“Ya milletvekili olurum ya da ben yokum..”.. Şu günlerde özellikle CHP’sinden listelere giremeyenler ve istifacılar bol bol konuşuyor. Mektup yazıyor, açıklama yapıyorlar; böylece CHP’sinin nasıl artık Atatürk’ün CHP’si olmadığını, saptığını, işgal edildiğini, kendilerinin partinin gerçek sahibi olduklarını... öğreniyoruz.
Hiç şüpheniz olmasın ki, seçilebilecek konumda olanlardan pek çoğu da, benzer durumda olsalardı benzer sözleri söyleyeceklerdi..
Herkes çok değerlidir! Bu tamam.. Ama çoğumuzun egosu tepelerde dolaşır. Bu ego, milletvekilliğine ve bakanlığa tırmanır. Fırsatı bulursa parti başkanlığına ve Başbakanlığına da göz kırpar.. Yetkiyi bir ele geçirse, düzeltmeyeceği sorun yoktur..
Ama milletvekilliği olasılığını kaybedince partiye oy bile vermeyecektir, bırakın desteklemeyi..
Yerleşememiş, altüst içindeki partilerin karakteridir bu. Her seçimde kimi aday göstereceğini son anda neredeyse zar atarak belirler..
***
Şüphesiz ki partilerin aday listelerinde, daha çok düşünce birliği içinde olduğumuz veya ülkenin ve halkın çıkarlarını çok iyi savunabileceğine ve daha çok özgürlükler için savaşacağına inandığınız bazı kimseleri görmek istersiniz.
Gönlü solda, özgürlüklerde ve demokraside olan ve bunların da kavgasını hayatı boyunca verenlerden bazı isimlerin Meclis’e gitmelerini.. çünkü orası vitrin ve mücadele alanıdır!
CHP her zamanki gibi bir seçim vitrini kurdu! Solcular aleyhine, sağdan kişiler devşirdi! Bu ötedenberi politik duruş kararsızlığının göstergesi olmuştur CHP için. Kararsızlık, iktidar yolunda yalpalamayı ve giderek başarısızlığı getirir... Bakıyorum vitrine, “sol” politikaları savunacak şüphesiz isimler var, ama liberal oldukça bol..
CHP içinde güçlü bir sol kanat oluşmalıdır ki, partiyi “dengede” tutsun!
Bu arada, Balbay’ı ve Haberal’ı listelere koyma cesaretini bulmalarına da şükür mü diyelim? Daha cesur davranabilirler, Tuncay Özkan’ı, Nedim Şener’i de alarak, haksızlıklara, hukuksuzluklara, adi tezgahlara ve polis devletçiliğine karşı meydan okumaya kalkışabilirlerdi!
Bu tavır CHP ye sadece oy kazandırır!
***
ULUSALCILIK KORKUTMACASI
Doğrusu Deniz’in (Kavukçuoğlu) Pazartesi günkü yazısında “ulusçuluk” üzerine yazdıkları tam bir “çok bilinmeyenli denklem” gibiydi benim için.
Genel doğruları bir kenara bırakıp sadece iki nokta üzerinde kısaca duracağım ve konuyu araştırmış bir kişi olarak sorular soracağım:
1) “Ulusçuluk, tarihsel olarak kapitalizmin bir ürünüdür. Kapitalizm dünya ölçüsünde bütünleşip küreselleştikçe ulusçuluğun da içi boşalmaktadır... ”
1) “Ulusçuluk, ... siyasal İslamla birlikte Türkiye kapitalizminin en yakın iki müttefikinden biridir. Siyasal İslamcılar gibi ulusçular da küresel kapitalizmin (emperyalizmin) işbirlikçisi Türkiye kapitalizminin çıkarlarına hizmet etmekte...”
Ulusçuluk ile neyi kastediyordu? Örneğin MHP ideolojisini mi?
“Ulusçuluk” terimi ile “ulusalcılık” mı demek istiyordu? İkisi aynı şey miydi?
Yoksa ulusçuluk ile ulusal devleti (ve ulus devleti savunmayı) mı nitelendiriyordu?
Kapitalizm herşeyin –ulus devletlerin de- dışında ve üstünde bir kavram mıydı?
Ulus devlet de, ulusçuluk gibi “içi boş bir kavrama” mı dönüşmüştü?
Yoksa ulus devlet de mi yoktu?
Kapitalizmin küreselleşmesi, ulusallığı ve ulusal devletleri mı ortadan kaldırmış veya en azından zayıflatmıştı? Artık kapitalist/eemperyalist ülkeler de ulus devletler olmaktan mı çıkmıştı? Yoksa onlar ulus devlet ve ötede bir kapitalizm mi vardı?
Sömürülen ve sömüren uluslar/ülkeler kavramı bu arada ne olmuştu?
Ulus devlet kapitalizmin bir ürünüyse, ulusçuluğun da içi nasıl boşalmaktaydı?
***
Bu bağlamda daha bir sürü soru...
Bu konuyu tamamen analitik araştıran bir kitap Cumhuriyet yayınlarında çıktı: Ulus Yıkıcılığı Zamanları..
Kitap, solcuların da günümüzde ulus/ulus devlet ve dünya ile ilişkili politikalarına yeni yaklaşımlar getirme savında..
Derim ki “somut konuşalım”..
-- 14 Nisan 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder