SAYFALAR

12 Haziran 2016 Pazar

Otoriterlerin ortak sonu... Padişah ve Sadrazam


 Öğleden sonraya uzanan uzun bir cumartesi kahvaltısı ve sohbetinde, herşeye değine söylene güle oynaya geçen bir sohbette, Cumhurbaşkanı ve politikalarına değinmeden geçilmiyor. Politika yok diye başlıyorsunuz, hayatı yoğurup dururken vardığınız durak politika oluyor.
Politika olunca, bu kez masa üzerine Teke Şenliği kitabı kondu. Nobelli yazar Mario Vargas Llosa’nın Dominik Diktatörünü anlatan romanı. Okumadım, ama ilk fırsatta.. Tüm diktatörlerin sonları aynı bitiyor, öykünün merak edilecek bir sonu yok. Başlangıç ve gelişme öykülerinde de benzerlikler çok.
Belirli bir süre ayakta kalmalarının ortak süreçlerini merak ettim. Tabii en önemlisi, diktatörlerin ilk cicim yılları ve halkla ciddi ilişkileri ve bağlılıkları zayıflama sürecine girmesiyle, polis ve devletin istihbarat ve güvenlik güçlerinden büyük bir güç oluşturmaları..
Daha da önemlisi, diktatörlerin çevresinde oluşan geniş bir “siyasi çember”. Diktatörün her dediğini yerine getirecek, politikalarını uygulayacak, şüphesiz bir takım siyasi insanlara ihtiyacı var.
Diktatörler çevresinde rol verdiklerine karşı da amansız. Sözüm haşa meclisten dışarı, Dominik Diktatörü kendisine biaddan bir milim kayanın da hayatını kaydırıyormuş. Fazla anlatmadılar, çünkü kitabı henüz okuyan ve öykünün anlatılmasını istemeyen arkadaşlar vardı.

Padişah ve Sadrazam

Bir dostum ilginç bir benzetme yaptı padişahlar ve sadrazamları hakkında.
Sadrazamlar, padişahın mührünü taşıyan, padişah adına hareket eden insanlar.
Ama sık sık azledilen ve kelleyi kaptıranlar da.
Padişah, yalan söyleyen, kendine danışmadan bağımsız iş yapan, savaşta başarısız olan, başarısızlığı da başarı gibi göstermeye çalışanların kellesini vuruyor, en azından kapıyı gösteriyor.
Sözü nereye getireceğini merak ederken, teşbihte hata olmaz diyerek ve tedbirli davranarak, mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan padişah rolünde dedi. Ahmet Davutoğlu’nu da sadrazam yerine koydu.

Yeni Osmanlı iflas edince

Orta Doğu ve Suriye politikalarının düşünsel mimarı, Stratejik Derinlik’in yazarı Davutoğlu. Aralarındaki ilişki, Davutoğlu’nun çizdiği teorik politika çerçevesinde derinleşti ve reel uygulamaya kondu. Davutoğlu’nun, Osmanlı’nın eski toprakları üzerinde geliştirdiği ortak kültürel derinliklere ve varlıklara dayalı büyüme- gelişme ve Türkiye’yi “Yeni Osmanlı” (Davutoğlu’nun kendilerini tanımlaması) derecesine yükseltecek politikasına, RTE’yi ikna ettiği söylenebilir.
Reel politika, Türkiye bu temel üzerinde “lider ülke” ve RTE’yi de “Müslümanların lideri” konumuna yükseltmeyi hedefliyordu.
Aralarındaki birliktelik bu temelde gelişti ve Davutoğlu’nu da Parti liderliğine ve Başbakanlık koltuğuna oturttu.
Arkadaşım dedi ki: Suriye politikası iflas edince, Padişah, kendisini yanıltan ve yenilginin esas sahibi olarak Sadrazamını gördü ve kellesini vurdu!

İflas eden bir anlayış için son bir deneme

Peki de, Reis kendisini hâlâ Müslümanların lideri olarak görme hedefini unutmuş değil. Teorisi iflas etmesine rağmen!
Muhammed Ali’nin cenaze töreni bu düşüncenin acaba son bir denemesi olabilir miydi? Acaba orada gördü mü ki, “Müslümanların bir küresel liderliğe” ihtiyacı yok..
Obama ve Amerikan yönetimini, ülkemizdeki olaylarda durmadan “üst akıl” olarak niteleyen siyasal saldırılarda bulunan bir ülke liderinin, Amerikalı Müslümanlardan güç alarak pozisyonunu güçlendirmeye çalışmasının imkansızlığı da test edildi, denebilir.

Dikkat, kelleler gidebilir!

Tabii, Davutoğlu’nun azlinin ve RTE’nin tek adamlığa yükselme sürecinin bize özgü koşulları da var.
Davutoğlu, Padişah varken, kendini liderliğe yükseltmeye yönelik kesin çizgisi vardı. Pek çok konuda, belki de hemen her ciddi konuda.
Suriye politikasının iflası, bir “padişahı yanıltma” olsa bile, esas kelle vurulma olayı, alternatif bir liderlik arzusunda ve politikasında yatıyor.
Kaldı ki, Padişah hala Suriye konusunda yaptığı son açıklamada, Davutoğlu ile ortak politikayı sürdürürken, “dış politika değişecek” gibi laflar edenlere hıza veriyor olabilir mi?

Dikkat edin kellere gidebilir..
12 Haziran 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder