Değerli bir bilim insanımızı, araştırmacımızı, bir devrimciyi kaybettik: Osman Bahadır. İki yıl kanser illeti ile uğraştı, çalışmalarını sürdürürken aynı zamanda biz de uğraştık Osman ile birlikte. Onu hayatta tutabilmek için çabaladık ama yeteneksiz kaldık, başaramadık. 74 yaş çok erken! Allah kahretsin! Diri bir beyin ve beyne uymayan aykırı davranan bir beden!
Osman’ı neredeyse bir deri bir kemik gördüğümde salt beynini yaşatacak bir yöntemin gelecekte gelişip gelişemeyeceğini düşündüm. Bize bedeni değil kafası lazımdı.
Osman Büyükada’dan göçtüğü Kuşadası-Selçuk’ta fenalaşınca Oktay Kaynak’ın girişimiyle (ve tabii Nilay ile birlikte, hep yanındaydılar) İzmir Büyükşehir Başkanı Tunç Soyer’in desteğiyle büyükşehir sosyal yaşam kampüsüne nakledilmişti. Oradan hastaneye...
***
Vefatından dört gün önce İzmir’de hastanede yoğun bakımdaydı. Neyse ki beni içeri aldılar. Göz göze geldik, “Beni tanıdın mı” dedim. Kafasını salladı, gözlerinde ışık parıldadı, dudaklarında gülümseme. Konuşamıyordu... Kendimi zor tuttum.
Ertesi sabah hastaneden telefon ettiler: Servise çıkarıyoruz. Koştuk, odaya almışlar. Damardan her türlü beslenme, ilaç, vitamin vb. ile kendine gelmişti biraz. Önce dudaklarından dediklerini anladık, veya yazdı:
Ertesi gün ise konuşuyor derdini anlatıyordu. İki kitabında bazı düzeltmeler yapmıştı, onları alın dedi.
“Osman geleceğiz tekrar” dedim. “Ne zaman” diye sordu ısrarla.
İnsan ölecekse yalnız ölmemeli! Birden bu gerçeği fark ettim. Arkadaşlarının arasında, dahası kollarında! Bana baktı, nasıl olsa hep beraber buluşacağız dedi, gülümsedi.
Ertesi gün tekrar yoğun bakımdaydı!
Onu kaybettiğimizin haberi, beni Ankara’da Eğitim-İş’in “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı Eğitim Kongresi”nde konuşmada yakaladı, cuma Kuşadası’nda toprağa verildi. Şimdi ilk fırsatta gidip göreceğim.
***
Nilay şunu paylaştı: “Aşağıdaki cümlenin ne anlama geldiğini Osman’ın yanındayken öğrendim: Seçmiş olduğunuz ve karar verdiğiniz şeylerin bedelini siz ödersiniz, size akıl verenler değil!”
Oktay (Kaynak): “Osman’la 17 Eylül 2023 günü Buca Sosyal Yaşam Kampüsü huzurevinde bir yıl sonra yeniden karşılaştık ve yaklaşık bir ay boyunca haftada en az iki gün görüştük. Yaşam ve özellikle ölüm üzerine sağlığı elverdiğince detaylıca konuştuk. O konuşmadan sonra eve geldiğimde şunları yazdım:
Umut gecenin içindeki sabahı
Umut karanlığın içindeki aydınlığı görmektir.
Umut umudunu öldürmeden ölmektir.
55 yıllık arkadaşım Osman umudunu öldürmeden vedalaştı yaşamla!”
***
Büyükada’nın mezarlığını gezerken Çiğdem’e (Adalar Postası editörü) şöyle demiş: “Ölünce zaman çabuk geçer nasılsa”.
Bu başlık altında bugün (pazar) toplanıp onu anacağız. Adada sessiz sedasız, tek başına, yalnız kişiliğiyle derin iz bıraktı dostum. “Osman hadi gel buluşalım, konuşacak yeniden çok şey birikti” çağrıma, “Tamam geliyorum” diyecek kimse yok. Ona dedim ki ilk fırsatta Büyükada’yı senin gözlerinle dolaşacağım.
Ne çok şey konuşuyorduk, ülkeyi dünyayı hemen her şeyi hallaç pamuğu gibi atıyorduk, sen şunu yazacaksın, ben bunu, bak bu konunun hiç düşünmediğimiz şu yönü var! Bunu en iyi sen yazarsın! Hayır sen!
Sonra: “Tamam artık yorulduk yarın veya sonra yeniden buluşuruz!”
***
Cumhuriyet Kitapları’nda yeni yayımlanan müthiş kitabı “Osmanlıdan Türkiye’ye Sekülerleşme” üzerine Cumhuriyet Kitap’ta yayımlanacak yazımı biliyordu, bekliyordu.
O yazıyı görmeden ölmeyeceğini de ben biliyorum.
Acaba hiç mi yazmasam!
Çalışmaları üzerine, bir yazı daha yazacağım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder