Hasta olduk, yattık kalktık günler geçti, ama
Cumhurbaşkanının Anayasa mahkemesine veryansını geçmedi! Ama tutarlılığını
teslim edelim başındanr beri söylemiyor mu ki: Kardeşim istediğim Türkiye bu değil. Benimle çatışan değil, uyumlu bir
yönetim istiyorum...
Mesele budur. Sunduğu, tasarımlanmış,
ölçülmüş-biçilmiş “öfkeli Cumhurbaşkanı”
rolünün amacı da.. Hedef, şimdilik yönetemediği Anayasa Mahkemesi’ni, bir daha
böyle kendisine muhalif kararlar almaması için “örnek bir pataklama” işlemi diye de yorumlanabilir.
Mahkeme’nin doğal işleme sürecine çomak sokacak
ve bir daha böyle özgürlükçü-mözgürlükçü,
Anayasa’nın ruhuna ve evrensel normlara uygun kararlar almasını
engelleyecek değişiklik süreci de gelecektir.
Nitekim, Metin Külünk isimli AKP milletvekili
de, liderinin ne demek istediğini çok iyi anlayarak, ruhuna tercüman olarak “Anayasa mahkemesi kaldırılmalı, bu
atanmışların, seçilmişler üzerinde vesayetidir” açıklamasını yaptı. Yani, yahu millet seçmiş göndermiş, herkes ona
boyun eğmeli.
Şimdi şom ağızlılık yapmayalım. Yok bu diktatörlük istemidir, gibi şeylerle ülkemizi
yabancıya şikayet etmeyelim, milletin de aklını karıştırmayalım. Bak alt mahkemeler
sistemi ne güzel uyumlu çalışıyor. Tam demokratik mekanizma, tıkır tıkır.
Vay ki vay..
Komik bir
durum!
Cumhurbaşkanı ve adamlarının Anayasa
Mahkemesi’ne karşı açtıkları savaşın hukukla falan zerre ilgisi yok. Bu açıdan,
konuya, Anayasa Mahkemesi’nin hak ve hukukları ve Anayasa, evrensel hukuk ve
verdiği kararın doğruluğunu savunmak açısından yaklaşmanın ve açıklamalar
yapmanın gereği tam sıfırdır. Her şeyin ayan beyan ortada olduğu bir konuda,
neyi savunacaksın, Mahkeme ve kararına karşı sürdürülen kampanyanın en kadar
yanlış olduğunu mu? Komik!
Çünkü bu ekip, bu kez Mahkeme’yi odağa
oturtarak, varolan sisteme karşı siyasi bir yıkım mücadelesi
yürütüyor.
Ülkeyi nasıl fiilen yönettiklerinin belgesini
sunuyorlar.
Bu bilgi de yeni değil, 17-25 Aralık 2013
günlerinde, dahası bunun öncesinde ve sonrasında gösterdikleri büyük yönetim
performansı, yolsuzluk-rüşvet ilişkileri, kapatılan dosyalar, aklamalar
yıkamalar, kupon araziler, inşaatlar, paylar ortaklıklar.. Türkiye’nin yaşadığı
büyük yağma.... Hepsi bir bütündür ve hiç bir şey yeni değildir.
Ordu ve
“Kurtulan Türkiye”
Şimdi alınan ve daha büyük resmi tek adam
yönetimine geçmenin aracı olarak pratiğe sokulan “millici” pozisyonlar da.
Bu pozisyonun iki ayağı var, bu iki ayak
Beştepe’nin elini kolaylaştırıcı, hedefine yürüyüşünü kolaylaştırıcıdır.
Aptala yatmış birileri diyor ki, gittiler Devlet’in dümen suyuna girdiler,
teslim oldular, vesayetin bir parçası oldular. Ayol... diyeceğim sadece!
Ordu en büyük müttefikleri. Ordu’nun en titiz
olduğu konu, ülkenin birliğidir. Gerisi onları en azından şimdilik
ilgilendirmiyor. PKK’nın işgalci ve parçalayıcı gücünü engellediği sürece,
işler onlar acısından tıkırındadır.
Eh, Ordu’ya karşı tezgahlanan büyük Silivri
rezilliklerinin koç başılığını üstlenmiş, o görevi o dönem AKP’ce de kutsanmış
Cemaatin de “defteri dürüldüğüne”
göre, “Türkiye kurtulmuş” demektir.
Ordu’da da
temizlik gelir!
Merak etmeyin, Ordu içinde de geniş bir temizlik
yapılacaktır yakında, en uzağından Ağustos’ta. Bu da çok iyi bir şey olarak
kabul edilir.
Daha ne istesin? Haaa, bu iki önemli çok hassas
konunun dışında, siyasi yönetimde büyük otoriter rejimine geçilmesi ve bütün
diğer keyfi uygulamalar da, siyasal rejimin sorunu. Bunu da partiler düşünsün.
Bu arada “Beştepe Konseyi” ile devlet içinde,
başbakanlığa, rejime, sisteme karşı “başka
paralel uygulamalar”a geçiliyormuş. Anayasa fiilen ortadan
kaldrırılıyormuş.
Eh o kadar hata, kadı kızında da olur. Ne yani
1001 odalı saray, millet için çalışmasın da boş bir yatırım olarak mı kalsın!
Ayıptır!
13 Mart 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder