Laikliğin ne zaman yokedilmesi,
batırılması, mezara gömülmesi gerektiğine de.. ne zaman, “yangında ilk
kurtarılacak mal” ve “savunulacak dönem” olduğuna da karar verdim...
Oral Çalışlar gibilerin “Laikçiler”
biçimindeki “aşağılayıcı kavram” ile, laikliği savunanlara saldırdım mı
anımsamıyorum. Ama laikliği, “ceberrut
laiklik anlayışı” olarak niteledim ve “başörtüsü” takabilme özgürlüğü
derekesine indirgedim.
“Başörtüsü”
gibi masum bir isim kullanarak aslında önemli bir olayı kamufle ettim.
Kadınların kızların erkeklerce gerektiğinde tokat-sopa ile türbanlanması önemli
değildi. Başlarını baskıyla mı, şiddetle mi, aile ve çevresinin zorunluluğuyla
mı, erkek egemen dini toplumun geleneksel dayatmasıyla mı bağladığıyla hiç
ilgilenmedim. Siyasal islamın, hele tüm İslam ülkelerinde, erkek iktidar aracı-
kadınlar üzerinde tahakküm zinciri olduğu üzerinde durmadım.
Ceberrut
Laikçiler ve İslamcı Demokratlar
Bu durumu “kadim İslami toplumsal gelenek” diye kabul ettim. Kadınların
türbanlanmasına karşı çıkanlar “laikçi, ceberrut laiklik” yanlıları
idi.. Savunanlar ise “demokrat”. Türban ve İslam
konularına daha derinden bakmak isteyenleri, muhafazakar siyasi İslami
çevrelerin dayatmalarının aşılması için mücadele edenleri umursamadım; onlar
“düzenin sürmesini isteyen”, dünün laikçi gericileri idi.
Türbanlamanın, kadınların özgürce farklı
düşünceler savunmasını engelleyebileceğine, onları siyasi İslamcılığı savunma zorunda
bırakabileceğine önem vermedim. Türbanın, İslami toplumlarda kadim kadın-erkek
ayrımcılığının ve kadın dışlayıcılığının ana simgesi olduğunu gözardı ettim.
Benim için hep şu önemli oldu: Her
nedense türban takan kadınların toplumsal ve siyasal isteklerinin
gerçekleşmesi. Sorunların kökenleri önemli değildi. “Bu ülkenin normalleşmesinin yolunun laiklik adına her
türlü dayatmaya son verilmesinden geçtiğini” söyledim.
İktidarın “siyasal İslamcı” karakteri, türban meselesini son 30-40 yıl içinde
İslamcı erkek parti ve ulemanın yaratması önemli değildi. İslamcı iktidarın
“üniversitelerde türban özgürlüğü” meselesini, tüm kadınları kızları çocuklara
varıncaya kadar türbanlamanın politik aracı olduğunu görmedim. Eğitimde
dincileşmenin, zorunlu din eğitimi dayatılmasının, ana okullarındaki bebekleri
bile türbanlamaya varan bir yolu açması da...
Laiklik
ve özgürlük
Şunu bile yapmadım: üniversiteli türban
taksın tamam, ama sınır burada kesin durmalı! Devlette inananlar Cuma namazına
gitsin vb, ama laiklik devlette kesinlikle korunsun, siyasetin aracı kesinlikle
olmasın.. Aslında ben siyasal İslamcı iktidarın, toplumu dincileştirmesinin bir
aleti oldum...
Türbanı, laiklik reddi üzerinden
tanımlayarak, aslında laikliğin adım
adım mezara gömülmesine yardımcı oluyordum. Örneğin türban güncel,
aşılabilecek bir mesele, ama laiklik ise bir ülke halkının birarada yaşamasının
en temel ilkesi olduğu gerçeğini takmadım. Ancak laikliği dışlayarak türbana
özgürlük sağlanarak demokratik toplum olacağımızı sandım.
Bir de baktım ki, aaa iktidar aslında dayatmacı mı dayatmacı, tam bir toplum mühendisi...
Bunca okumuşluğuma akademisyenliğime
rağmen, siyasal İslamcıların muhalefetteyken özgürlük savunucusu ve demokrat
kılıklı görünüşlerinin aslında aldatıcı olduğunu, her zaman, “bana
en geniş özgürlük, ama sana ise en büyük kısıtlama ve dayatma” şiarını
benimsediklerini anlamadım. Gözümle görmüyordum.
Ama artık diyorum ki “şimdi
laikliği savunma zamanı.”
Ama
Ben hep haklıyım
Tabii bütün bunların ötesinde ben hep
kimlikleri, etnisitelere özgürlüğü savundum. Kimlikleri milletin üzerinde
çıkartan politikaların ulusu parçalayıcı niteliğini, kimlikleri mezhepleri
etnik yapıları birbirine düşüreceğini, Türkiye ve bölge üzerinde egemenliğini
sürdürmek isteyen emperyalistlerin de buradan girerek, ulusu parçalayıcı daha
büyük politikalar geliştirdiği ve ülkeleri yerle bir ettiği tarihsel gerçeğini
bir türlü kavramadım. Ulus ve ulus devlet umurumda olmadı.
***
Yukarıdakileri ben mi yazdım, başkası mı
bilemiyorum. Öylesine dilimden döküldü..
Bütün bunlara rağmen, diyorum ve
biliyorum ki aslında hep haklıyım. Bunu asla inkar etmem. Dünün laikleri ne
kadar kötüysü, bugünün iktidarı da onlar kadar kötü.. Dünde dün önemliydi;
bugünde ise bugün.
Hiç yanılmam.. Tek en iyi bildiğim, her zaman haklı olduğum gerçeğidir.
Tıpkı, “şimdi laikliği savunma zamanı”
demem gibi. Dün asla önemli değildi.
Yetmez ama merhaba herkese!
-30 Mart 2014 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder