obursali@cumhuriyet.com.tr
Öfkesi hayati bir organı sanki. Bir an dinse, ölecekmiş gibi
“Son kahvemi sigarayla birlikte bir evin balkonunda defalarca içiyorum.. benim gibi işe gitmek için erkenden uyananlar ve ev halkını uyandırmamak için parmak uçlarına basarak kendi evlerinde birer hırsız gibi dolananlar, hâlâ uyuyan çocuklarına odanın kapısından şöyle bir göz atanlar, mutfakta hızla bir şeyler atıştıranlar, vapuru, metroyu, servisi, otobüsü, minibüsü kaçırmamak için sık sık saate bakanlar, biz hepimiz, kadınlar ve adamlar, gençler ve yaşlılar, tembeller ve çalışkanlar, hevesliler ve bitkinler, hızlılar ve yavaşlar, başarılılar ve başarısızlar, inançlılar ve inançsızlar, akıllılar ve aptallar, kurnazlar ve saflar, aldatanlar ve aldananlar...
Biz hepimiz hep ve hâlâ o evlerden.. çıkıp işe.. gitmek her sabah aynı saatte aynı şeyleri yapanlar, devamlı ve hep birlikte aynı inançla, şuurla, korkuyla yaşamaya hazırlananlar...
Her birimiz bu döngünün dışına çıkarsak hayatta kalamayacağımızdan adımız gibi eminiz, döngünün içinde olmakla olmamak arasındaki farkı düşünmek için ne zamanımız var ne de cesaretimiz. Ama heyula gibi korkularımız var. O döngüden çıkacak olursak başımıza korkunç şeyler geleceğinden eminiz..
O gün, evde uyandığım o son gün ben birden o korkuyu duymaktan vazgeçiyorum... Her şeyi terk ediyorum. O hayatı terk ediyorum. Kendimi terk ediyorum...”
***
“Bu şehir kimseyi sevmez. Sen ki şiir yazıyorsun bunu nasıl bilmezsin..”
***
“Sistem içine içine devamlı çöküyor. Yeryüzünde gördüğümüz her şeyin temelinde bir enkaz. Tüm medeniyetler kendilerinden önce yıkılmış başka medeniyetlerin üzerine kurulu. Geçmişin kaderi gelecekte mütemadiyen tekrarlanıyor. İnsanlar baştan beri yeni şehirlerini yıkılmış eski şehirlerin üzerine kuruyor. Bu yüzden en modern yapının bile hücresinde yıkılmış eski bir yapının izi var. Yara gibi. İnsan o yaraların ıslaklığında yaşayan bir parazittir...”
***
“Öfkesi hayati bir organı sanki. Bir an dinse, ölecekmiş gibi.”
***
“Kim kurmuş ki bu şehri?
Garibanlar Musa. Her şehri garibanlar kurar. Başka bir şehirden kovulanlar. Yollara koyulanlar. Yollarda sevdiklerini yitirenler. Umutsuzluğa düşenler. Ölmek isteyip de bir türlü ölemeyenler. Sürünenler. Onlar kurarlar tüm şehirleri. Ve yine onlar yıkarlar. Garibanlar..
Eskiden yaşadığımız mahallenin günbatımında kızıla bürünmüş siluetine artık uzaktan bakıyoruz. Büyük bir ticari telaşın göbeğinde cehenneme dönmüş. Toza dumana ateşe şiddete dehşete bulanmış. Sanki tam ortasına bombalar atılmış. Yıkılan evlerin molozlarından yükselen dumanlar beklenmedik bir felaketin nişanı gibi şehrin genzine doluşuyorlar. Bir savaş meydanını terk etmiş gibiyiz. Terk ettiğimiz bir savaşı uzaktan seyreden gibiyiz. Sanki o savaşta düşmanı, yenilerek yenmiş gibiyiz..”
***
“Kimsesizliğin bir anlamı da kimse olmamak. Hem kimsen yok hem sen kimse değilsin. Büyük özgürlük.
Sen kendini ne kadar anladıysan başkalarını da o kadar anlarsın. Kendi aklının sınırlarını aşamazsın. Kim olduğunu anlamak istediğin her insanda kendinde ne kadarını anladıysan o kadarını anlarsın. Yok illa başkalarını anlayacağım diyorsan önce kendini unutacaksın. Kendini!”
***
“Deniz kenarında motor iskelesinin merdivenlerinde oturuyoruz. Motorlara binen ve motorlardan inen yolcular neredeyse üzerimize basacaklar ama yanımızdan geçip giderken bizi görmüyor gibiler.. tam karşımızda balıkçılar. Onlar da bize körler. Yok gibiyiz. Hiç gibiyiz, hepimiz bu şehirde birer hayaletiz, birer hayaliz..
Peki onlar bizi görmüyor, peki biz onları neden görüyoruz?”
***
İyi pazarlar. Mine Söğüt’ün “Başkalarının Tanrısı” romanını okuyorum. Tüm alıntılar oradan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder