Dershaneler, tamam, herkesin söylediği sıradan bir şey. Bunu
duydukça gülüyorum: Eğitim sisteminin bir sonucudur, ürünüdür.
Ne yapalım yani? Eğitim sisteminin bir sonucu olmak, onları kabul
etmek gibi bir zorunluluk mu dayatır!? Şunu demek istiyorlar: Eğitim sistemi düzelmedikçe, dershaneleri de kaldırmaya
kalkışmak mümkün değil.
Ben farklı düşünüyorum: Dershaneler eğitim sisteminin bir
sonucu değil. Bu, herkesin diline yapışmış, yanlış bir söylem. Her şeyi en basitinden
yeniden ele alalım da artık tartışma doğru zeminde sürsün:
Eğitim sisteminde öğrenciler yetersiz eğitim aldıkları için
dershanelere gidiyor değiller (burada tartışılan eğitimin kalitesi değil)
İlköğretimden sonra gidecekleri, adı iyiye, kaliteliye çıkmış
ortaokul ve liselerin alabilecekleri öğrenci sayısı sınırlı... Aynı şekilde, liseyi
bitirenlerin de gidebilecekleri üniversite kontenjanları da sınırlı.
Yani, üniversiteleri temel alıp söylersek, 2012’de ÖSYM sınavına
1.451.000 öğrenci üniversiteye gitmek için sınava girdi. Bunlardan 1.171.000 kişi sınavı kazandı.
Yani üniversite kontenjanı kadar kazanan oldu ve yerleştirildiler.
Dolayısıyla 280 bin öğrenci üniversiteye giremedi. Çünkü üniversitelerde yer yok, eğer 1451 kontenjan olsaydı hepsi kazanmış
olacaktı.
Açıkta kalan öğrenci sayısı yıldan yıla azalıyor. Çünkü iktidar, üniversitelerin kapasitesini aşan miktarda öğrenci
alımını zorluyor, ikincisi yeni üniversite kuruluşlarını muazzam hızlandırıyor. Bu
iki politika ile açıkta kalanların sayısı hızla eritiliyor. Ama kalite muazzam düşüyor.
Herkes üniversite diplomalı, ama diplomaların çoğunluğu kalite olarak lise diplomasına
denk!
Ortalama bir Türk üniversitesinden mezun olan öğrenci
ile, örneğin ortalama bir Alman üniversitesinden mezun olan öğrenciyi, bilgi ve
beceri açısından karşılaştıramazsınız..
ÖSYM’nin temel görevi, 2012’de, 280 bin kişiyi elemekti.
Örneğin beş yıl önce belki de 600 bin kişiyi elemek
amacıyla ÖSYM sınavı yapılıyordu.
ÖSYM, öğrencileri 1’den 1.171.000’e kadar sıraya
(kuyruğa) sokuyor. Onları, tercihlerine ve aldıkları puanlara göre üniversitelere yerleştiriyor...
İşte, bütün mesele, a) 1,171.000 kişilik kuyrukta yer kapabilmek, b)
ve daha iyi ve istenilen kaliteli üniversitelere, bölümlere yerleşebilmek... Bunun için
büyük bir savaş veriliyor.
***
İşte bu noktada dershaneler devreye giriyor. Dershaneler, öğrencilere
iyi bir puan almanın test antrenmanını yaptıran yerler.
Dershaneler, liseden gelen öğrenciler arasında yeni bir sıralama yapar. Eğer öğrenciler lise
bilgileriyle ÖSYM sınavına girselerdi, kazanan diyelim ki yüzde 50’sinin isimleri ve sırası farklı
olurdu. Belki kaybeden 280 bin kişinin bir kısmı kazanan olurdu. Dershaneler ısrarlı bir test çözme yöntemiyle bu sıralamada etkili
oluyor.
Liseyi aksatmadan ve iyi çalışarak bitiren öğrenciler, iyi liselerde eğitim
görenlerin pek çoğu, dershaneye bile gitmeden iyi yerleri kazanabiliyor. Ama rekabet büyük olduğu için onlar da dershanelere
giderek şanslarını arttırmak istiyor.
Yani, dershaneler eğitim sisteminin bir sonucudur, söyleminin aslı astarı, kontenjan azlığıdır! Herkes yerleştirilebilseydi,
bu kez de kimin nereyi kazanacağı gündemde olacaktı, merkezi sınav hep bunu dayatır.
Avrupa ülkeleri bu sorunu, siyasetten arınmış, özerk, adam gibi
adam akademik yönetimlerin varlığı ile çözüyor! Bizde
her şey tepeden tırnağa kokmuş durumda. ÖSYM’den, merkezi sınavdan,
üniversite yönetimlerine ve akademik kadroların belirlenmesi ve atanmasına kadar…
Mesela kendi öğrencini seç desen üniversitelere,
yönetimler gerçekten te “kendi öğrencisini” seçer! Yani “akademik çürüme” bile
diyemeyeceğim bir durum, aslında tam siyasi çürümenin üniversitelere yansıması
var..
***
Eğitimde fırsat eşitliği koca bir sıfırdır ülkemizde. Eğitim
kalitesinde, bölgelerarası derin farkların yanı sıra, aynı kentteki okullar arasında da derin farklar
var.
Öğrenciler, genellikle, yoksul, orta halli ve zengin ailelerin imkânları ve
okulların verdikleri eğitimin kalitesi doğrultusunda üniversitelere yerleşebiliyor.
Dershaneciler diyor ki, eşitlik sağlıyoruz. Bu söylemde gerçeğin sadece
küçük bir kısmı var. Şüphesiz pek
çok öğrenci, dershanelerde daha şanslı bir konuma yükseliyordur.
Ama dershaneler de paralı yerler, yılda 5-6 bin
liraya kadar ücret ödüyorsunuz. Üniversiteye girinceye kadar hayatlarının bir kısmı dershanede geçen öğrencileri hesap
ederseniz, bu rakam 30 bin liraya kadar yükselir. Tabii dershanenin de öğretmenin de iyisi kötüsü
var, yani pahalısı ucuzu... Açık ki çok parayı ödeyenin şansı daha yükseliyor! Fırsat
eşitliği, yine paraya göre sıralanıyor!
Bu açıdan dershaneler, parayla yeni bir sıralama
yapıyor, hepsi bu!
TÜİK verilerine göre, yoksulluk sınırında olan 16 milyon yurttaş var! İşsiz sayısı resmi 3 milyon, gayri resmi
5-6 milyon.
Türkiye, gelirler
arası uçurumun, eşitsizliğin yüksek olduğu bir ülke. Eşitsizliği ölçen Gini Katsayı 0,402 gibi, OECD ülkeleri
arasında en yüksek ülkelerden biriyiz. En düşük yüzde 20 gelirler grubundaki
insanlarla, en yüksek yüzde 20 gelir grubu arasında fark
8 kat.
Dershaneler kapatılmalı. Bütün öğrencilere, ek ders fırsatları
okullarda yaratılmalı. Dershane öğretmenleri de buralarda kadrolu olarak iş koşulmalı... Onlar, en iyi öğretme/öğrenme
yöntemleri üzerinde de çalışmalı.. Kalite yükseltme kadroları!
Dershane ve okullar cemaatin kaynakları olmaktan kurtulmalı. Eğitim
yerlerinin hepsi tüm Türkiye’nin temel insan yetiştirme kaynaklarıdır. Siyasi ve dini amaçlarla kullanılamaz…
25 Kasım 2013 Pazartesi / Bilim ve Siyaset / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder