SAYFALAR

9 Şubat 2015 Pazartesi

Yüzde 50’nin Nefreti


Arınç’ın sözüdür bu. AKP ve RTE’nin “kamplaştırma” , muhalefeti “ötekileştirme” politikasıyla seçmen kitlesini istikrarlaştırmanın sonucunu dile getiriyor Arınç. Büyük bir nefret! Bir ülkede ulusun içine nefret ekmekten daha büyük kötülük olabilir mi?! O zaman her türlü kırılganlığa açık bir toplum yaratılmış demektir.
Ulusun birliği değil parçalanmışlığı görüntüsü. İktidarın, oy kullananların yarısının oyunu alması bir başarıysa, uygulama ve politikalarıyla diğer yarısının nefretini kazanması da büyük bir başarısızlıktır. Arınç, siyasetten uzaklaşma dönemine yaklaştıkça daha özgür konuşuyor sanki, ama biliyoruz ki geçmişte “çenesini tutamayıp” doğruları söylediği durumlarda, büyük geri çekilişlerine de tanık olduğumuz bir siyasetçidir. CNNTürk’teki konuşmasında çok daha ilginç yönler var, bir bakın derim.
AKP iktidarının en büyük çıkmazıdır, karşısına aldığı yüzde 50’nin nefreti! Çeşitli aşamalarda, ülkede siyasetin ekonomik ve toplumsal gelişmenin seyrine göre, bu nefret çoğalacaktır. 

Demirtaş itiraf ediyor, bizi doğruluyor
AKP’nin başarıyla değil başarısızlıkla yürüttüğü başka bir konu da çözüm sürecidir. Burada hep dile getirdim; saydam olmayan bir şekilde, gizlilikle, bırakın fikir söylemeyi milletin seyici bile olmadığı bir sürece gözü kapalı destek vermek söz konusu bile edilemez..
Geçen gün HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın kendisiyle yapılan ilginç bir söyleşide dile getirdiklerinin, bizim iki yıldır söylediklerimizden hiç farklı olmadığını görünce, şaşırmadım değil:
Müzakere süreçleri şeffaf olduğu oranda toplumsal destek devam eder, müzakerenin başarı şansı da artar. Çünkü şeffaflık sivil toplumun katılımını da sağlar. Oysa şu anda kapalı kapılar ardında, herkesin rahatlıkla komplo teorisi üretebileceği bir şekilde yürüyor bu süreç. İtirazlarımıza rağmen, hükümetin ısrarıyla böyle yürüyor. Yoksa biz şunun farkındayız: şeffaflığın olmaması, süreci her zaman tıkanma riskiyle karşı karşıya bırakır. Hükümet bu konuda çok ketumdur; elindeki müzakere sürecini zamana yayarak harcanacak bir siyasi rant olarak görüyor. Bir kerede de harcamıyor bu siyasi rantı. Zamana yayılmış bir şekilde, ihtiyacı oldukça seçimden seçime kullanılabilir, sürdürülebilir bir müzakere yöntemi tercih ediyor.” (Tanıl Bora, söyleşi, Birikim dergisi)
Durum budur, ne yazıyorsak o! Demirtaş’ın bunu açıkyüreklilikle dile getirmesi, RTE’ye mahküm olmak gibi çaresizliğin de ifadesi mi?! Söyleşiye bakın, başka ilginç tartışılacak noktalar da bulacaksınız.

Hesap vermeyen başkanlık sistemi askeri diktadır
RTE Anayasasına doğrudan girmedik bu köşede henüz.
Pek çok kişi “başkanlık rejiminin neresi kötü” diyor. Tabii, RTE’nin medyadaki adamları özellikle. Bir kimsenin “adamı olmak” kadar kötü bir şey olamaz! O zaman efendi başka ne isterse onu da kabul edip savunmak zorunda kalırsın. Yarın, kardeşim diktatörlüğün nesi kötü.. Diktatör var diktatör var, bizim ki iyi, yararlı halkını seven diktatör.. diye yazmaya başlarsın..
Burada Başkanlık Rejimi mi Parlamenter Sistem mi gibi, kitaplarda yer alan teorik bilgilerin iyiliği ve kötülüğü tartışılmıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın istediği tek adamlık rejiminin ülkeyi nereye götüreceği tartışılıyor.
Türkiye gibi demokrasinin sandıktan ibaret olduğu, demokrasinin diğer tüm ilkelerinin yerlerde süründüğü ülkelerde, dinci politikacı yönü güçlü sağcı bir liderin altında, ancak diktatörlüğe doğru yelken açabileceği gerçeğini yaşıyoruz.
Yargıdan tutun tüm kurumlara emir veren, doğru ve yanlışlarının sadece Meclis’te siyasal aklama ile “yargılanması gerektiğine” inanan bir bakışla karşı karşıyayız. Hayır, bin kez hayır!
Tolga Tanış, dün ABD Başkentinden yazdığı “Başkanlık değil, yolsuzluk önemli” başlıklı yazısında, Amerikan Başkanlık Sistemi’nin, hepimizin bildiği özelliğini in kez daha anımsatıyordu:
Cumhurbaşkanı diyor ki ‘en iyi demokrasi en iyi ekonomi ABD’de diyorlar, ABD bu noktaya Başkanlık Sistemi ile geldi’.. Hayır, parlamenter sistemi yerine Bakanlık Sistemi ile yönetildiği için gelmedi ABD bu noktaya. Yönetimdeki kuvvetler ayrılığı, güçlü bir yargı ve yöneticiler için konulan hesap verilebilirlik kuralı ile geldi.” (Hürriyet)
RTE’nin hiç sevmediği şeyler!

Ey halkım, yetki ver, kendimi feshedeceğim!
RTE ve adamları Başbakan Davutoğlu’na görevler veriyor: Partinin seçim programına almalı, meydanlarda başkanlık anayasasına geçileceğini söylemeli, meydanlarda halka bunun sözünü vermeli...
Davutoğlu meydanlarda şunu mu söyleyecek yani:
Sayın halkım, ben başbakan olarak fuzuli ve faydasız bir insanım. Bu kahrolası şimdiki anayasa beni karşınıza ne yazık ki başbakan olarak çıkartıyor. Utanarak yapıyorum bu işi.. Size söz veriyorum, başbakanlığı ve kendimi yok edeceğim, yeter ki siz Başkanlık anayasasını yapacak yeter bir çoğunluğu sağlayın Meclis’te..
Komik olmayın. Kimse sahip olduğu anayasal-yasal yetkilerin yerle bir edilmesini istemez. Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasında kesin bir yetki-görev çatışması vardır. Her AKP’linin oturmak için rüyasını kurduğu o koltuk orada kalır. RTE de kendi yerinde. Yazın bir kenara!

---9 Şubat 2015 Pazartesi - Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder