Amerikalı bilimcilere eleştiri
Geçen haftaki
dergimizin kapağındaki konu üzerine (Sosyalleşmenin bedeli) yazmak istiyordum,
ama araya Mersin için güneş enerjisi projesi girdi (*)..
Tarih öncesi
dönemden bu yana insanların hep bir grup oluşturma ve grubun içinde kalma
eğiliminde ve bu eğilimin de insanoğlunun içgüdüsel bir özelliği olduğu ileri
sürülüyordu yazıda. “Grup üyeleri tüm grubun çıkarları ve iyiliği için kendi
çıkarlarına bile ters düşebilir. Fedakârlık, işbirliği, rekabet, hakimiyet
kurma, karşılıklılık, taraf değiştirme ve hilekârlık” da, bu gruplaşma oyununun
dayandığı temel.
Bizim
çocukluğumuzda “mahalle” vardı (bazı yerlerde yine var). En büyük grup Mahalle idi. Mahalle Baskısı, sonra sosyolojik bir terimden siyasal kavrama da
evrildi! Mahalleler arası kavga bile yaptığımızı anımsıyorum. Bir mahalle bizim
mahalleyi (genellikle kız yüzünden!) basmış, biz de o mahalleyi basmaya
gitmiştik! Kavga edecek kimseyi bulamayınca kös kös geri dönmüştük!
Takım
taraftarlığı kavgası da böyle bir şey. Çeşitli çıkar gruplarından tutun,
Cemaatciliğin bu kadar hızlı yaygınlaşmasına varıncaya kadar. Sonuç olarak
gruplaşmalar, çeşitli derecelerde şiddet uygulamalarına, “benimki seninkinden
üstün” rekabetlerine ve savaşlara kadar uzanıyor. Araştırma, grup aidiyetinin
insanı suçluluk duygusundan da arındırdığına işaret ediyor. İşin ilginci,
gruplaşmanın, insanı insanı yapan temel dürtülerden biri olduğu, insanoğlunun bu sayede sosyalleştiği
ileri sürülüyor!
Doğrular ve
yanlışlar iç içe bir saptama!
Şüphesiz ki
insanoğlunun bir arada bulunarak, gruplaşarak varoluşunu güvenceye aldığı
evrimsel bir gerçektir. Dayanışma,
yeryüzünde tutunmanın ve dünya üzerinde yayılmanın, yerleşmenin ve uygarlık
inşa etmenin şüphesiz ki temel taşıdır.
Ama insanın ebedi
olarak her zaman savaşarak, kandırarak, rekabet ederek, öldürerek.. ancak
sosyalleşebileceğini söylemek de, bence eşekliğin danıskasıdır.
Sanki, insanın
sosyalleşeceği başka konumlar, durumlar, ortamlar, düzenler, mekanizmalar söz
konusu olamayacakmış, olamazmış gibi!
Bu Amerikan
“sosyolojisinin” veya davranış biliminin dayandığı temel mi? Bilmiyorum,
bilenler söylesin!
***
Ama şunu
biliyorum: Bu bakış, günümüz rekabetçi
ve birbirinin çukurunu kazan, emeğini sömüren ve birbirinin sırtına basarak
türlü çeşitli zenginleşmenin, toplumda makam, güç, onur, itibar kazanmanın
yollarını sunan yeni, eski- yeni liberal kapitalist toplumun ve onların
bilimcilerinin bakışıdır. Onlara göre bu düzen değişmez, verili, mutlak bir
kalıptır. Bunu böyle kabul etmek
zorundayız ve insanoğlunu da ancak bu mutlak geçerli düzende anlayabiliriz..
Bu “doğuştandır”.
Bir zamanlar,
“Tarihin Sonu” teorileri gibi!
Yazıda
deniyordu ki: “Savaşlar ve soykırım evrenseldir ve sonsuza dek devam edecektir.
Herhangi bir kültürün veya dönemin tekelinde de değildir. Resme bütün olarak
bakıldığında, büyük savaşların yerini küçük savaşların aldığını görüyoruz.
Bugünkü küçük savaşlar avcı toplayıcı atalarımızın, ilkel tarım topluluklarının
zamanındaki savaşların büyüklüğüne ve tipine benziyor. Uygar topluluklarda
işkence, idam ve sivillerin öldürülmesi gibi uygulamalara son verilmek istense
de. Bu küçük savaşlar ne yazık ki bu çabaları boşa çıkartıyor..”
Değişen bir şey
yok mu? Her birinin ayrı bir sosyolojik, varoluş, ekonomik temeli yok mu?
Devamla:
“Gruplararası
rekabeti savaşmadan sürdürebilmek amacıyla gelişen uygarlık, iyilik ve güzellik
yolundaki uzun erimli mücadeleyi başlattı. Uygar topluluklarda özveri, merhamet
ve paylaşım ödüllendirilirken, bencillik eleştiri bombardımanına tutuldu. Bütün
uygarlık yarışına karşın grup çatışmalarının son bulmaması, insanoğlunun
içindeki iyiyi de kötüyü de ortaya çıkartması açısından hem en büyük hem de en
kötü genetik mirasımızdır..”
***
Hayır!
İnsanlığın genetik mirası bu değil! Bu Amerikalıların veya kapitalist düzene
mutlak inancın dışavurumu olabilir!
Mutlak olan şudur:
İnsan, içinde bulunduğu koşullara göre davranıyor. İçine sokulduğu düzen,
insanı öyle davranmaya zorluyor.. Ortamı, düzeni değiştirdiğinizde, insan
davranışı da ve sosyalleşme ilkeleri ve mekanizmaları da değişebilir..
Şüphesiz ki her
insanı “mutlak iyi” yapamazsınız.. Ama büyük çoğunluğu, toplumsal davranışları,
ülkelerarası ilişkileri doğa-insan-ülke arasındaki dengeyi mutlak iyilik
üzerinde kuran ve gören bir düzen öngörebilirsiniz..
Bu konu daha
çok yazı kaldırır!
Gelecek Cuma
yeniden birlikte olmak dileğiyle...
Mersin Yerine Bodrum mu?
(*)
Dr. Sami Demir, bu projenin Mersin
yerine Bodrum’a daha uygun olacağını yazıyor:
“Geçen
hafta sözünü ettiğiniz Mersin’in tüm enerji ihtiyacının petrol dışı
kaynaklardan sağlanması, sürdürülebilir enerji kaynaklarından yararlanma,
özellikle güneş enerjisinden yararlanma konusunda, en uygun bölgenin Bodrum
olacağı kanısındayım. Bodrum’un imar planı nedeniyle tüm çatılarının güneş enerjisi
panellerinin yerleştirilmesine uygun olması, öncelikli tercih nedeni olacaktır
Ayrıca geçimini turizmle sağlayan bir bölgenin böylesi bir çevreci proje ile
anılması, turizmin gelişmesine de katkı sağlar. Bu yüzden Bodrum için güneş enerjisinden yararlanma ile ilgili ulusal bir projeye
öncülük etmeniz, ülkemizin enerji politikaları açısından gelecek ile ilgili
yol gösterici olacaktır.”
Sayın Demir,
öncülüğü Bodrumlular, Mersinliler ve onlarla birlikte, yerel yönetimler ve
merkezi yönetim elbirliği ile yapabilir. Biz yayın ve düşünce desteği olarak
hep buradayız..
-- CBT Gündem sayı 1310, 27 Nisan 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder