SAYFALAR

28 Nisan 2011 Perşembe

Aksoy, “Meçhul Asker Kaçağı”, ve Yaratıcılığı Hangi Vinç Asabilir?



Mehmet Aksoy, Berlin’de Almanya’da el üstünde tutuluyordu, heykelleri Berlin’de alanlarda, müzelerde ve başka Avrupa kentlerine topluma katkıda bulunuyordu! Dün sordum ona: Hiç bir kötü şey yaşadın mı Almanya’da?
Durdu, güldü, hayır tm tersine heykellerim hep korundu dedi ve “Meçhul Asker Kaçağı” heykelinin öyküsünü anlattı:
O zamanlar Almanya’nın başkenti olan Bonn’da önemli bir alana konmak üzere bir barış heykeli yarışması açılıyor. Dünya Barış Yılı ilan edilmiş.. Aksoy, yarışmada birinci geliyor. Heykel bitiyor. Yıl 1989. Ama Hristiyan Demokrat’lar heykeli belirlenen yere koymak istemiyorlar, çünkü Heykel, Hitler’in ordusundan kaçan askerlerden esinleniyor... Asker kaçaklarını yüceltiyor! Hristiyan Demokrat Parti ise bunu Alman ordusuna ve askerine hakaret olarak kabul ediyorlarlar..
Oysa Hitler’in ordusundan kaçmaktan daha şerefli ne olabilir?!
Bonn’da projenin sahibi Kilise’nin yetkilileri “Heykel bize iltica edebilir, zaten bizim heykelimiz” diye sahip çıkıyorlar.. Heykel kilise önüne törenle yerleştiriliyor.. Ağırlığı 10-15 ton! Mumlar yakılıyor heykelin çevresinde.. Halk heykele sahip çıkıyor!
Meçhul Asker Kaçağı Bonn’a yerleşemiyor ama Almanya’nın eyaletlerinden talepler geliyor, bir tır üzerinde bir yıl boyunca Almanya’yı dolaşıyor..
 Derken Berlin Potsdam belediye yetkilileri heykelin kendi bölgelerine dikilmesini talep ediyorlar. Aksoy kabul ediyor, Potsdam hem İkinci Dünya Savaşı’nın sonlandığı hem de Barış’ın imzalarının atıldığı yer! “Meçhul Asker Kaçağı” nihai yerini buluyor!
***
Mehmet Aksoy bir yıl sonra Potsdam’a heykelini görmeye gidiyor. Heykelini zor buluyor.. Çünkü her tarafı bez afişlerle donatılmış, üzerine sloganlar yazılmış.. Görünmüyor.. Çevresinde onlarca genç.. hava soğuk ateşler yakılmış.. Körfez Savaşı günleri, gençler savaş bitinceye kadar burada kalacağız, heykeli bekleyeceğiz diyorlar.. Heykel bir protesto simgesi! Ama Aksoy heykelinin kapanmış olmasına gönlü razı değil. Onları ikna ediyor, afişleri üzerinden indirip heykeli temizliyorlar.. Neden sonra gençler Aksoy’a kim olduğunu sormayı akıl ediyor!
***
Mehmet Aksoy geçen yıl Potsdam belediyesinden bir mektup alıyor. Kış orada soğuk geçer, Heykelde çatlaklar oluşma kuşkusu var. Önerileri, en soğuk 3 ay boyunca heykeli bir ahşap korumaya almak.. Soruyorlar: Acaba Aksoy bunu kabul eder mi? Ancak bazı Potsdamlılar da “bunların niyetleri kötü olabilir” diyerek, heykelin örtünmesine karşı çıkarlar..
***
Mehmet Aksoy, bazen ağlayacak duruma geliyorum ve kafamı öteye çeviriyorum diyor. Hele işçilerin “Allahüekber” diyerek İnsanlık Anıtı’nın, aslında ise Mehmet’in çocuklarının kafasını koparmaya girişmelerine dayanamıyor.. Başbakan’ın kafasının içinde putlar olduğunu düşünüyor: Bu nedenle kutsallıklarla düşünüyor. İşçilerin de İnsanlık Anıtı’ını put yıkar gibi dini ayinlerle kesmeye başlamaları, siyasetin halk içinde nasıl kötü tohumlar ektiğinin tehlikeli örneği!
Bir cihat açma olayıdır, İnsaanlık Anıtı’nın başına gelenler!
Acaba Enel Hak mi desem diyor, Aksoy... İnsanlar Tanrının suretleriyse, bizim heykellerimiz de Tanrının sureti olarak kabul edilebilir.. Sanatçılar tanrısal sureti dışavuruyorlar.. Hallacı Mansur’u düşünüyor şu sıralarda..
***
Kars’ta heykelin çevresinde bir yaşam alanı oluşmuştu, diyor. Gelinler gelecek fotoğraflar çektirecekti!
Türkiye’ye neden kalkıp geldi? Sanatını Türkiye üzerinden yapmak isteği.. İnsanın yurdunda yaratmak istemesinden daha doğal ne olabilir? Berlin’de ilk Görsel Sanatlar Derneği’nin kurucusu.. Heykelciliği, özel.. (Kunstanbau!) 
Almanya’da el üstünde tutulan bir uluslararası sanatçımızın başı, Türkiye’de ise dertten kurtulmuyor...
Türkiye gericiliğin bütün hatlarıyla hüküm sürdüğü, iktidarda olduğu bir yer..
Ama “beni kolay kolay yıkamazlar” diyor..
Sanat, yaratıcılık beyinde, düşüncede..
“Hangi vinç onu asabilir”?
--28 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

26 Nisan 2011 Salı

Canımm Ege! (Kitap Fuarında Seçim Dedikoduları)


Cıvıl cıvıl bir kitap fuarı, gençler gençler ve kadınlar.. öğretmenler.. hepsi güzel insanlar. Cumhuriyet Kitabın standında sohbet ediyoruz. Hayatları mücadele ile yoğrulmuş; gerici, dinci, faşist saldırıların içinden geçmiş ve feleğin çemberinde süzülmüşler hepsi. Ama güleryüzlüler. Büyük bir yaşam deneyiminin ışıltısı ve bilgeliği yüzlerinde, gözlerinde.
Zehra Ünüver, öğretmen, karı koca Anadolu’da okuldan okula geçmiş hayatları.. Evleri bile kurşunlanmış!
3 çocuk yetiştirmiş, hepsi üniversiteyi bitirmiş, bugün çok iyi yerlerde çalışıyorlar. Hayranım kadınlarımıza! Oğlu lisedeyken “anne dershaneye gitmem gerek” demiş. “Hayır göndermem, para da veremem, ama bak sınavlarına gir özel dershanelerin, ilk bin içinde olmayı başarırsan, bedava okursun,” yanıtını vermiş. Çocuğunun gözleri parlamış ve başarmış..
Zehra Hanım, öğretmenlikten ve çocuk büyütmekten emekli olunca, öykü yazmaya dönmüş. Cumhuriyet Kitapları’nda yayımlanan “Şahmaranı Yutmak” adlı öykü kitabını imzalıyordu bizlerle birlikte okurlarına!
İsparta’dan kopup gelen genç kızlar... Cumhuriyet’i bazen bulamıyoruz kentte, diyor.
***
Kitaplar kitaplar ve kitaplar..
Küçüklerle tanışıyoruz. Mehmet, Murat, Erdem ve diğerleri...
İzmir Çağdaş Yaşamı sırtlayan Gönül Hanım ve diğerleriyle sohbet ediyoruz. Şimdi, müziğin sosyolojisi üzerinde araştırmalar yapan bir Çağdaş Yaşam bursiyeri gençle tanıştırıyorlar! Desteğin/özverinin geri dönüşü ve bunun yarattığı mutluluk!
Okurlar, güzel insanlar, hemen söze giriyorlar:
-Siz bizi tanımazsınız ama biz sizi tanıyoruz... Haftanın üç-beş günü sizlerle beraberiz.
-Yoo ben de hepinizi tanıyorum, en azından çoğunuzu tanıyorum. Yazıları kimlerin okuduklarını az çok biliyorum, kendinizi bilinmiyoruz diye saklamaya hiç çalışmayın...
-Ege güzel. Hadi ben Ege’ye yerleşeyim!
-Yeriniz hazır, artık bir kez söylediniz, dönmek yok sözden...
Bir kaç söz daha etsem, anladım ki İstanbul’a dönemeyeceğim.. Susuyorum!
***
Cumhuriyet’i sorguluyorlar. Hiç biri “biatçı” değil. Eleştiriyorlar! O neden öyle yazmış, şu ne halt ediyor öyle, “Gazete” sağlam mı, ciddi bir sorun yok değil mi..
Daha pek çok şey, burada yazamayacağım...
Söz CHP’ye geliyor, CHP’yi eleştirmeyin, diyor bir, ikinic emekliliğini de yaşamış neredeyse- bir Cumhuriyet kadını, ama taş gibi ayakta!
Yanında başka bir okur, hayır tabii ki eleştiri de olacak, diyor..
-Ama şimdi değil! Şu seçimler geçmeli önce!
Gözümün önüne, tekkeler zaviyeler kapatılmamalıydı, diye demeç veren milletvekili adayının zırvalıkları geçiyor.. Onlar birer “kültür, yeri insan üretim yeri”.. imiş, yeniden açılmalılarmış.. Bugünün ve yarının Türkiye’sini, tekke ve zaviyeleri açarak kuracak birilerinin de CHP içinde olması, herhalde “halkla bütünleşmek” oluyor..
Okur sözü kapıyor ağzımdan, “İşin ilginci, bu tipleri kucaklayarak, ‘oralardan’ seçmen kitleleri koparacağını ve büyüyeceğini sanan bir anlayışa bel bağlamak geçmişte te iflas etmemiş miydi?
Diğer okurdan bir gerekçe: “Böyle bir kişinin parti içinde varlığı önemli değil, yem diye almışlar işte..”
Millet pek umursamıyor şimdi böylelerini, pek çoğu “onlar bugün var yarın yok” görüşünde.. Seçime odaklanmış ve hedefinde bu iktidarın gitmesi var..
Oylar parçalanmaz mı, söylemi yaygın..
Ama pek çok kişinin de, İzmir’de Doğu Perinçek’e, İstanbul’da Tuncay Özkan’a oy vereceğini söyleyenler de var. Bir okur diyor ki, “her seçimde sürekli korku içinde oy vermekten bıkanlar, tercihlerini özgürce kullanacak..”
Bu seçimler ilginç olacak...
Yoksul halkım, tabii ki her zamanki gibi, zenginleri seçecek! Kendilerini daha iyi sömürsün diye... Cahillik, üç-beş çocuk bu nedenle çok gerekli iktidara!
Bir de politik din çemberi tabii..
Ki kafasını günışığına çıkarmadan, tepesine binenleri sırtında durmadan ve yıllarca taşıyabilsin.. İktidar ve şürekası daha zenginleşsin, şişsin paradan puldan...
***
Eski DP için oy deposu Ege, yurttaş olma ve kapitalistleşme süreci içinde, tutuculuğundan sıyrılalı çok oldu... Türkiye’nin özgürlüğe, gerçek demokrasiye açık yüzü.. Oradan ve Akdeniz’den Anadolu’nun içlerine doğru büyüyecek bu umut.
Başka çaresi yok...
---26 Nisn 2011/ Bilim ve Siyset – Cumhuriyet

CHP ve İktidar Olmak


14 Ekim 2010 tarihinde bu köşedeki yazının başlığı şuydu: “CHP Ülkeyi yönetebilir mi?” Bir dizi akılsız tepkiler de gelmişti... Fethullahçılar, basın toplantısında Kılıçdaroğlu’na bile sormuşlardı: Bursalı böyle yazı yazdı, ne diyorsunuz. Yanıt: “Biz onu ikna ederiz”.. Bunları, Sencer Ayata ile sohbet izlemişti.
Fikir özetle şuydu: 
Ülke yönetmek, artık ve bütünüyle bir uzmanlık işi.. Hemen bütün alanları kapsayan, uzman bilgiler, raporlar, gelecek pespektifleri, dünya-Türkiye kıyaslamaları... gerekir. Bugün iddia edebiliriz ki, CHP'de bunların hemen hiç biri yok! Planlar, programlar, simülasyonlar... Soralım: Devletten, sanayiden, ticaretten, kültürden, eğitimden, hemen her alandaki üreticiden, düzenli bilgi akışı örgütleniyor mu? Bir odanız var mı, rafları Türkiye'yi hemen her alanda aydınlığa çıkartacak, raporlar ve uygulama planları ile dolu? Bu ülkeyi nasıl rehabilite edeceksiniz, insanları, kurumları.. Gençlere nasıl iş yaratacaksınız! Kadınları nasıl özgür kılacaksınız? Ekonomisi ve bilimi ileri teknoloji üreten bir Türkiye nasıl gerçekleştireceksiniz?.. CHP'ye tık tık yapıyoruz, sesleri dinleyince diyorum ki, CHP bugün iktidara gelse, 2 yılı boşa gider bu ülkenin! Acı söylemenin, şimdi tam zamanıdır!
***
7 ay önceydi bu yazdıklarım. CHP üst üste kongreler, olaylar yaşadı; Kılıçdaroğlu ısındı, pişti, güven verdi; Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu Başkanı Prof. Sencer Ayata ve arkadaşları doğrusu iyi çalıştı. Çevreyi de harekete geçirdiler, kısa süre içinde bir dizi konuya çözümler ürettiler.. İktidara geldiklerinde bir yol haritası ortaya çıktı..
Aile Sigortası, Sivil Toplum, Gençlik, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Ekonomik Kalkınma Programı üzerine raporlar hazırladılar. Seçim bildirgeleri “Özgürlüğün ve Umudun Ülkesi. Herkesin Türkiye'si” 70 sayfa tutuyor.
Bu bildirgeye kaynaklık eden Temel Fikirler şu başlıklar altında derleniyor:
 Özgür İnsan için Özgürlükçü Demokrasi; Sürdürülebilir Kalkınma İçin, Üreten, Büyüyen, Paylaşan Çevre Dostu Ekonomi; Sosyal Adalet ve İnsanca Yaşam İçin Eşitlik ve Sosyal Dayanışma; Mutlu Toplum, Mutlu İnsanlar için Nitelikli Kamu Hizmetleri, Gün  Işığında Yönetim; Çağdaş Yönetimler ve Gelişmiş Kent Toplumu İçin: Kalkınna Bölgeler, Kentleşen Anadolu, Dünya Kenti İstanbul ve Adil ve Güvenli Bir Dünya İçin: Barış, Demokrasi ve Kalkınma Temelli Dış Politika  ve Çocuklar için planları.. 
Dahası gelecek, anlaşılan..
Kılıçdaroğlu’nun “Biz onu ikna ederiz” sözü, şüphesiz ki ortaya koyacakları program, vizyon vb ile ilgiliydi. İktidar isteyen bir parti için en kötü şey, Türkiye’yi heyecanlandıracak bir gelecek bakışı eksikliğidir.. Bu her parti için geçerlidir.
Şüphesiz, hazırlanan belgeler/raporlar önemlidir. Tartışılacaktır. 2023 hedefini anımsamaları iyidir. Hemen herşey hakkında bir fikir ileri sürüyorlar. Herkes İçin CHP bütün topluma bir açılımdır. Açıkladıkları temel fikirler demokratik bir ülke vaadediyor. Buna herşeyden çok ihtiyacı var bu ülkenin... 
Bu iktidarın özellikle demokrasi konusunda yarattığı tahribat büyüktür. Tek adam yönetimi ve iktidarı, büyük bir yalaka topluluk ve yalaka anlayış gerçeği yaratmıştır.
İnsan onurunu ve özgür düşüncesini, birey olarak varoluş gibi en temel hakları törpüleyen; boyun eğmeyi öneren, ancak otoriter rejimlere ve diktatörlüklere özgü bir toplumsal yapı inşa ediyor Erdoğan ve ekibi. Bu büyük bir tahribattır! Toplumda varolan tarihsel -kültürel ve geleneksel köklere sahip tabi olma eğilimi, Erdoğan ve müttefiklerinin yatırım yaptığı ve güvendiği ortamdır...
***
CHP silkiniyor. Şüphesiz, açıkladıkları iyi niyetlere dayanıyor. Türkiye’nin zorluklardan kurtulmak için gereksindiği ulusal silkiniş, daha özgün programları şart koşar! 
Ama 7 ay önceki soruya şimdi başka bir yanıt verebilecek durumdayız: Evet CHP üst yönetimi ülkeyi yönetmeye fikir olarak hazırdır.. “Oda”sına girdiğinizde, kütüphanesinde tartışılacak birikimler buluyorsunuz.
Dostun acı söylemeleri, iktidar karşısında güçlü bir seçenek görmek içindi.
Şimdi ise, programlarını yine de yeterli bulmam, eleştiririm, ama evet derim...
--24 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Nisan 2011 Pazar

Kozmik Oda’da Kimler Var? Soruları Kimler Hazırlıyor?


ÖSYM’nin bir “kozmik oda”sı var. Neredeyse kendilerinden başka kimsenin girmediği bir oda. Orada on kadar kişi çalışır. Görevleri sınav soruları hazırlamaktır. Kendilerinin hazırlar veya dışarıdan gelenlere son biçimlerini verirler. Fizikçiler, kimyacılar, matematikçiler, Türkçeciler ve sosyalciler...
Yaptıkları işlerden bahsetmezler. 74 milyon Türkiye’nin onlara güvendiklerini bilirler. Çünkü Türkiye tam bir sınav ülkesidir.. Neredeyse hemen her şeye sınavla başlanabilmektedir. İyi ve seçkin liselere, üniversitelere, tıp uzmanlık alanlarına, devlete.. girecekler hep onların hazırladıkları testlerden geçmek zorundalar...
Biliyorsunuzdur, ama bir dakikalık sabırla şu iki paragrafa göz atın:
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi (ÖSYS); Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS); Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES);  Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavı (KPDS); Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı (ÜDS); Dikey Geçiş Sınavı (DGS);Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS); Tıpta Yan Dal Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (YDUS); Askeri Liseler ile Bando Astsubay Hazırlama Okulunda Öğrenim Görecek Öğrencileri Seçme Sınavı (ALS)..
Dahası var..İçişleri Bakanlığı Kaymakam Adaylığı Giriş Sınavı; Yurt Dışına Lisansüstü Öğrenim Görmek Üzere Gönderilecek Adayları Seçme ve Yerleştirme (YLSY); Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denkliği İçin Seviye Tespit Sınavı (STS); Jandarma Astsubay Temel Kursu Giriş Sınavı (JANA); Uzman Jandarma Okulu Giriş Sınavı (JANU); Türk Cumhuriyetleri ile Türk ve Akraba Toplulukları Sınavı (TCS); Yurtdışında Çalışanların Çocukları İçin Yükseköğretime Giriş Sınavı (YÇS); Adalet Bakanlığı Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Yarışma Sınavı..
Sanırım bazı özel sektör kuruluşları ÖSYM’ye benzer işler yaptırıyor.
Kozmik Oda ekibi baktığınızda aslında 74 milyon insan için “dürüslük namusu”nu omuzlamış. “Kozmik oda”nın önemi, girilmezliğinin nedeni de bu..
***
Kozmik Oda’da onyıllardır çalışanların nasıl işlerine bağlı ve ketum kişiler olduğunu, önceki gün Prof. İsa Eşme anlattı, Ali Sirmen ile her cuma gecesi birlikte yaptığımız “Ayıptır Söylemesi” (CemTV) programında.
 YÖK Başkan Yardımcısı görevinde iken bir kez “Kozmik Oda”dakilerin yanına, rica minnet girmeyi başarmış! Niyeti de, fen sorularında bazı deneysel sorulara da yer verilmesini istemekmiş, okullarda fen deneylerine önem verilmesini sağlamak için..
***
Kozmik Oda sakinleri için bu söylediklerimiz, aslında geçmişe ilişkindir..
Çünkü, Ünal Yarımağan’a karşı geçen yıl yapılan operasyonla ve Ali Demir’in göreve getirilmesi ile birlikte, Kozmik Oda sakinleri de değişmiş!
Şimdi sorular gelelim:
Testleri hazırlayan uzmanların hepsi mi değişti, kaçı değişti, neden değiştirildi?
Yerlerine kimler alındı? Hangi ölçütlere göre alındı? Nerelerden alındı? Hangi dershanelerden veya okullardan alındı? Fethullahçı kişi ve kuruluşlardan kimler alındı? Kaç kişi alındı?
ÖSYM’nin başka hangi bölümlerinde daire başkanları veya elemanları değiştirildi? Tavsiye ile mi, iktidarın veya YÖK’ün önerileriyle mi insanlar alındı?
ÖSYM gizli kapalı bir kurum olamaz. Türkiye’nin namusunun teslim edildiği bu yerde saydamlık tam egemen olmalı ve bütün bu sorulara yanıt verilmeli.
Kozmik Oda’daki değişim, yeni test düzeninden ve soruların yapısından bellidir. Daha ilk gün matematik sorularının son derece zor olduğu açıklandı!
Bir matematik profesörü matematik sorularını 50 dakikada çözebildiğini söylemiş İsa Eşme’ye! Oysa bunun için çocuklara ayrılan zaman ise 40 dakikadır! Sorular teste uygun değil, üzerinde düşünülmesi zaman isteyen sorular!
***
Olayın bütününe baktığımızda, şu senaryoyu kurma olanağı veriyor yaşananlar:
Aşırı güvenlik önlemleri (silgi bile yok!), ve herkese ayrı sınav kitapçığı zırvalığı, “son derece güvenli sınav” havası yaratmak için vitrinlendi. Oysa, test sorularına yerleştirilen doğru yanıt “şifre” anahtarı sayesinde, bugüne kadarki ÖSYM sınavlarının en güvensizi hazırlandı! Soruları, kitapçığı çalmak, bir kaç soruyu önceden bilmek vb gibi  ilkel, zor ve yetersiz yöntemlere gerek yoktu artık. Çözüm şifresini istediklerinize aktarmakla, işi ta başından bitiriyorsunuz! Ayrıca örneğin mate/fen sorularını çok zor hazırlayarak da, rakiplerin işini zorlaştırıyor, yandaşlara ekstra bir kolaylık sağlıyorsunuz. 
Ayrıca haksızlıkların hepsini yapıyorsunuz: Bazı çocuklar test çözümüne en zorundan başlamak zorunda kalırkan (psikolojik olarak hiç yapılmayan), kolay sorulu kitapçıkları alanlar ise şanslı oluyor.
Senaryonun en başında ise, Ünal Yarımağan operasyonu var! Örgütlü bir çetenin ortam dinlemesi ile kaptığı bazı soruların dolaşıma sokulması sonucu, gerekli kıyamet koparıldı, Yarımağan istifa etti, ÖSYM tamamen ele geçirildi! Ali Demir bütün bu senaryoda bir piyon da olabilir, olmayabilir de! Ama geçmişi, zerre kadar güven verici değil..
Bu senaryo doğruysa, ortalıkta namus mamus kalmamıştır!
Tabii, türbanlı öğrencilerin 18 okulda toplanması da kapkaranlık bir gölgedir. Onlara sınav kolaylaştırıcılık yapılmış mıdır, örneğin gizli kulaklarında dışarıyla iletişim cihazları olup olmadığı kontrol edilmiş midir?
Bu sınav Türkiye’nin ahlakında çoktan iptal edildi!
---24 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

22 Nisan 2011 Cuma

Erdoğan’ın Barutu Bitti/ Kendisinin Başbakanı


8 yıldır bu ülkeye barış getirememiş, milyonların yoksulluğunu giderememiş, gelirler arasında uçurumu arttırmış, demokrasiyi yerleştirememiş, ve basın özgürlüğünün içine etmiş bir iktidar!
Ülkeye bakın: Sevgili Bedri Baykam, uluslarararası ressamımız ve ayrıca  yüreği ülkesi için atan siyasal-sanatçı aktivist, sapık mı yoksa siyasal güdülenmiş bir psikopat mı olduğu bilinmeyen biri tarafından bıçaklanıyor... Ülke üçe beşe ayrılmış.. 8 yıldır durmaksızın kavga içinde ve nefret duyularıyla dolup taşan bir toplum yaratıldı..
Erdoğan’ın yüzü zihninizde nasıl canlanıyor? Kızgın, hiddetli.. Mehmet Aksoy’un savaşa karşı tasarladığı, “savaşan” tarafları yüz-yüze getiren duygu yüklü ve Türkiye için yüzakı İnsanlık Anıtı’nı yıktırmak, bir başbakana yakışıyor mu!
Bu yıkım bile, büyük bir nefret tohumu, hoşgörüsüzlük ekmektir! Başbakan, sadece kendisinin başbakanı gibidir! Bu ülkenin ortak duygu ve kültür birliğinin değil, kendisi için bir başbakan! İnsanlık Anıtı için düzenlenen toplantıdan çıktıktan sonra Bedri Baykam’ın öldürülmek istenmesi bir raslantı olsun!?
Başbakan’ın, YGS sınavında ortaya çıkartılan şifre skandalına karşı gençlerin haklı protestolarını “anlama gayreti” içinde olması ve hatta gerekeni yapması gerekirken, hayret verici bir şekilde, biz de yürüyenlere karşı 10 bin kişi yürütürüz istersek demesi, normal bir ülke olduğumuzu mu gösterir? Aklınız alıyor mu?
Başbakan’ın barutu bitmiştir. Düşünce olarak ve ruhen iyi durumda değildir...  Önümüzdeki dönem, “Başkanlık Anayasası” ve Başkanlık Seçimleri/Referandum, ne kendi sağlığı ne de Türkiye için hayırlı olacak gözükmüyor.  
Açıkladığı seçim bildirgesinde, Türkiye’nin bugünkü sorunlarını çözecek hiç bir şey yoktur! Ekonominin nasıl büyük cari açık üretmeden döndürüleceğine, ekonominin büyümek için ithalata bağımlılıktan nasıl kurtulacağına ilişkin bir açıklama yoktur! Ekonomi insanlar içindir! Bina, gökdelen, yol.. Ekonomik faliyet insanı yükseltmiyor ve mutlu etmiyorsa eğitimi yukarıya fırlatmıyorsa, neye yarar!?
ALİ DEMİR
ÖSYM Başkanı Ali Demir’in İngiltere’de iken yaptığı “bilimsel hırsızlık” ortaya çıkartıldı. TV8 iyi bir habercilik yaptı! Demir, Türkiye’de bir dergiye tekstil üzerine yazı dizisi göndermiş. Ama bir Alman uzmanın yazısını çevirerek! İTÜ Fen Bilimler Enstitüsü Müdürü iken de etik olmayan davranışları anlatılıyor. Bazı bölüm yöneticilerine, bazıları için, o falancanın tanıdığıdır gibi, kayırılması imalarında bulunduğu anlatılıyor.
14 Nisan’da İTÜ’de “Bilim ve Mühendislik Etiği" sempozyumu yapıldı. Gazetelerde yer almayan bir haberi özetliyorum: Prof. Dr. Tayfun Akgül, sahtecilik ve intihalle ilgili konuşmasında Müdür iken, intihal nedeniyle okuldan uzaklaştırılan kişiye doktora verdikleri için Demir’i eleştirdi. Akgül, “Böyle bir skandal nasıl oldu soruma, Ali Demir 'Oldu hocam işte, istiyorsan bir yazı yaz' dedi. Durumu özetleyen bir yazı yolladım. Ertesi gün cevabında Ali bey diyor ki, 'Enstitümüzü şahibe altında bırakma çalışmanı şiddetle kınıyorum'.” (Zafer Karakoç / DHA)
Ali Demir’in bilimsel çalışmaları etkin ve yetkin değil. İyi bir bilimci olmadı. 8 tane makalesi ve bunlara topu topu 10 kadar referansı gözüküyor. İngiltere’de iken yaptığı intihalin, Demir’in bilim etiği konusunda zaaflarını ortaya çıkartıyor. Bu kişinin ülkenin en önemli bir kurumunun başında olmasını nasıl açıklayacağız? YÖK kendi iktidar misyonu açısından en doğru seçimi yaptı mı demeliyiz? Galiba öyle, ama adamları çabuk açığa çıktı!
---
Dipnot- Bir iktidar gazetesi yazarı köşesinde beni şeferlendirmiş.. İkimiz de pazartesi günü Habertürk’te AKP’nin seçim beyannamesinin değerlendirildiği haber programındaydık. İktidar ve başının sıradan bir propagandisti konumundaydı. Programdan sonra bunu ona söyledim, köşe yazarlarının parti propagandacısı olmanın ötesinde bir işlevi olduğunu düşündüğüm için. Ama-mama-ben-aslında pek de öyle değilim, benzeri sözler söyledi; o sırada uyarıldık, henüz yayından kesilmemişiz. Yani söylediklerimiz duyuldu mu, diye telaşlandı. Uslu bir gence benziyordu. Gülmesi, el sıkması falan... Bir kuzu havasında. Ama yazısında bir kurt! Bu takım, anladığım kadar hep böyle!
Yazıyor ki: Önümdeki kağıtlardan, Türkiyenin ahvali üzerine bazı rakamlar okumuşum ve o bilgiler de o sabah bir köşe yazısında yayınlanmış.. Hiç mahzuru yok, ama söyleyeyim kaynağımı: O bilgiler programdan üç gün önce Cuma günü Cumhuriyet’te manşetti: “OECD Raporu: İşsizlik, yoksulluk ve doğurganlıkta lideriz- İşte Türkiye bu”..  Raporu isterse göndeririz. Tabii önce bu tür araştırmalara meraklı ve bilgilere gereksinimi olması gerekir insanın..
--21 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset – 

19 Nisan 2011 Salı

Yalan Rüzgarları. AKP Programı, Başkanlık Anayasası


Erdoğan propaganda sürecine 12 yıllık bir programla başladı! 4 yıl kesmiyor, 2023’e kadar 3 dönem üst üstü seçimleri istiyor! İstanbul’da iki ayrı şehir, gibi cilaları bir kenara bırakırsak... siyasi ve ekonomik, bir dizi siyasi yalan rüzgarı ve bir gerçekle karşı karşıyayız..
Önce gerçek olanı söyleyelim.. Yeni Anayasa bu dönemin biricik önemli konusu! Erdoğan’a göre “katılımcı ve demokratik” bir anlayışla yeni meclis tarafından hazırlanacak... Katılımcı ve demokratik anlayışı biliyoruz: Biz önereceğiz, kabul ederseniz ne âlâ... Meclis’te çoğunluğumuzla yeni Anayasa’yı geçiririz. Yeterli çoğunluğu sağlayamazsak referanduma götürür, orada kabul ettiririz... Erdoğan, bu rotayı zaten önceden açıklamıştı!
Erdoğan Başkan olacak, bu da yetmiyor; Başkan olarak da istediği biçimde bir anayasayla ülkeyi keyfince yönetmek istiyor! Zaten, milletvekili adaylarını da buna göre seçti! Onlardan, kendisini siyaset bilimci diye tanımlayan birisini TV’lere çıkartıyor; içeriksiz, basit ve ilkel “lider propagandası” ancak bu kadar yapılabilir! (Yandaş pek çok köşe yazarı da bu ilkel propagandanın yazı ve söz olarak araçları durumunda!)
Yeni Meclis’in ve dolayısıyla Türkiye’nin gündemi, Erdoğan için hayat memat meselesi olan Yeni Anayasa ile geçecek! Bize diyor ki Erdoğan: Herşeyi bana bırak, gerisini merak etme!
Bu aynı zamanda, Türkiye için de bir hayat memat meselesi! Muhalefetin iyi zırhlanması gerekmekte!
***
Programda, siyasi olarak, “İleri Demokrasi” başlığına, geçmiş “başarıları/icraatı” göz önüne alındığında ancak şunu diyebiliriz: “Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır!”
Daha dün Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde, Ahmet Şık’ın kitabı için, medya/basın yoluyla teröre hazırlık aşaması benzeri sözleri sarfeden bir Başbakan’ın, yeni dönemde atacağı ileri demokratık adımlardan “Tanrı Türkiye’yi korusun!” diyebiliriz!
Başbakan, zaten, medya özgürlüğü konusunda kötü bir sicile sahip! Son tutuklanan gazeteciler hakkındaki düşünceleri, 8 yıllık medya pratiğini hem tamamlayıcı hem sürdürücü niteliktedir!
Erdoğan neredeyse her konuda “kesin doğrulara” sahiptir; tehlikeli olan da budur ve daha fazla yetkilerden uzak tutulması için, elde yeterince “delil” birikmiştir!
İleri demokrasi çerçevesinde, “siyasi partiler ve seçim yasası” yeniden ele alıncak, deniyor.. 2023 döneminde mi? 8 yıldır, siyasi partilerin demokratikleşmesi ve seçim barajının düşürülmesi için ülke çırpınıyor! Ayak direten de bu iktidar! Bu konuda kıllarını bile kıpırdatmayacakları açık. Daha dün “istikrar için bu baraj gerekli” söyleyen sizler! Programda bu konuya hiç yer vermeseydiniz daha iyiydi, hiç olmazsa bir yalan rüzgarı daha kadar net ortaya çıkmazdı!
Partisini, ilk kurulduğunda daha demokratik bir tüzüğe sahipken, tek adamlık parti haline getiren bir liderden, acaba siyasi partiler yasasını daha antidemokratik bir hale mi getirecek diye kuşku duymak normaldir!
***
“Propaganda Programı”nda güvenlik- özgürlük ile ilgili boş sözler de var: Özgürlüklerle güvenlik arasındaki denge büyük bir hassasiyetle korunacak. Özgürlüğün teminatı güvenliktir. Güvenlik ise daha çok özgürlükle güçlü hale getirilecektir...
İktidarın 8 yıllık pratiği, bu cümlelerin de içini boşaltıyor! Tüm sosyalistlerin terörist muamelesi gördüğü, muhafazakar polis şeflerinin de üstelik poliste bu örgütlere üye yapıldığı ve hepsinin birden Ergenekon’a bağlandığı bir rejimin, özgürlüklerle değil, ancak polis rejimi, devleti ile ilgisi olabilir!
Programdaki bu niyeti ancak şöyle okuyabiliriz:
Polis daha güçlendirilecek, güvenliğimizi ancak polis devletini iyice inşa ederek sağlayabiliriz.. Neyin özgürlük olduğuna da biz karar vereceğiz.. Örneğin telefon dinlemeleri ve bu dinlemelerin ortalığa dökülmesi ve yayanlar hakkında takibat yapılmaması, bizim güvenlik ve özgürlük anlayışımızın tipik örneğidir.. Bu doğrultuda çalışacağız ve özgürlükleri teminat altına almak için daha büyük polisiye uygulamalarına başvuracağız...
Perşembe günü devam..
Not: CHP’in, İlhan Cihaner’in aday göstermemesi ve kurtlara yem olarak bırakması büyük bir hataydı! Çevremde pek çok tanıdık, salt bu nedenle CHP’ye oy vermeyeceklerini açıklamıştı! Hata düzeltildi!
---19 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

AKP, CHP 2023 Bakışı; Bugüne Kadar Proje Değil, Problem Üretildi!


 Cumhuriyetimiz 2023’te 100. Yılına basacak. AKP karşımıza 2023 Türkiye’si düşüyle çıktı..  2023 yeni bir konu değil. 2000’den beri gündemde. TÜBİTAK (Namık Kemal Pak..), bilim, teknoloji ve ekonomide çok geniş bir uzman katılımı ile Vizyon’23 projesi üretti. 2023’e kadar Türkiye’nin üstesinden gelinecek sorunları ele alan bir sivil girişim, Forum İstanbul başladı (Yavuz Canevi ve arkadaşları)..
Bu köşede ve Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de (CBT) neredeyse 10 yıldır, 2023’te nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz, temalı çok sayıda yazı yayımlandı. Hatta “2023 Türkiye Partisi” kurulsun dedik! 
Kısa bir gezintiye sabır gösterin.
***
28 Ağustos 2004 tarihli CBT’de, Ulusal Parti Programı başlığı ile Vizyon’23 Strateji Belgesi’nden alıntı yapılıyordu: “Bölgesinde ve dünyada adil ve kalıcı bir barışın tesisi için çaba gösteren; Demokratik ve adil bir hukuk sistemine sahip; Yurttaşları ülkelerinin geleceğinde söz ve karar sahibi; Sağlık, eğitim ve kültür gereksinimlerinin karşılanması devlet tarafından güvence altına alınmış; Sürdürülebilir gelişmeyi gözeten; Gelir dağılımı dengeli; Bilim, teknoloji ve yenilikte yetkinleşmiş; Üreten; Net katma değerini kendi beyin gücüne dayanarak artırabilen bir Türkiye”.
100.Kuruluş Yıldönümüne Doğru” (24 Nisan 2003 Cumhuriyet) ve “Teknolojik Öncelik”ten: “Vizyon’23 Stratejik belgesinde örneğin.. desteklendikleri taktirde 10 stratejik teknoloji alanında, Türkiye dünyanın sayılı ülkeleri, merkezleri arasında olacak! Bu düşün gerçekleşmesine şurada topu topu 18 yılcık kaldı.. Sizin umudunuz ne alemde?” (26 Nisan 2003 CBT)
Başsız Gövde Veya Türkiye 2023 Partisi”: “2003’te nasıl bir Türkiye görmek istiyoruz? 50 yıldır düz çizgi üzerinde kör topal ilerleyen, hiç bir niteliksel bir sıçrama yapmayı beceremeyen, sorunları içinde boğulmuş bugünkü gibi bir Türkiye mi? Yoksa, adam başına düşen milli geliri 15 bin dolar düzeyine dayanmış, gelir dağılımı adaletli, demokrasi sorunlarını tamamen halletmiş ve rejim tartışmalarını çoktan aşmış bir Türkiye mi? Hangi fotoğrafı vereceğiz, 2023’te?” (11 Mayıs 03)
Problem mi Proje mi?”: “Türkiye’nin 40 yıllık tarihine bakın! İktidarlar, siyasiler, Demireller, Ecevitler, Yılmazlar… Hepsi büyük proje değil, büyük problemler ürettiler..  Bugün ülke yıllardır neyin üzerinde kafa yoruyor durmadan ve her iktidar döneminde? Problemlerin mi, projelerin mi? Uzman beyinler, düşünen kafalar, siyasi iktidarlar enerjilerini, proje gerçekleştirmek için harcamıyor.”(7 Ekim 04)
 Gelecek İçin İpuçları”: “2023, Cumhuriyetin 100. Yıldönümü mükemmel bir bahanedir. Ekonomimizin, bizleri ‘yabancıların gelip satın almasıyla’ güçleneceği vaazları büyük bir kandırmacadır. Bu düşünce, sepetlerinde başka bir şey olmayanların yoksunluğudur. ‘Yabancı satın almasıyla büyüme’, ancak satın alanları büyütür. Türkiye’yi 2023’e hazırlamalıyız!” (10 Ekim 04)
“B Planı”: “Plânımız Avrupa Birliği’ne üyelik. Bunun dışında bir B plânımız yok”. Bu sözleri Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül sarfetti... B Planı, Türkiye’nin kendi kalkınma planını ortaya koymasıdır. Aslında bu, hiç bir zaman vazgeçilmeyecek, hem A hem de B planıdır.. 1923’ü hedef alan bir atılımın gereğidir..” (9 Kasım 04)
***
Ve CHP’ye:
..Örneğin CHP, Cumhuriyetin 100 Yıldönümü olan 2023 yılında nasıl bir Türkiye düşlüyor? Bugün iktidar gelse, bu düşünü nasıl gerçekleştirecek? CHP geçmişi tüketerek değil, geleceği kurarak iktidara gelebilir. CHP, lafa dayalı liderlik kavgalarıyla hiç bir yere gelemez.. Bugün ne yazık ki “liderliğe yürüdüğünü” ilan edenlerin de arkalarında ve yanlarında büyük boşluklar vardır.. CHP’de kişiler değil, düşünceleri olan programlar çarpışmalıdır. Yoksa, koca tarih, içi kof bir fil gibi ayakta yıkılıp gidecektir.. Bir daha iktidar yüzünü rüyasında bile görememecesine...” (11 Ocak 05).. (Neyse, CHP’de yeni bir dönem başladı!)
Ve 13 Haziran 05; 4 /14/17 Ocak ve 15 Şubat 07 tarihli yazılarda benzer konular yer aldı.. 14 ağustos 2007’de şöyle yazdık
AKP’liler ‘Biz Cumhuriyet’in Yüzüncü Kuruluş Yıldönümü olan 2023’e yönelik projelere başlayacağız.’ diyor.  2023 Perspektifi, Cumhuriyet’in kuruluşunda temel harcı olan CHP’den başka bir partiye mi yakışır! Ancak ne yazık ki CHP, Kuruluş’un en azından proje ve gelecek bağlamında “varoluş bakışı”nı gözden yitireli yıllar oldu!”
Yine de belirtelim: Bu yolda CHP'de ciddi bir kıpırdanma da başladı!
Sıra AKP programına geldi...
--18 Nisan Pazartesi, 2011/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

17 Nisan 2011 Pazar

Celal Bayar ve Hürrem Sultan: 52 Yıl Önce ve Bugün

1959 Martında Ankara’da Büyük Tiyatro’da ‘Hürrem Sultan’ adlı bir oyun sahneye kondu. Orhan Asena tarafından kaleme alınan bu oyun, o günlerde büyük ilgi uyandırmış, Millet Meclisi koridorlarında çeşitli yorumlara konu olmuştu. Bu yorumlar üzerine, bir akşam ben de tiyatroya gitmiş, önden ikinci sırada bir yer bularak oturmuştum.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar geliyor,” dediler, herkes ayağa kalktı. Bayar, tam benim önüme gelip oturdu. Kendisine başyaveri Refik Tulga eşlik ediyordu. Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcıyla, Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri de oradaydılar...
Hürrem Sultan, kendi öz çocuğunu padişah yapmak için Rüstem Paşa’yla bir düzen girişiminde bulunur, kendisinden olmayan Şehzade Mustafa’yı Padişah Kanuni’ye karşıymış gibi göstererek, Padişah’ın buyruğuyla öldürtür. Bu eylem, halk arasında büyük üzüntü ve huzursuzluk yaratır. Sarayın çevresi, günlerce bu olayı protesto eden kalabalık halk yığınlarıyla dolup taşar.. sarayda da huzur kalmaz. Padişah, Rüstem Paşa’ya buyruk vererek, kalabalığın başında olanlardan birisiyle konuşmak istediğini bildirir.
“Bunların başında devrin büyük ozanlarından Şair Yahya vardır. Padişah, perde arkasından Rüstem Paşa’yla Şair Yahya arasındaki konuşmayı dinlemektedir. Şimdi bu konuşmanın bu bölümünü vermeye çalışalım:
Rüstem: “İyi bir şair olduğunuzu söylerler.”
Yahya: “Ben bundan böyle hakkımda ne diyecekler onu düşünürüm. Şimdiye kadar ne dediklerini değil!”
R.“Şehzade Mustafa’ya pek bağlı görünürsünüz.”
Y.: “Onu görüp de sevmemek, onu tanıyıp ta ona bağlanmamak mümkün mü?
Rüstem Paşa, Şair Yahya’nın Şehzade Mustafa hakkında yazdığı bir şiiri okumaya başlar. Yahya, Rüstem Paşa’nın belli bir amaçla okuduğu bu şiirin son bölümünü onun ağzından alır ve:‘Hatası gayri muayyen, günahı nâmalûm / Zehi şehidü saidü, zehi şehi mazlum’ der.
R.: “Bu mersiyeyi tanıdınız demek?”
Y “Elbette… Kendi sözlerimizi kendimiz reddetmek adetimiz değildir.”
R.: (Birden parlayarak), “Peki, bu sözlerle demek istediğiniz nedir? Kimi kastedersiniz? Kime karşı gelirsiniz? Düşündünüz mü hiç?”
Y.: (Hor gören bir bakışla onu süzer), “Düşündük devletlû, düşündük. Ancak, Padişahımız, efendimiz çok büyük bir günah işlediler. Çok büyük bir vebale girdiler. Tahtından da, tacından da, devletinden de kıymetli bir evladına kıydılar. Tanrının en güzel eserini mahvettiler demeye dilimiz varmadığı için, fesatçılar fesat etti demeyi uygun bulduk.”
R.: (Tekrar parlayarak), “Bre, nabekâr, ne haddine senin? Padişahımız efendimiz için böyle fitne, fesat edersin?”
Y.: (Ona ağlayanlar ile ağlarız.. Bu bir suçsa, katlimizi gerektiriyorsa; tez buyurun, tez buyurun da acımız biraz dinsin.”
R.: (Kılıcını çeker), “Senin gibi köpeklerin katli şer’an caizdir.”
O anda Kanuni girer, arkasında Hürrem vardır). “Dur Rüstem, anlaşmamızda bu yoktu, bu kadarı yoktu.”
R.: “Efendimiz, pek büyük saygısızlık eder, pek büyük küfürde bulunur.”
Kanuni: (Acı bir sesle) “Öyledir, şair taifesi hep öyledir. Küçük kelimelerden hoşlanmazlar. (Batıcı bir eğlenişle) Tahtımın etrafında senin gibi uyanık, senin gibi müdebbir vezirler ne kadar lazımsa, uyanık kafalı insanlara da ihtiyacım vardır. Bırakalım bu adamlar yazsınlar… Bırakalım, yaptıklarımız dışarıdan iyi mi görünür kötü mü?.. Serbest bırakın onu! (Yahya’yı serbest bırakırlar, Kanuni, Rüstem’e döner) Onlar bize ayna tutarlar, Rüstem. Yüzün temizse bak, değilse kaçın. (Çok üzgün) Ben o aynayı birkaç kere kendime tuttum Rüstem. Ne söyler bilirim…
Perde iner, salonu bir alkış tufanı alır. Seyirciler, Bayar’ın kulak zarını patlatırcasına bir kıyamettir koparırlar... Bayar, yerinden kalktı, başyaveriyle salondan ağır ağır çıkar...
“Ertesi gün, Kanuni’nin “fikir özgürlüğü” hakkındaki sözlerinin yapıttan çıkarıldığını öğrendik! Adamlar, yüzlerce yıl önce özgürlük açısından söylenen sözlere bile dayanamıyorlardı…”
***
Yukarıdaki olayı Emin Karakuş, “Kırk yıllık bir gazeteci gözü ile İŞTE ANKARA” adlı kitabında anlatır.. (Hürriyet Yayınları, İstanbul, Ekim 1977) 14 ay sonra  27 Mayıs darbesi/devrimi yaşanacaktır...
Öyküyü ise Ümit Sarıaslan gönderdi.. “Tarihin karalama defteri” olan gazetelerin bazen “tarihin tutanak defteri” niteliğine dönüştüğünü anımsatarak..
Bu yaşanmış öykü, hem şu Ankara’nın muktedir takımının ülkemizde yemekte olduğu haltlara ilişkin ve en güncel olarak Devlet Tiyatrolarında yaşanan Sümeyye olayına geçmişten bir anımsatma oldu..
..Hem de Muhteşem Yüzyıl dizisine, yeni Ankara’nın ve tarihin kör muktedirlerinin gösterdikleri tepkilere de gönderme yapılmış oldu...
İyi Pazarlar.. / 17 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

15 Nisan 2011 Cuma

Milletvekili Adaylıkları- “Ulusçuluk” Üzerine


“Ya milletvekili olurum ya da ben yokum..”.. Şu günlerde özellikle CHP’sinden listelere giremeyenler ve istifacılar bol bol konuşuyor. Mektup yazıyor, açıklama yapıyorlar; böylece CHP’sinin nasıl artık Atatürk’ün CHP’si olmadığını, saptığını, işgal edildiğini, kendilerinin partinin gerçek sahibi olduklarını... öğreniyoruz.
Hiç şüpheniz olmasın ki, seçilebilecek konumda olanlardan pek çoğu da, benzer durumda olsalardı benzer sözleri söyleyeceklerdi..
Herkes çok değerlidir! Bu tamam.. Ama çoğumuzun egosu tepelerde dolaşır. Bu ego, milletvekilliğine ve bakanlığa tırmanır. Fırsatı bulursa parti başkanlığına ve Başbakanlığına da göz kırpar.. Yetkiyi bir ele geçirse, düzeltmeyeceği sorun yoktur..
Ama milletvekilliği olasılığını kaybedince partiye oy bile vermeyecektir, bırakın desteklemeyi..
Yerleşememiş, altüst içindeki partilerin karakteridir bu. Her seçimde kimi aday göstereceğini son anda neredeyse zar atarak belirler.. 
***
Şüphesiz ki partilerin aday listelerinde, daha çok düşünce birliği içinde olduğumuz veya ülkenin ve halkın çıkarlarını çok iyi savunabileceğine ve daha çok özgürlükler için savaşacağına inandığınız bazı kimseleri görmek istersiniz.
Gönlü solda, özgürlüklerde ve demokraside olan ve bunların da kavgasını hayatı boyunca verenlerden bazı isimlerin Meclis’e gitmelerini.. çünkü orası vitrin ve mücadele alanıdır!
CHP her zamanki gibi bir seçim vitrini kurdu! Solcular aleyhine, sağdan kişiler devşirdi! Bu ötedenberi politik duruş kararsızlığının göstergesi olmuştur CHP için. Kararsızlık, iktidar yolunda yalpalamayı ve giderek başarısızlığı getirir... Bakıyorum vitrine, “sol” politikaları savunacak şüphesiz isimler var, ama liberal oldukça bol..
CHP içinde güçlü bir sol kanat oluşmalıdır ki, partiyi “dengede” tutsun!
Bu arada, Balbay’ı ve Haberal’ı listelere koyma cesaretini bulmalarına da şükür mü diyelim? Daha cesur davranabilirler, Tuncay Özkan’ı, Nedim Şener’i de alarak, haksızlıklara, hukuksuzluklara, adi tezgahlara ve polis devletçiliğine karşı meydan okumaya kalkışabilirlerdi! 
Bu tavır CHP ye sadece oy kazandırır!
***
ULUSALCILIK KORKUTMACASI 
Doğrusu Deniz’in (Kavukçuoğlu) Pazartesi günkü yazısında “ulusçuluk” üzerine yazdıkları tam bir “çok bilinmeyenli denklem” gibiydi benim için.
Genel doğruları bir kenara bırakıp sadece iki nokta üzerinde kısaca duracağım ve konuyu araştırmış bir kişi olarak sorular soracağım:
1) “Ulusçuluk, tarihsel olarak kapitalizmin bir ürünüdür. Kapitalizm dünya ölçüsünde bütünleşip küreselleştikçe ulusçuluğun da içi boşalmaktadır... ”
1) “Ulusçuluk, ... siyasal İslamla birlikte Türkiye kapitalizminin en yakın iki müttefikinden biridir. Siyasal İslamcılar gibi ulusçular da küresel kapitalizmin (emperyalizmin) işbirlikçisi Türkiye kapitalizminin çıkarlarına hizmet etmekte...”
Ulusçuluk ile neyi kastediyordu? Örneğin MHP ideolojisini mi?
“Ulusçuluk” terimi ile “ulusalcılık” mı demek istiyordu? İkisi aynı şey miydi?
Yoksa ulusçuluk ile ulusal devleti (ve ulus devleti savunmayı) mı nitelendiriyordu?
Kapitalizm herşeyin –ulus devletlerin de- dışında ve üstünde bir kavram mıydı?
Ulus devlet de, ulusçuluk gibi “içi boş bir kavrama” mı dönüşmüştü?
Yoksa ulus devlet de mi yoktu?
Kapitalizmin küreselleşmesi, ulusallığı ve ulusal devletleri mı ortadan kaldırmış veya en azından zayıflatmıştı? Artık kapitalist/eemperyalist ülkeler de ulus devletler olmaktan mı çıkmıştı? Yoksa onlar ulus devlet ve ötede bir kapitalizm mi vardı?
Sömürülen ve sömüren uluslar/ülkeler kavramı bu arada ne olmuştu?
Ulus devlet kapitalizmin bir ürünüyse, ulusçuluğun da içi nasıl boşalmaktaydı?
***
Bu bağlamda daha bir sürü soru...
Bu konuyu tamamen analitik araştıran bir kitap Cumhuriyet yayınlarında çıktı: Ulus Yıkıcılığı Zamanları..
Kitap, solcuların da günümüzde ulus/ulus devlet ve dünya ile ilişkili politikalarına yeni yaklaşımlar getirme savında..
Derim ki “somut konuşalım”..
--14 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet