25 gencecik,
taptaze, tiril tiril insanımız.. Şüphesiz çoğu kısa dönemli askerlik için de
olsa, derin kaygılarla evlerinden yolcu edildiler, belki de anneleri arkalarından
sular dökerek, “su gibi git su gibi gel oğlum”.
Herşeyden sakınılarak binbir özenle
büyütülen ve umutlar bağlanan 25 gencimiz, bir booooommmm ile kan ve et yığınına
dönüştü... Canlı olmakla cansız olmak, üstelik bir anda.. her ne kadar hayatın
ta kendisi ise de bu, hayır, bu böyle olamaz, böyle olmamalı, buna can
dayanmaz, böyle yaşanmaz, böyle ölünmez!
Her can, yaratılan,
kurgulanan, inşa edilen bir dünya.. Üzerinde herkesin, ana-babanın, kardeşin,
arkadaşın, çevrenin, toplumun milyonlarca duygusu, emeği, rengi, kokusu, dünyası,
beklentisi, sevinci-gözyaşı, bilgisi-düşü ve geleceği var!
Bir boooooommmm ve kahredici büyük yokoluş..
Geridekiler, bizler, görenler, bakanlar, öğrenenler olmasak, yalnız başına gerçekleşen
bir olay olsa, salt bir doğa durumu olur; şimşek çakması, gök gürültüsü, yağmur
yağması, sıcak bastırması, buzulların kopması gibi.. Ama öyle değil.
Burada bizler
varız, toplum var.. Kimse yalnız değil, kahrolasıca yaşam! Herşey bir seyirlik;
herşey bir seyir halinde akıyor.. Çırpınan bir insan var herşeyin ortasında,
bir zavallı insan; ve biz zavallı insanlar..
***
İnsanın kendi
iradesiyle ölümünü anlarım... Ama ölümle-yaşam arasındaki bireysel çizgi
ortadan kaldırılıyor ve kişisel bir durumdan kitlesel – toplumsal bir duruma dönüştürülüyorsa...
Yaşamak ne acı ne zor ne gereksiz ne berbat ne kötü ne öldürülesice bir şey
kardeşim...
Evet, böyle bir
yaşamı bütünüyle öldürmek ve yerine belki hiç zaman var olmayacak imkansız bir
yaşamı – düzeni istemek.. Bunun için savaşmak ve onurla ölmek..
***
Hayatı nasıl
daha yaşanabilir, insanı nasıl yaşayabilir kılabiliriz? Bu düzeni, bu toplumsal
yaşam biçimini, içinde yüzdüğümüz bu yaşamı öldürmek için çalışarak.. Kısa
yoldan da, varolanı daha kabul edilebilir olanla değiştirmeye uğraşarak..
Mesele sadece Ordu biçimi de değil, siyaset biçimi!
Hayır, tek bir
olaya, 25 gencin öldürülmesine bakarak, Ordu
insana bakış anlayışını 180 derece değiştirmelidir demiyorum. Er’e, uzman çavuş’a,
astsubay’a, subay’a kadar.. yani toplam askeri bakış değişmeli.. Bombayı, topu –tüfeği,
uçağı, strateji ve taktiği, toprağı, karakolu, tepeyi.. en önemli şey olarak
merkeze koyan ve insanı ise bütün bunlar için feda edilecek bir araç, bir “ara
malzeme” olarak gören askeri-siyasi bakış toptan değişmelidir..
İnsanı “ölecek”,
“ölmeye hazır” bir şey olmaktan çıkartan
bir düşünsel dönüşüm, büyük bir olasılıkla, askeri amaçlara varılmasında çok
daha etkin olacaktır.
***
Ölmeye geldik
ilkelliğine hayır. Koru, yaşat! “Ordu
burası, olur böyle şeyler, doğaldır, normaldir” anlayışını öldürmeliyiz..
“Bu işler Pakistan’da, Hindistan’da da oluyor”
diyen ilkel ve katilliği baştan kabul eden kafaların, toplumun yönetici
yerlerindeki kökleri kurutulmalıdır..
“Herşey açık ortada” diyen bir
Genelkurmay Başkanına ne demek istediği
açıkça sorulmalıdır.. Yani kaza mı,
yoksa, kardeşim Türkiye burası mı
diyor? Böylesi ve benzeri kazalara ancak olasılığı yüksek ortamların yol açar
olduğunu bilmiyor mu?
İlahi tecelli, yazgı,
ne yapalım, elden ne gelir gibi,
toplumu yüzyıllardır soru sormayan, sorgulamayan bir cenderenin içine sokan yanıtlarla
bütün önemli olayları geçiştiren, toplumun canı üzerinden refah, saygınlık,
rant sağlayan bütün politikacı ve yönetici tiplerinin hepsinin canı cehenneme!
Bir “cenaze
evi”nde, her zaman baştan sona zırvalık olan “plaket-kilim alışverişi” gibi tepeden tırnağa uyduruk bir bürokratik
süreci gereksiz görüp reddedecek bir kafa yoksa, bu ülke baştan sona çökmüştür..
(*)
Arkadaşlar,
okurlar, sevgililer, dostlar...
Türkiye bir cenaze evidir!
Yönetim biçimi, yönetim düzeni, yönetim felsefesi, yönetim anlayışı, baştan
sona insan düşmanlığı üzerine kuruludur.. insanı yaşatmak değil öldürmek üzerine!..
Tepeden, en alt birimlere kadar..
Türkiye bir
cenazeevi olmuştur, asla unutmayacağımız temel gerçek budur..
***
Sevgili dostum,
çalışkan, onurlu, sevecen, güzel ve doğru insan Hüseyin Kıvanç’ı böyle bir kaybedecektik.. Anısı, sureti hep
bizimle olacak.. Anlatacağız Hüseyin’i ve kitaplarını okuyacağız..
--
(*) Melih
Aşık, Doğan Kuban’ın çöküş teorisi üzerine Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji
Dergisi’nde yayımladığımız yazıyı anlatan Celal Şengör’den alıntı yaptı. Kaynağını
belirtelim. Şengör de Doğan Kuban da CBT yazarıdır.. Doğan Kuban’ı her hafta
dergimizde okumayan, büyük kayıp içindedir, bunu da belirteyim..--9 --- --
- 9 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder