SAYFALAR

11 Kasım 2023 Cumartesi

100 yıl hesaplaşması 3: Ülke iradesini dışa devir

 Şüphesiz Cumhuriyet geri dönülmez başarılar elde etti, ama sorunlarımız var. Dedik ki Türkiye’nin düşünce kaynağı ve beyni Atatürk, akıl-bilim ve çok iyi eğitim sacayağı üzerinde ulusun varolabileceğini biliyordu. Bu sacayak tam anlamıyla çağdaşlık, çağdaşlığı yakalamak hedefiydi. Tüm bunların çatısında da laiklik vardı.

Türkiye 1923’de yüzde 90’ı köylü olan bir toplumda, öğretim-eğitim ve sanayileşme devrimlerinin en önemli adımlarını attılar. Ta 1925’lerde başlayan istikbal göklerdedir sloganı ile uçak sanayinin kuruluşu, bu büyük ileri görüşün eylemiydi. Bakın, bu sanayiyi İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren, ne gerek var, size en mükemmelini vereceğiz, diyerek ortadan kaldırdı. Daha birçok atılımı sona erdirdi o zamanlar ülkeyi yöneten kafalar...

BEYİN TRANSFERİ

Bir bilim ve araştırma ve sanayi hamle ülkesi hedeflerindeki 1950’den sonraki gerileme, süreç içinde ülkemizin yaratıcı beyinlerinden önemli bir kısmını dışarıya yöneltti. İleri bilim ve teknoloji koşullarını burada adım adım inşa etmezseniz, bu alanda çalışacak beyinlerimiz ülke dışına göç eder. Zaten ABD ve Avrupa ülkelerinin hem Türkiye hem dünya çapındaki politikası, bizim gibi ülkelerin beyinlerini transfer etmek üzerine kurulu.

Mesela Aziz Sancar ile birlikte Nobel de ABD’ye gitti. Ali Erdemir’lerden tutun Hotamışlıgil’lere kadar, isimlerini burada sayamayacağım kadar yüzlerce bilimcimiz ve şimdi en gençlerinden mesela Furkan Öztürk, yaratıcılıklarını oralarda gerçekleştiriyor.

Bu öngörüsüzlük aslında, burada üretme iradesinin dışa devredilmesiydi. Bu dışa büyük bir servet, değer transferidir. Ülkelerin en değerli kaynağı insandır.

BİR BİLİM ÜLKESİ DÜŞÜ

Atatürk’e dönelim: Ülkenin en seçkin çocuklarını yurtdışı eğitime gönderirken Sizleri kıvılcım olarak gönderiyoruz alevler olarak geri döneceksiniz derken, ülkeyi yükseltecek yeni nesillerin de temelini atıyordu.

Bir ülke, evrensel değerlere sahip bilimde, sanatta, ekonomide, yönetimde, mühendislikte yetenekli seçkinleri olmadan geleceğe koşamaz. Ne petrol ne altın ne çay ne fındık ne başka bir şey, yetenekli insan kadar bir ülkenin kaderinde etkili olamaz. Bu saydığımız ürünlerinizi bile ülke zenginliğine dönüştürmek için yaratıcı insanlara ihtiyacınız var.

..Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, bütün uygar dünyadaki düşünsel, bilimsel okul faaliyetleri hakkında en son ve yeni uzmanlıklardan yararlanacaktır; yüksek çağdaş olgunlaşmalar için bir zorunluluktur. Almanya’nın, İngiltere’nin, Amerika’nın bilim dünyasında yüksekliği tanınmış profesörlerini Ankara’ya toplamak için hiçbir fedakârlıktan çekinmez.

 Bir lidere bakın ki ülkesini dünyanın en iyilerinin geleceği bir merkez olarak düşlüyor. Bir bilim ülkesi yaratmak istiyor. 1933’te de Nazi zulmünden kaçan değerli bilim insanlarını, Einstein’ı bile ülkeye davet edecektir.  

Atatürk ülke sorunlarına çare üreten, bilgi üreten mükemmel üniversiteler düşledi. Mesela İstanbul’da Darülfünun’u son ziyaretinde 1931’de, oradaki müderrislere şu soruyu sordu: Araştırmaları yabancı bilim dergilerinde yayımlanan kaç hocamız var ve bu hocaların makalelerine yabancı bilim insanları kaç atıf verdiler?

Atatürk hem araştırma sayısını merak ediyor hem de araştırmanın kalitesini! Herhalde dünyada o tarihte üniversitesine gidip de bu soruyu sorabilecek başka bir siyasi lider yoktur. Nasıl bir üniversite arzuladığının ipuçları bu soruda saklıdır.

FİKRİ SABİT İZLESEYDİK KEŞKE

Bu anlayışı bir fikri sabit olarak bugüne kadar izleyebilseydik Türkiye gerçekten en ileri ülkeler arasına katılmış olacaktı.

Bugün üniversitelerimizde evrensel ölçüde çığır açıcı araştırma-keşif başarısından yoksundur. Düşünün, üniversitelerimizde gerçekleşen 50 bin kadar araştırma makaleleri arasında en iyi durumda olduğumuz sağlık-tıp alanıdır. Fakat COVID aşısı geliştirmek için büyük bir seferberlik ilan ettik, minik başarıların dışında, doğru dürüst bir COVID aşısı bile geliştiremedik.

Yüksek nitelikli araştırmalar için Türkiye’nin insan, altyapı ve finans kaynaklarına henüz sahip değil.

21 yıldır iktidarda olan AKP, üniversitelerin niteliğini yükseltecek politikalar izleyebilirdi, tersine ortalama düzeyi aşağı çekti, tüm üniversiteleri kendi düşük bilimsel anlayışına bağladı. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar tipik örneğidir. Üniversite direndiği için tablonun farkındayız.

Hesaplaşmaya devam edeceğim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder