Gazeteci Ezgi Başaran, Balyoz davasının mahkeme
dosyasını iyice didikledikten, suçlayıcı delilleri -yani CD’leri ve bunların
sahteliği üzerine raporları gördükten neden sonradır ki, önceleri uzak durduğu
dava üzerine yazmaya başladı. Ezgi, olguları yazmaya, dolduruşa gelmemeye özen
gösterir, gazetecide olması gereken ana yön de budur. Gazeteci olarak
görüşlerimizi gerçekmiş gibi olguların yerine geçirdik mi, ipin ucunu
kaçırırız!
Mahkeme adını
alan 3 kişilik kurulun, savcılıkla tam bütünleşik halde verdiği mahkumiyet
kararından sonra, Ezgi, Radikal’da “Balyoz'da yargılama mı yapılmıştı ki?” başlığı
altında ilk görüşlerini yazdı (www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1101182&CategoryID=77):
***
“..tutuklu
yargılanan herkes ceza alacaktı. Belliydi. Neden derseniz… Davanın başından
beri ortada ne gerçek bir savcı, ne de gerçek bir mahkeme vardı. Bir karar
verilmişti. Uygulanacaktı. Çetin Doğan ve yakın silah arkadaşlarından Ankara’nın
davetlerinde “İrtica geliyor” diye ileri geri konuşmanın, 28
Şubat dönemindeki girişimlerinin ve tabii görüş ve düşüncelerinin
rövanşı alınacaktı. Hem rövanş almanın zevki için. Hem de tutuklanmamayı
başaran ordunun geri kalan muvazzaflarına ibret olsun diye.
Bir karar
verilmişti. Uygulanacaktı.
“Türk
Silahlı Kuvvetlerinin en yüksek öğrenim görmüş, en parlak subaylar serisi,
türlü mercilerdeki güçlerin zihniyetine göre makbul bulunmadığı için tasviye
edilecekti. Hem onlardan kurtulmak için, hem de yeni ve ‘makbul’ olanlarına yer
açılsın diye. Böylelikle Kara Kuvvetleri olmasa da, Deniz ve Hava
Kuvvetleri’nin önümüzdeki 20 yılına istenildiği gibi şekil verilebilecekti.
Balyoz ‘yargılaması’ budur.
“Onlarca
kez yazdığım tutarsız dijital delillerden, delil değerlendirme bölümünün
atlanmasından, atanmayan bilirkişilerden, dinlenmeyen kilit tanıklardan
bahsetmek istemiyorum… Mahkeme heyeti dahil herkes biliyor. Evet herkes biliyor
ki, Balyoz davası hukuki manada meşruiyeti olan
bir dava değildi. Dünyanın hiçbir medeni hukuk devletinde bu haliyle
görülmesine imkan yoktu. Aslına bakarsanız, ilk duruşmadan sonra devam etmesi
sivil toplumda infial yaratırdı. Fakat bizde öyle olmadı.
“Bunda
manipülatif haberler yapan gazetelerin, gazeteci benzeri muhtelif kişilerin,
söz konusu asker olduğu için ilkeyi, hukuku, prensibi unutan kalantor
gazeteci-yazar abilerin sessizliğinin, tembelliğinin, korkaklığının payı
çoktur. Halbuki Balyoz davasının ne olduğu, delillerin ve iddianamenin nasıl
bir ‘modus operandi’ ile hazırlandığı ilk etapta görülseydi, sonrasında gelen Oda TV,
KCK,
Devrimci Karargah ve Fenerbahçe davaları başka türlü yürürdü… Bu
dava da yıllar içinde büyük bir ayıp ve vicdansızlık örneği olarak Türkiye’nin
midesini bulandırmaya devam edecek. Eminim.”
***
“Kalantor gazeteci-yazar abiler”in
mahkumiyetten sonra ne yazacakları da belliydi tabii ki.. Hepsi “Bu karar orduya bir ders olsun” diyordu..
Hukuk? Delil? İnsan? Suç? Ceza? Bunların, hiçbirinin gözünde zerre kadar önemi
olmadığı biliniyordu. Siyasi cellatlığa destek verdiler, bu hepsinin yüz
karasıdır.
İçimizden
bazıları da davayı bilmeden yazıp çiziyor, bu cezalar, Plan Semineri ve oradaki
konuşmalara göre verilmedi. Plan Semineri suç olarak ortaya konmadı! Sahte CD
gereğince cezalar verildi! Artık bunu bilmeden kimse yazı yazmasın!
***
Bir genç
gazeteci araştırıp Balyoz üzerine yazarken, bir emekli paşa, Hilmi Özkök, kararı veren hakimleri
kucakladı. “İşte demokrasi” manşetini
atan iktidar gazetesine verdiği demeçte diyor ki: “..bir vatandaş olarak gözlemime göre mahkeme heyeti titiz davrandı,
tanıklar dinlendi, bilirkişi gereğini yaptı, o nedenle adil yargılama olmadı
diyemem..”
Özkök, davayı
gözucuyla izleyen, kamuoyunda yaratılan algının esir aldığı bir kimse gibi!
Sanıklara 2003 martına ilişkin yöneltilen tüm suçlamaların 2009 yılında yazılan
bir CD’de kayıtlı olduğunu da mı duymadı? 3 sivil memure bile “darbeci” olarak
16 yıl ceza aldı!
Özkök, bir
darbe girişimi olduğuna inanıyorsa, bunu net söylemeli, belgeleri de ortaya
koymalı. Biz de diyelim ki, yahu işte
gerçekten darbe girişimi varmış, paşa da bunu önlemiş.. Sahte CD’leri bir
kenara bırakırsak, Plan Semineri’ndeki konuşmaları dava edebilirlerdi, ama bunu
yapmadılar, çünkü bu konuşmalardan 365 subayı darbeci diye yargılayamazlardı!
Evet komutanlarda büyük rahatsızlık vardı, ama darbe yapılacak uluslararası ve
ulusal ortam hiç te yoktu.. İyiki de yoktu!!!
“Hukukçu değilim”
lafının, sadece ve sadece, cezaları onaylamak için kullanılan bir bahane
olmaktan öte bir anlamı yok.. Öne sürülen suçlamaların dayandığı delillerin
sahteliğini görmek için, ey Paşa, hukukçu mu olmak gerekir! Sadece göz, kulak,
vicdan.. sahibi ve okuyor olmak yetmez mi! Ezgi ve daha niceleri, hukukçu mu
araştırıcı mı? Siz nasıl araştırıcı olmadan orduyu yönettiniz?
Paşa, kasabın
etine soğan doğramak için, kararın verilmesini bekliyormuş.
Soğanı anladık
da şu eti görelim Paşa, eti!
***
Sosyal medyada
bir iktidar palyaçosu diyor ki: “dava delilleri
sadece tartışılanlar kadardır, iddiasına inanılması isteniyor.. Zekamızla alay
etmeyin”
Olay budur. İtiraf da budur.. Yani Balyoz kararları,
ortada olmayan “deliller”e göre verildi. Yani inançlara, isteklere, önkabullere
göre!
Hey biz hangi yasadan konuşuyoruz? Anlaşılan,
iktidarın cebinde kimsenin bilmediği bir “özel yasa-hukuk” bulunuyor..
Şunu resmen açıklasalar ya.. Soytarılarına
söyleteceklerine!
-- 24 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder