SAYFALAR

26 Aralık 2016 Pazartesi

Üçüncü Dünya Savaşı olur mu (1) ?

Herkes sanıyordu ki, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyayı egemenliği altına alan soğuk savaşın nedeni, Kapitalizm (özgür dünya!) ile Komünizm (esir dünya!) arasındaki büyük çekişmedir. Dehşet Dengesi deyimi, o uzun dönemin askeri- siyasi stratejik durumunu anlatır. Nükleer silahlara dayalı bir dengedir. Bu dengenin her iki taraf içinde caydırıcılık etkisi yaptığı dile getirilirdi, çünkü bir üçüncü dünya savaşında, nükleer silahların vuramayacağı ülke yoktu.
 İki Kutuplu Dünya” (iki blok) sözü de Sovyetler Birliği- ABD odaklarını anlatırdı. Ya oradansın ya buradan.. Ve her iki kutup da, birbirlerinin etki alanlarından “coğrafyalar- ülkeler koparmak” ve/veya “kendi bloğundan coğrafya veya ülke kaptırmamak” üzerine kurulu bir siyasi-askeri strateji izlerdi.
Vietnam savaşları, Çekoslovakya işgalleri, Kuzey-Güney Kore savaşları, Doğu Avrupa- Batı Avrupa azılı çekişmesi vb hep bunların sonucuydu.

Bir kutup çöktü, ama değişen bir şey yok
Sonra bir kutup, Sovyetler Birliği kendi içine çöktü. Eteği- etkisi altındaki ülkeler “özgürlüklerine” kavuştu. Dahası, kimisi NATO’ya kimisi AB’ye girdi. İki kutuplu dünyadan tek kutuplu (Batı) dünyanın yönetimine geçildi dünyada bir süre.
Mesele kapitalizm-sosyalizm çekişmesi hiç de değilmiş. Bu kez kapitalistleşen Rusya Federasyonu da bir kutup olarak yeniden doğruldu. İki kapitalist yine karşı karşıya, kaldıkları yerden devam ediyorlar. (Ukrayna, Turuncu Devrimler!)
Batı dedi ki bu kez, Rusya otoriter, demokrasi değil, bu nedenle de kötü, etkisi kırılmalı!
Mesele sosyalizm, komünizm (tabii bu bir faktördü) değil, ekonomik etki alanları savaşıydı. Demokrasi da bir silah!
Bir gelişme daha oldu: Çin, Komünist Partisi’nin yönetiminde kapitalist araç ve gereçleri kullanarak başka bir kutup oldu. Parası, teknolojisi olan ve arkadan gelerek yükselen bir gücün tüm avantajlarını kullanan.. Vahşi değil, yumuşak.

Kapitalizmin temel yasası
Bir sonuç çıkartabilir miyiz: Mesele büyük devletlerin veya güçlerin, siyasi-kültürel ve özellikle ekonomik etki alanları meselesidir. Komünist olmuş, kapitalist olmuş hiç fark etmez.
Mümkün olduğunca çok etki alanı, piyasa egemenliği, kültürel yayılma ve boyunduruk. Tabii arka planda da, şirketlerin mümkün olduğunca büyük kârlılığı ve devletin bundan müthiş vergilerle payını alması. Kapitalizmin, ister eski ister yeni liberal; ister devlet güdümlüsü ister günümüz sosyal demokrat biçimi... hep aynı hikaye. Küreselleşme, bunun zorunlu bir genişlemesi...
300 yıldır değişen bir şey yok.
Sistem, çeşitli emperyalist güçler yaratıyor. Bir emperyalist çöküyor, yerini yenisine bırakıyor. Bir yöntem çöküyor (mesela sömürgecilik) yerini yenisine bırakıyor. Kapitalist gelişme, yerini sanayi toplumuna bıraktıktan sonra, diyelim 300 yıldır, bugünkü devlet yönetimleri, parti yönetimleri, sistemin ana özü, hep aynı.
Biz sanayi toplumu kapitalizminin ve siyasi iktidarlarının yönetimindeyiz hâlâ.

Bizi 300 yıl yönetiyor
300 yıllık (daha da eskiye gidebilirsiniz) bir “müktesebat” yönetiyor dünyayı. Tüm iktidar ve ana muhalefet partileri de (hangi isim altında olurlarsa olsunlar) bu müktesebatın (komünist parti ve ideolojiler de dahil) parçalarıdır.
Sanayi toplumunun yarattığı askeri-sanayi kompleksi, tüm ağırlığıyla bu sistemin sürdürücüsü ve kavgasının temel aracı.
İdeolojisi, yani imparatorluklara ve büyük yönetici emperyalist-hegemonist güç olma ve bölgeleri- piyasaları gütme mücadelesi de, yine 300 yıllık geçmişin ana ekseni ve tüm haşmetiyle dipdiri ayakta!
Dünyada yeni şey, sanayi toplumu bağrında filizlenen Bilgi Toplumu anlayışı ve teknolojileri olabilir. Ama bunun üzerine bir siyasi –ideolojik çark kurulmadı. Partisi yok, ütopyası yok. Bir toplum ve dünya modeli yok. (Gücü var mı meselesine gelince, epey önemli bir yaratıcı gücü var!)

Hayır, dünya savaşı çıkar mı, sorusunu unutmadım.
25 Aralık Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder