeleri, mezhepleri, etnisiteleri birbirine kırdırarak, kan deryasına, milyonluk insan cesetlerine dönüştürdüğü koca bir coğrafya.
Fotoğrafı tam görmeyenler, ellerinde vida, kerpeten vb gibi tamir alet çantalarıyla coğrafyaya yaklaşanlar, ancak bu kırdırma politikasının parçaları olabilirler. Bölge ülkelerinin kendilerine ait büyük bölgesel, coğrafik bir planı programı yoksa, emperyalizmin programları altında ezilmeye mahkumlar.
Bölgenin geçmişinden çıkartılabilecek en önemli ve büyük ders budur. Orta Doğu’dan tüm olanlardan olumsuz etkilenen Türkiye için de tamamen geçerli bir derstir bu.

Doğru mu, değil mi?

Büyük güç ne yapıyor? Bölgenin dini ve kavimsel tüm birimlerini birbirine düşman ediyor, kırdırıyor, birlikte yaşayamaz hale getiriyor. Doğru mu?
Ve yoksullaştırıyor, ülkelerin kendi kültürel, ekonomik, bilimsel gelişimlerini bozuyor, atılım yapmalarını engelliyor, uygarlaşmalarına set çekiyor. Doğru mu?
Biz ve bölge ülkeleri, emperyalistlerin bu projesini boşa çıkartacak kendi büyük projelerini koymadıkları sürece, kendilerine çizilen kaderi yaşamak zorundalar.
Bir yırtıcı vahşi gelecek, ben bölgeden 22 yeni devletçik çıkartacağım diyerek plan ve programını uygulamaya koyacak, kurbanlık koyun gibi yatıracak ve bıçağıyla boğazlayacak. Durum budur.
Bakmayın siz Afrin’e, milliyetçilik damarlarını kabartmalarına, bu iktidar da bu planın bir parçası olarak geldi bugüne kadar. BOP projesinin ortağı olmaktan bahsediyorum.

Parçalanmaya karşı birleşmek

Sizi parçalamak mı istiyorlar, hayır birleşeceksiniz.
Sizi mezhepsel ve etnisite olarak birbirine düşürmek mi istiyorlar, hayır dost olacak, kardeşlik ve sevgiyi göklere çıkartacaksınız.
Dayanaşacaksınız, birlikten güç, proje, akıl, teknoloji, ekonomi çıkartacaksınız.
Büyük düşüneceksiniz! Emperyalizmin projesini boşa çıkartacak ortak büyük projeleri, büyük barışı hedefleyeceksiniz.
Ne yazık ki, her koyun kendi bacağından asılır anlayışı, emperyalizmin gerçekten de her koyunu kendi bacağından büyük kancalara asıp derisini yüzme, etini budunu ayırmasıyla sonuçlanıyor.

Büyük bir beyinden yoksunluk

Orta Doğu’nun bu haline bakanlar, akıllarına sadece savunma- askeri işbirliklerini getiriyor. Bölge ülkeleri arasında (Türkiye, İran, Irak, Afganistan) en önemli işbirliği Saadabad Paktı ile atılmıştı (1937). Coğrafya Atatürk gibi bir büyük beyin insan çıkartamadı! Bu pakt bazı sorunları çözdü ama daha büyük projeye evrilemedi. İngiltere vb gibi ülkelerin de dahil olduğu son CENTO paktı, Batı’nın Rusya karşısında askeri savunma anlaşmasıydı!
Burada askeri ittifaktan değil, büyük bir ekonomik, sosyal, bilimsel ve teknolojik işbirliğinden bahsediyorum. Avrupa Birliği’ni düşünün. Sorunları olmasına rağmen.
Türkiye ve İran buna öncülük edebilir. Irak ve Suriye’ye de kapsayan yeni bir anlayış. Coğrafya içindeki devletlerin bugüne kadar küçük kişisel ve felaket getiren çıkarcı yaklaşımlarını silip atan, büyük projeler, güç birlikleri..
Küçük düşünenler, ya işbirlikçi ve yararcılıklarını öne çıkartıyorlar, ya da “İran mı, Şii mezhepçiliği yayma ve hegemonya peşinde ülkeden ne olur” gibi, bugünün küçük politikalarına mahkumiyetlerini dile getiriyorlar.
Orta Doğu’ya bütünsel bir barış, işbirliği ve dayanışma projesi olarak bakılmak zorunda. Gelin alış verişlerimizi kendi paralarımızla yapalım gibi, işe kenarından yaklaşımların bir geleceği olamaz.
Bölgenin kaderini değiştirecek büyük düşüncelere kafa yormalı insanlar.
Yoksa, emperyalizmin parçala kanını iç politikalarının aletidir kurbanıdır herkes.

Türkiye’de bunu gören kimse yok mu?

Türkiye’nin yalnızlığı.. İran ve Rusya ile oyun.. Bir Abdülhamit dış politikası mı sahnedeki?

28 Ocak Pazar / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Hayır yok.. Ankara’nın hiç bir dostu, müttefiki yok.. Yakın geleceğe, ileriye bakıldığında da olacak gibi gözükmüyor. Bir çıkar oluşumu çerçevesinde, İran ve Rusya ile bir zımni ittifak- işbirliği var. Kısa bir süre önce iktidar medyasının manşetlerinde, İran’ın –Şii mezhebinin– yayılmacılığı korkutmacası vardı.
İki ülkenin PKK /PJAK diye bir sorunu var, işbirliği girişimlerinin ana kaynağı. Yani “askeri” görünen işbirliği.. Ama Ankara, meselâ İran’ın Suriye’nin savunmasına yardımcı olmasından zerre memnun değil. Irak’a da yardımcı olmasından memnun değil.

“İran’a karşı bizi kullanın” yalvarması

Tamamen Ankara’nın güdümü altındaki ÖSO (Özgür Suriye Ordusu)’nun önde gelen bir heyeti ABD’ye gidiyor CİA vb ile görüşüyor ve “İran’a karşı bizi kullanın, bırakın PYD / PKK’yı” diyebiliyor.
Bu Ankara’nın ABD’ye el altında önerisi olarak görülür sadece. ABD hedefimizde İran var, derken ve elinin altındaki PKK/PYD güçlerini de ileride İran’a karşı kullanma niyeti açıkken... CİA, ÖSO’nun bu teklifini kabul etse, Ankara bu kez İran’ı mı hedef alacak, ABD safında?
İran bu manevraları görmüyor mu? Görüyor. Yani iki ülke arasında özünde bir içten dostluk yok. Çok sık görüldüğü gibi, Ankara Orta Doğu’da birini göklere çıkartır över, öbür gün düşman ilan eder, kötüler.
Peki bugün Esad ile ilişki kurmamakta ısrar ne? Hayır, Rusya üzerinden kuruluyor ya demek anlamsız. Kilit noktada, Cumhurbaşkanı’nın kararı duruyor. “Eli kanlı, kendi yurttaşına şiddet..” gibi, kimseyi inandıramayacağı bahanenin ardında aslında ne saklı? Çünkü, bir milyon Iraklı Müslümanın katili Washington ile al takke ver külah ilişkiler anımsatılıp, bu ne lahana turşusu denir.

Asıl gerçeği aramak

Parçalanmış, çeşitli silahlı örgütlerin işgali altında, üstelik ABD’nin PYD- PKK’yı bir ordu gibi silahlandırdığı Suriye’ye, ne gerekçe ile olursa olsun, Türkiye de giriyor. Tamam, hem Türkiye’ye hem Suriye’ye dayatılmış terör veya PKK koridoru gibi bir olguyu ortadan kaldırma -güvenlik gerekçesi, NATO ve Avrupa’dan ılımlı destek buluyor. Ama nereye kadar!
Yine sorunun yanıtını arayalım: Şam’ı reddetmenin ardındaki asıl gerçek ne?
Eldeki tek gerçek neden, ileride ÖSO’nun ülkede “özerk” bir yapılanmaya sahip olması için “hak ve hukuk”unu savunmaya zemin hazırlamak olabilir. Yani Şam ile bir çatışma konusu “el altında” tutuluyor. Tabii, gelişmeler buna elverirse... Şam’ın  “düşman cephede” tutulması şimdilik poltikanın gereği gibi gözüküyor. Ama belirtelim, bu en büyük çıkmaz ve açmazlardan biridir. Suriye de dost değil, yani..
Peki Rusya dost mu? Askeri harekât Rusya’nın yol vermesiyle yapıldı. Şimdilik Ankara Rusya’nın satranç tahtasında bir oyuncu. Fakat Rusya’nın da Şam’ın da ilerisi için bugünden Ankara’ya yaptıkları “hukuktan yoksun”luk suçlamaları, diplomatik ve siyasi sepete atılmış durumda.
Türkiye “saf değiştirir mi”, S-400 füzeleri bunun için yeterli mi? Tartışılması gereken konular. Ezeli Rus düşmanlığının Türkiye sağının genlerine kayıtlı olduğunu unutmadan.

Yalnız ve güzel ülkem

Avrupa’da bir dost ülke var mı? İngiltere, Fransa vb, taktik nedenlerle Ankara’ya ılımlı yüz gösteriyor şu günlerde. NATO ve AB’nin son günlerde buna paralel “yumuşak yüzleri”nin arka planında, “NATO müttefiki”ni kaybetmeme, el altında tutma ortak politikası yatıyor.
Avrupa’lı NATO’nun, ABD ile politikası çoktan ayrıştı.
Ama AB ile ciddi dostluğun “insan hak ve özürlükleri, hukukun üstünlüğü, yargının tarafsız ve bağımsızlığı” gibi, AB’nin evrensel değerleri ile mlümkün olabileceği çok açık. Bunlar olmadan geçici, taktik sırt okşamaları olur.
Özetle, Türkiye “yalnız ve güzel ülkem”.. İktidar, Türkiye’yi yönetim tarzını, çatlaklar arasında yürütme kararlılığında..
Her an bugünün “dost” veya “işbirliği” görünen ülkenin, yarının düşmanına çok hızlı bir şekilde dönüşme potansiyeli yüksek...
Yani dış politikanın bir geleceği ve Türkiye’ye orta ve uzun vadeli bir katkısı yok, tersine zararı var.

Yoksa bu çok sevilen “Abdülhamit” politikası mı? Osmanlıyı çökmekten kurtaramayan?