“Orhan Bey, (geçen haftaki) yazınızı gülümseyerek ve gözlerim dolarak okudum. Gündem de belirttiğiniz diyolog Ali Sirmen'le benim aramda geçmişti. Cumhuriyet Ankara Büro’dan çıktıktan sonra "eyvay ben ne yaptım" diye çok huzursuz olmuştum. O gün orada bulunan herkes sözünü tuttu, Bilim Teknik'e 5-7 yıl arasında destek oldular. Kimi zaman yazılarımızı ODTÜ Amatör Astronomi Topluluğu, kimi zaman isimlerimizle Bilim Teknik'e gönderdik. Siz ise, bunlar çok genç, öğrenci falan demeden yazılarımızı yayınladınız, ara sıra yazılarımızda yaptığımız hataları göğüslediniz. Bizleri koca koca prof’lara karşı korudunuz. Hep arkamızda durdunuz, genç ve öğrenci olarak başarının tadını çıkartmamızı sağladınız. Cumhuriyet Bilim Teknik’de yazılarımız çıkıyor diye övündük ve gururlandık. Bugün hepimizin CV'lerinde ODTÜ öğrenciliğimizin en güzel günlerinin geçtiği dergide yazmış olmak da var. Cumhuriyet Bilim Teknoloji'nin 50 yaşını görmek dileğiyle....
Hülya Peker..”
***
Ali Sirmen 6 Mart tarihli “Bilim Teknik 25, AKP İktidarı 9 Yaşında” yazısında, okurdan gelen “Ali Sirmen, siz dergi 6-7 sayı dayanamaz, biz 25 yıl yayımlanır demiştik.. Size anımsatıyoruz, CBT 25 yaşında..” şeklindeki iletiy üzerine özetle şunları yazdı:
“Önce okurun, 25. yılda beni bulmuş olmasına çok sevindim; biraz daha gecikseydi, bilmem ki, bulabilir miydi? Sonra da eklemek isterim ki, çok az konuda böylesine yanılmış olmaktan bu derecede büyük mutluluk duymuşumdur.. O gün sarf ettiğim sözlerin nedenini de şimdi ancak iki tahminle açıklayabilirim. Birincisi, benim adıma hiç hoş değil ama, kişiyi kendim gibi bilmekten kaynaklanmış olabilir. Ben melalden anlarım ama bilimsel konulara pek aşina değilim. O alanda ancak, Carl Sagan, Isaac Asimov’lara kadar ulaşabildim. Stephen Hawking’in “Zamanın Kısa Tarihi”ni okurken bile zorlandım. Oysa dâhi bilim adamı bu çok-satarının kolay okunması için, içinde Einstein’ınki dışında formül bile kullanmadığını özenle vurgulamıştı. Ama ben onda bile zorlandığıma göre, herkesi de kendim gibi bilince..
“İkinci olasılık ki, galip ihtimal de budur, toplumun bilime, teknolojiye, aydınlanmaya gittikçe mesafeli durmaya başlayan eğilimini görünce, ortamın böyle bir dergiyi yaşatma olasılığının bulunmadığını düşünmüş olmamdır.... Ama ne olursa olsun, Bilim Teknik’in 25. yaşına basmış olması fevkalade sevindirici. Hem dergi hem gazete, hem de toplum adına. Öyle olunca da varsın ben yanılmış olayım! CBT Şengör ve Doğan Kuban’ın da katkılarıyla tam bir bilim teknoloji ve düşün dergisi haline geldi. Bunun çeyrek yüzyılı devirmesine nasıl sevinmez insan? .. İnsan böyle bir derginin çeyrek yüzyılı devirmesine, tecimsel nedenler dışında hangi gerekçelerle sevinir?
“- Neden olacak, bu saydığın niteliklere sahip bir dergiyi yaşatan toplum, karanlığı barındırmaz, baskıya boyun eğmez, sorgucu aklı her şeyin üstünde tutar, etik ile estetiğin büyük uyumuna doğru yelken açar da ondan, dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ve o zaman da aklıma Melih Cevdet Anday .. geliyor. Bir yazısında toplumumuzun en büyük sorununun Rönesansı, Reformu ve Aydınlanmayı yaşamamış olması olduğunu ileri sürüyordu. Ben de,.. Türkiye’nin geç de olsa, kısa da sürse, güdük de kalsa, bunları yaşadığını söylüyor ve Anday’ın, kendisinin Türk Rönesansı ve Aydınlanmasının canlı bir örneği olduğunu vurguluyordum.. Üstat yanıtında, mizahla yoğrulmuş o eşsiz zekâsıyla ezcümle şunu söylüyordu:- Bu nasıl Rönesans ise, hem beni hem de Türk İslam sentezini doğuruyor?
“..Aynı mantıktan hareketle, meçhul okuruma şu yanıtı vermek isterim. -Evet Bilim Teknik 25 yaşında, ama Tayyip iktidarı da 9. Gülelim mi, ağlayalım mı?”
***
“Sayın Bursalı, gazetemizin ilk sayfasında yer alan başlıkların ayrıntılarına dalmazdan önce, emek verenlerin akıl ve alın terlerinin ürünü olan “Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergimizin” sayfaları arasında gezinmeyi, bilisiz (cahili) olduğum alanlara dalmayı alışkanlığa dönüştürenlerdenim. Çeyrek yüzyıllık emeğiniz beni, kurtuluşu mümkün olmayan böyle bir onulmaz hastalığa düşürdü. Bu “hastalık”, sosyal bilimlerde uğraş veren biri olan benim, çok boyutlu insan olma çabalarıma neden oldu. Yabancısı ve yetersiz olduğum bu “bilim-teknoloji ormanında” dolaşmama, ondan yararlanmama neden olan emekleriniz için size ve emek veren herkese, teşekkür etmekten onur duymaktayım. Ellerinize ve aklınıza sağlıklar diliyorum.. Lütfen, yirmibeş yıldır katlandığınız “pişmiş ve haşlanmış tavukluktan” hiç yılmayınız. Çünkü, 25 yıldır sürdüre geldiğiniz emekleriniz “aklımızın başımıza gelmesine” önemli katkılarda bulunmuştur.
“Bu arada izniniz olursa bir öneride bulunacağım. Dergimizin her yıl ilk Mart sayısını, bizi bilim ve akıl yoluna sokma amaçlı, çok uzun süredir unutturulmaya çalışılan Devrim Yasalarına, 3 Mart Yasalarına, özellikle de “Öğrenim Birliği Yasasına” ayırmayı öneriyorum.
Prof.Dr.Mustafa Altıntaş”
Evet, bizi kutlayan çok sayıda okurumuza da buradan teşekkur ederiz...
ÜNİVERSİTE, ÜNİVERSİTEYİ TARTIŞIYOR!
Bu cuma ve cumartesi günü (11-12 Mart) Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacak “Üniversite Üniversiteyi tartışıyor” başlıklı, Doğan Kuban ve daha pek çok değerli akademisyenin katılacağı (ben de oradayım) toplantı ile ilgili Prof. Kürşat Yıldız’ın bir açıklaması var:
“Bilimsel etkinliklerin metalaştığı; akademik özgürlüğün, genel olarak düşünce ve ifade özgürlüğünün değişik yollarla baskı altına alındığı bir dönemdeyiz. Üniversite ve eğitimle ilgili sorunlar hasıraltı edilmekte ve ''çözümler'' üniversitelere adeta dayatılmaktadır. Mensupları ile birlikte üniversite tüm olan bitenin nesnesi haline gelmiştir. Üniversitelerin bu baskıyı kırması ve geleceğine umutla bakması, ancak yükseköğretim mensuplarının özne haline gelmesiyle mümkün. Bunun için de, öncelikle, özgür bir düşünsel ortamda üniversitenin yükseköğretim sorunlarını masaya yatırması ve çözüm araması gerekiyor.
11-12 Mart günlerinde yapılacak Sempozyum, öğretim üyeleri, araştırma görevlileri ve öğrencilerin kendi alanlarına yönelik görüş ve önerilerini ortaya koymalarını amaçlıyor. Sempozyum'da Türk yükseköğretim sisteminin tarihsel evrimi, bugün hangi yol ayrımlarında bulunduğu ve çıkış seçenekleri ele alınacak.
12 Eylül rejiminin ürünü olan yasa ile YÖK “tüm yükseköğretimden sorumlu tek kuruluş” sayılsa da, biz öğrenciler, araştırma görevlileri ve öğretim üyeleri, kendimizi üniversite kurumunun asli bileşenleri olarak görüyoruz. Bizlerin göz ardı edilerek YÖK eliyle üniversitelerimizin geri dönüşü olmayacak şekilde biçimlendirilmesini toplum için de zararlı olacağını düşünüyor, tüm üniversitelileri de bu çabaya destek vermeye ve Sempozyum'a etkin olarak katılmaya çağırıyoruz.”
***
CBT sayığ 1251, Gündem, 11 Mart 2011, Orhan Bursalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder