İdrak ve dönüm noktası
Bugün sizlere üretmeliyiz, iş yapmalıyız konusunu bir Ar-Ge mühendisinin, Ali Akurgal’ın kaleminden sunuyorum. Yazı HBT’nin bu haftaki sayısında var.
***
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre bu Arapça sözcük “anlama yeteneği, akıl erdirme” anlamında kullanılmakta. Mühendislikte, o güne kadar örneği olmayan bir şey yapacaksanız, önce yapmak istediğinizi tam olarak tanımlarsınız, tanımladığınızın hedeflediğiniz soruna çözüm olacağına akıl erdirdiğinizde (idrak) işin güç tarafı geride kalmış olur. İdrak, dönüm noktasıdır.
Ekonomi, üretilenle tüketilenin; dışarıya satılanla dışarıdan alınanın, nereye ne yatırım yapılacak, bunun sonucunda ne elde edilecek diye hesap yapmanın bilimi. Ekonominin temelinde üretim yatar. Bundan soyutlayıp bir para idaresi düzeyine getirirseniz, bir de bakarsınız ki üretilmiyor, ekonominin çarkları dönmüyor.
***
Kişiler: Bir işte çalışıyorsunuz. Belli bir geliriniz var. Diyelim bu gelir size ayda bir kere dışarıda yemek yeme, eğlenme olanağı tanıyor, senede bir, bir tatil yerinde dinlenmenizi sağlıyor vb. Siz eğer bu refah düzeyiyle yetinmeyip daha fazlasının peşinde koşacaksanız, günümüz paragözlü dünyasında, bir yerlerden ek gelir elde etmelisiniz. Ek gelir, sizin edindiğiniz veya size intikal eden malların satışından olabileceği gibi, sizin yapmakta olduğunuz işte mevcut becerilerinizi ilerletip daha nitelikli ve dolayısıyla daha fazla ücret ödenen işlere geçmeniz sonucunda da olabilir. Kalıcı refah, ikincisiyle elde edilir. Evdeki gümüşleri satıp o paralarla tatile gitmek tek seferlik bir refah yaratacaktır.
***
Ülkeler: Her ülke, vatandaşlarına, yurtiçinde ürettiği ürünlerin sağladığı gelire endeksli bir refah düzeyi verebilir. Üretilen, sağlığa tehlikeli maddeler ile yapılan bir üretim olabilir, ağır bir işte bedenen çalışmak gibi kişisel sağlık sorunlarına ve yıpranmaya neden olacak kadar zorlu da olabilir. Ulusal gelire (GSYİH) katkı, kimi zaman da bir salgına karşı aşı keşfetmek gibi bilgiye dayalı, beyin gücü ile elde edilmiş olabilir.
Sonuçta, en meşakkatlisinden en titiz ve büyük düşünebilen insanların buluşuna kadar kazanılan her kuruş ulusal gelirdir. Bu gelirden ülkenin savunması, gençlerin eğitimi, toplumun sağlığı gibi yaşamsal hizmetler için harcama yapılır. Bayındırlık eserleri, bu parayla yaptırılır. Ülkemizde bu paradan inanç hizmetleri için de önemli harcamalar yapılmaktadır. “İtibardan tasarruf olmaz” düşüncesiyle, kalıcı hiçbir etkisi olmayan, başka üretimlere yol açmayan, bir eser bırakmayan harcamalar da bu paradan yapılır. Yapılıyor.
Nereye ne kadar harcanacağına ilişkin planlar yapıldığında buna bütçe diyoruz. Harca harca hop diye bütçenin dibi görününce sene ortasında yapılana da “ek-bütçe” diyoruz.
***
Fazlasını yaşamak: Ekonomist değilim. Ama duyma, görme veya anlama özürlü de değilim. Mühendis yapılanmasıyla gözlemlediğim, yorumladığım ve akıl erdirdiğim hususları alt alta koyunca şunu görüyorum: Toplum olarak, GSYİH’mizin bize satın alabileceğinin üzerinde bir yaşam ve refah düzeyi peşinde, borçlanarak ve borç para harcayarak koşuyoruz.
İşte “milletin cebinden beş kuruş çıkmadan” yapılan yollar, köprüler hastaneler için “çatır çatır ödeyeceksiniz” denilen bu borçtur (sözler cumhurbaşkanımıza aittir). Borcu, alınacak yeni bir borçla kapatmaya ekonomistler “borcu çevirmek” diyorlar. Elbette borç, çevirdikçe kartopu gibi büyüyor. Büyüdükçe de çevirmek, döndürmek zorlaşıyor. Bir gün döndüremediğimizde “temerrüde düşmüş” olacağız (borç bini aştı, artık alacaklı düşünsün aşaması).
***
Ne yapmalı? Halbuki şunu idrak etmemiz beklenirdi: Günümüzde yaptığımız işler, bize bu yaşam düzeyini satın almıyor. Ya satın alabildiğimiz düzeyde yaşayacağız ya da yaşamak istediğimiz düzeyi bize satın alabilecek işler yapacağız. Buna akıl erdirsek, dönüm noktasını geçeceğiz, işin zor kısmı geride kalacak. O yaşamak istediğiniz düzeyi size satın alacak işler, bilgi çağının işleri.
Ama Bayram Ali Eşiyok’un HBT 329’uncu sayıdaki incelemesine bakarsanız, bu noktadan ne kadar uzakta olduğumuzu ve nasıl da ters yöne koştuğumuzu görürsünüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder