Orhan Bursalı
Türkiye’de COVID’e karşı büyük aşı çalışmaları çöpe mi gitti?
COVID aşısının üretilmesine ve yüz milyonlarca insanın hayatının kurtarılmasına veya derin hastalıklar ve sakatlıklardan kurtarılmasına hizmet eden mRNA teknolojisinin geliştirilmesini sağlayan iki bilim insanı, Katalin Karikó ve Drew Weissman; evet, Nobel Tıp Ödülünü aldı.
Hatırlarsınız, pandemi döneminde Türkiye’de de üniversite ve ilgili merkezlerde 20 kadar aşı çalışması başladı.
Pasteur’ün kuduz aşısını hemen iki yıl sonra üreten bir ülke olarak biliyoruz ki aşı üretimini tatil ettik, kapılarını kapattık... Siyasi figürlerin düşüncelerine göre “Ne gerek vardı, çok pahalı işler bunlar, dışarısı yapıyor, onlardan alırız”...
Pandemi bizi aşı konusunda “sıfır birikimli” ülke noktasında yakaladı. Çünkü geçmişle olan zincir kopmuş, halkalar parçalanıp dağılmıştı.
Bir birikimi ciddiyetle durmadan ilerletip sürdüremezseniz apansız kalırsınız büyük bir toplumsal tehlike karşısında.
SIFIR NOKTASINDA
Hemen aşı üretmeliyiz, sıfır noktasından başladık. Siyasi iktidara bir başarı gerekiyordu, hadi diyelim iktidar ülkenin güçlü ihtiyacı için harekete geçti. Çok iyi yaptı, alkışladık.
Aslında yetişkin, hevesli, bilgili, meraklı, elini hemen taşın altına koyacak bilim insanları henüz vardı ülkemizde. Bunların projelerine onaylar verildi ve ülke çapında çalışmalar başladı. Başlangıç paraları küçük küçük verildi.
En hızlı sonuç verecek inaktif, yani klasik aşı üretimiydi. İlk yıl Çin’den satın alınan aşılar klasikti ve teknolojisi yaygın şekilde biliniyordu.
Fakat COVID karşısında, bunların en iyisinin bile etkisi düşüktü.
Süreç sonunda öne çıkan TURCOVAC böyleydi.
ABD ve Almanya’da hızla geliştirilen mRNA teknolojisine dayalı aşıların ise çok yüksek etkili olduğu görüldü. Dünya bu aşıları kullanmaya başladı.
Bizde de modern aşı yöntemlerine, DNA, rekombinant aşı üretimine, bazı ilaç etken maddelerini kullanarak aşı üretme çalışmalarına girişen bilimciler oldu.
Fakat konu bilgi birikimiyle ilgiliydi.
DENEYİM VE BAŞARISIZLIK ŞART
Bu konularda bir çalışmanız, deneyimleriniz, başarısızlıklarınız, hatalarınız, yani öğrenme süreciniz yoksa, ne kadar genel bilgileriniz olsa bile literatürde var olan bilgilerden yola çıkarak hemen başarıya ulaşmanız mümkün değildir.
Ama buna rağmen mRNA olmasa bile, yeni aşı yapma teknolojileriyle üretim çalışmalarında, bazı merkezlerde, farelerde olumlu bağışıklık etkileri görüldü, faz1 klinik çalışmalarına başlama noktasına kadar geldi.
Bugün hepsi ne yapıyor tam bilmiyorum ama tabii ki devletin mali destekleri devam etmediği için, büyük ölçüde durmuş veya bazı yerlerde son derece yavaşlamıştır.
İktidar TURCOVAC aşısının üretimini bir iki tanınmış şirkete vermişti, süreç durdu, acaba Sağlık Bakanlığı da onlara ihtiyaç olmadığını mı bildirdi?
4 AŞI NE OLDU?
ODTÜ-Bilkent işbirliğiyle geliştirilen “VLP (virüs benzeri parçacık aşısı) ile Ankara Üniversitesi’nde geliştirilen Adenovirüs temelli aşı klinik faz aşamalarına kadar ilerlemiş”. Sonrasını merak ediyorum.
Prof. Mehmet Öztürk’ün, İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi’nde yönetici olduğu dönemde proje koordinatörü olarak organize ettiği 2 aşı çalışmasının farelerde güçlü bağışıklık yanıtı oluşturduğu gösterilmiş... Maya teknolojisine dayalı aşı ülkemizde bir ilaç firmasına lisanslanmış. Sonuç ne oldu?
Pandemi ortadan “kalktığına göre”, bir dahaki acil duruma kadar, Allah kerim.
Mehmet Öztürk’e sordum: “İnsanlarda test edilebilir aşamaya gelen en az 4 aşı adayımız oldu, ama bunların endüstriyel üretimi ve klinik faz çalışmaları aşamalarında tökezledik. Çünkü ne sanayi altyapımız ne de mevzuatımız aşı geliştirmeye uygun değildi” diyor.
MRNA ÜRETİM MERKEZİ KURULMALI
Evet, bugüne kadar sürdürülen aşı çalışmaları bir şekilde birikim yarattı. Bunu nasıl kullanmalıyız?
mRNA veya daha geniş başlıkla DNA’ya dayalı aşı veya ilaç teknolojilerine hızla yatırım yapmalıyız. İktidarın ilgisi kaybolmuş olabilir ama ülkenin bugün ve yakın gelecekte ihtiyacı büyük. Şimdi için değil, gelecek için hemen yatırıma girişmeliyiz.
Gelecek bu teknolojide. Satın alıcı ülke olmaktansa üretici ülke olmalıyız. Çünkü bu teknolojiler yakın gelecekte hem bulaşıcı hastalıklara hem kansere hem kalıtsal hastalıklara karşı aşı ve ilaç geliştirmede başrolü oynamaya başlamak üzereler.
İktidar “bir köprü parasını” bu alana ayırmalı. Liyakat ve uluslararası bilim desteğinde büyük bir çalışmanın başlatılması için ortamı yaratmalı. İklim değişikliğinin de yaratacağı yeni dünyada toplumumuzu ve ülkemizi her türlü salgına ve hâlâ dünyanın mücadele ettiği hastalıklara karşı hazırlamalı...
Bu mümkün mü?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder