Arınç’ın sözüdür bu.
AKP ve RTE’nin “kamplaştırma” , muhalefeti “ötekileştirme” politikasıyla seçmen
kitlesini istikrarlaştırmanın sonucunu dile getiriyor Arınç. Büyük bir nefret!
Bir ülkede ulusun içine nefret ekmekten daha büyük kötülük olabilir mi?! O
zaman her türlü kırılganlığa açık bir toplum yaratılmış demektir.
Ulusun birliği değil parçalanmışlığı
görüntüsü. İktidarın, oy kullananların yarısının oyunu alması bir başarıysa, uygulama ve
politikalarıyla diğer yarısının nefretini kazanması da büyük bir başarısızlıktır. Arınç, siyasetten uzaklaşma dönemine
yaklaştıkça daha özgür konuşuyor sanki, ama biliyoruz ki geçmişte “çenesini
tutamayıp” doğruları söylediği durumlarda, büyük geri çekilişlerine de tanık
olduğumuz bir siyasetçidir. CNNTürk’teki konuşmasında çok daha ilginç yönler
var, bir bakın derim.
AKP iktidarının en büyük çıkmazıdır,
karşısına aldığı yüzde 50’nin nefreti! Çeşitli aşamalarda, ülkede siyasetin
ekonomik ve toplumsal gelişmenin seyrine göre, bu nefret çoğalacaktır.
Demirtaş
itiraf ediyor, bizi doğruluyor
AKP’nin başarıyla değil başarısızlıkla
yürüttüğü başka bir konu da çözüm sürecidir. Burada hep dile getirdim; saydam
olmayan bir şekilde, gizlilikle, bırakın fikir söylemeyi milletin seyici bile
olmadığı bir sürece gözü kapalı destek vermek söz konusu bile edilemez..
Geçen gün HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın kendisiyle
yapılan ilginç bir söyleşide dile getirdiklerinin, bizim iki yıldır
söylediklerimizden hiç farklı olmadığını görünce, şaşırmadım değil:
“Müzakere süreçleri
şeffaf olduğu oranda toplumsal destek devam eder, müzakerenin başarı şansı da
artar. Çünkü şeffaflık sivil toplumun katılımını da sağlar. Oysa şu anda kapalı
kapılar ardında, herkesin rahatlıkla komplo teorisi üretebileceği bir şekilde
yürüyor bu
süreç. İtirazlarımıza rağmen, hükümetin ısrarıyla böyle yürüyor. Yoksa biz
şunun farkındayız: şeffaflığın olmaması, süreci her zaman tıkanma riskiyle
karşı karşıya bırakır. Hükümet bu konuda çok ketumdur; elindeki müzakere
sürecini zamana yayarak harcanacak bir siyasi rant olarak görüyor. Bir kerede
de harcamıyor bu siyasi rantı. Zamana yayılmış bir şekilde, ihtiyacı oldukça seçimden
seçime kullanılabilir, sürdürülebilir bir müzakere yöntemi tercih ediyor.”
(Tanıl Bora, söyleşi, Birikim
dergisi)
Durum budur, ne
yazıyorsak o! Demirtaş’ın bunu açıkyüreklilikle dile getirmesi, RTE’ye mahküm
olmak gibi çaresizliğin de ifadesi mi?! Söyleşiye bakın, başka ilginç tartışılacak
noktalar da bulacaksınız.
Hesap vermeyen başkanlık sistemi askeri diktadır
RTE Anayasasına doğrudan
girmedik bu köşede henüz.
Pek çok kişi “başkanlık rejiminin neresi kötü” diyor.
Tabii, RTE’nin medyadaki adamları özellikle. Bir kimsenin “adamı olmak” kadar
kötü bir şey olamaz! O zaman efendi başka ne isterse onu da kabul edip savunmak
zorunda kalırsın. Yarın, kardeşim
diktatörlüğün nesi kötü.. Diktatör var diktatör var, bizim ki iyi, yararlı
halkını seven diktatör.. diye yazmaya başlarsın..
Burada Başkanlık Rejimi mi Parlamenter Sistem mi gibi, kitaplarda yer alan
teorik bilgilerin iyiliği ve kötülüğü tartışılmıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın istediği tek adamlık rejiminin ülkeyi nereye götüreceği
tartışılıyor.
Türkiye gibi demokrasinin sandıktan
ibaret olduğu, demokrasinin diğer tüm ilkelerinin yerlerde süründüğü ülkelerde,
dinci politikacı yönü güçlü sağcı bir liderin altında, ancak diktatörlüğe doğru
yelken açabileceği gerçeğini yaşıyoruz.
Yargıdan tutun tüm kurumlara emir veren,
doğru ve yanlışlarının sadece Meclis’te siyasal aklama ile “yargılanması
gerektiğine” inanan bir bakışla karşı karşıyayız. Hayır, bin kez hayır!
Tolga
Tanış,
dün ABD Başkentinden yazdığı “Başkanlık değil, yolsuzluk önemli” başlıklı
yazısında, Amerikan Başkanlık Sistemi’nin, hepimizin bildiği özelliğini in kez
daha anımsatıyordu:
“Cumhurbaşkanı
diyor ki ‘en iyi demokrasi en iyi ekonomi ABD’de diyorlar, ABD bu noktaya
Başkanlık Sistemi ile geldi’.. Hayır,
parlamenter sistemi yerine Bakanlık Sistemi ile yönetildiği için gelmedi ABD bu
noktaya. Yönetimdeki kuvvetler ayrılığı, güçlü bir yargı ve yöneticiler için
konulan hesap verilebilirlik kuralı ile geldi.” (Hürriyet)
RTE’nin hiç sevmediği şeyler!
Ey halkım, yetki ver, kendimi feshedeceğim!
RTE ve adamları Başbakan Davutoğlu’na
görevler veriyor: Partinin seçim
programına almalı, meydanlarda başkanlık anayasasına geçileceğini söylemeli,
meydanlarda halka bunun sözünü vermeli...
Davutoğlu meydanlarda şunu mu söyleyecek
yani:
Sayın halkım, ben başbakan olarak fuzuli
ve faydasız bir insanım. Bu kahrolası şimdiki anayasa beni karşınıza ne yazık
ki başbakan olarak çıkartıyor. Utanarak yapıyorum bu işi.. Size söz veriyorum,
başbakanlığı ve kendimi yok edeceğim, yeter ki siz Başkanlık anayasasını
yapacak yeter bir çoğunluğu sağlayın Meclis’te..
Komik olmayın. Kimse sahip olduğu
anayasal-yasal yetkilerin yerle bir edilmesini istemez. Cumhurbaşkanlığı ile
Başbakanlık arasında kesin bir yetki-görev çatışması vardır. Her AKP’linin
oturmak için rüyasını kurduğu o koltuk orada kalır. RTE de kendi yerinde. Yazın
bir kenara!
--- 9 Şubat 2015 Pazartesi - Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder