Herkes sanıyordu ki, İkinci Dünya Savaşı
sonrası dünyayı egemenliği altına alan soğuk savaşın nedeni, Kapitalizm (özgür
dünya!) ile Komünizm (esir dünya!) arasındaki büyük çekişmedir. Dehşet Dengesi
deyimi, o uzun dönemin askeri- siyasi stratejik durumunu anlatır. Nükleer
silahlara dayalı bir dengedir. Bu dengenin her iki taraf içinde caydırıcılık
etkisi yaptığı dile getirilirdi, çünkü bir üçüncü dünya savaşında, nükleer
silahların vuramayacağı ülke yoktu.
“İki Kutuplu Dünya” (iki blok) sözü de
Sovyetler Birliği- ABD odaklarını anlatırdı. Ya oradansın ya buradan.. Ve her
iki kutup da, birbirlerinin etki alanlarından “coğrafyalar- ülkeler koparmak”
ve/veya “kendi bloğundan coğrafya veya ülke kaptırmamak” üzerine kurulu bir
siyasi-askeri strateji izlerdi.
Vietnam savaşları, Çekoslovakya
işgalleri, Kuzey-Güney Kore savaşları, Doğu Avrupa- Batı Avrupa azılı çekişmesi
vb hep bunların sonucuydu.
Bir
kutup çöktü, ama değişen bir şey yok
Sonra bir kutup, Sovyetler Birliği kendi
içine çöktü. Eteği- etkisi altındaki ülkeler “özgürlüklerine” kavuştu. Dahası,
kimisi NATO’ya kimisi AB’ye girdi. İki kutuplu dünyadan tek kutuplu (Batı)
dünyanın yönetimine geçildi dünyada bir süre.
Mesele kapitalizm-sosyalizm çekişmesi hiç
de değilmiş. Bu kez kapitalistleşen Rusya Federasyonu da bir kutup olarak
yeniden doğruldu. İki kapitalist yine karşı karşıya, kaldıkları yerden devam
ediyorlar. (Ukrayna, Turuncu Devrimler!)
Batı dedi ki bu kez, Rusya otoriter,
demokrasi değil, bu nedenle de kötü, etkisi kırılmalı!
Mesele sosyalizm, komünizm (tabii bu bir
faktördü) değil, ekonomik etki alanları savaşıydı. Demokrasi da bir silah!
Bir gelişme daha oldu: Çin, Komünist Partisi’nin yönetiminde
kapitalist araç ve gereçleri kullanarak başka bir kutup oldu. Parası,
teknolojisi olan ve arkadan gelerek yükselen bir gücün tüm avantajlarını
kullanan.. Vahşi değil, yumuşak.
Kapitalizmin
temel yasası
Bir sonuç çıkartabilir miyiz: Mesele büyük devletlerin veya güçlerin,
siyasi-kültürel ve özellikle ekonomik etki alanları meselesidir. Komünist
olmuş, kapitalist olmuş hiç fark etmez.
Mümkün olduğunca çok etki alanı, piyasa
egemenliği, kültürel yayılma ve boyunduruk. Tabii arka planda da, şirketlerin
mümkün olduğunca büyük kârlılığı ve devletin bundan müthiş vergilerle payını
alması. Kapitalizmin, ister eski ister yeni liberal; ister devlet güdümlüsü
ister günümüz sosyal demokrat biçimi... hep aynı hikaye. Küreselleşme, bunun
zorunlu bir genişlemesi...
300 yıldır değişen bir şey yok.
Sistem, çeşitli emperyalist güçler
yaratıyor. Bir emperyalist çöküyor, yerini yenisine bırakıyor. Bir yöntem
çöküyor (mesela sömürgecilik) yerini yenisine bırakıyor. Kapitalist gelişme,
yerini sanayi toplumuna bıraktıktan sonra, diyelim 300 yıldır, bugünkü devlet
yönetimleri, parti yönetimleri, sistemin ana özü, hep aynı.
Biz sanayi toplumu kapitalizminin ve
siyasi iktidarlarının yönetimindeyiz hâlâ.
Bizi
300 yıl yönetiyor
300
yıllık
(daha da eskiye gidebilirsiniz) bir “müktesebat”
yönetiyor dünyayı. Tüm iktidar ve ana muhalefet partileri de (hangi isim
altında olurlarsa olsunlar) bu müktesebatın (komünist parti ve ideolojiler de
dahil) parçalarıdır.
Sanayi toplumunun yarattığı askeri-sanayi kompleksi, tüm ağırlığıyla
bu sistemin sürdürücüsü ve kavgasının temel aracı.
İdeolojisi, yani
imparatorluklara ve büyük yönetici emperyalist-hegemonist güç olma ve
bölgeleri- piyasaları gütme mücadelesi de, yine 300 yıllık geçmişin ana ekseni
ve tüm haşmetiyle dipdiri ayakta!
Dünyada yeni şey, sanayi toplumu bağrında
filizlenen Bilgi Toplumu anlayışı ve teknolojileri olabilir. Ama bunun üzerine
bir siyasi –ideolojik çark kurulmadı. Partisi yok, ütopyası yok. Bir toplum ve
dünya modeli yok. (Gücü var mı meselesine gelince, epey önemli bir yaratıcı
gücü var!)
Hayır, dünya savaşı çıkar mı,
sorusunu unutmadım.
25 Aralık Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder