SAYFALAR

27 Şubat 2021 Cumartesi

Bir anıtsal nezaketsizlik olayı ve Konjonktürel bir seçim, Ergüder ve Soylu

                                             Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 25 Şubat Perşembe, 2021

İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan kamuoyunda birbiriyle yarışıyor. Herhalde Cumhurbaşkanının hükümetinde yer alan bakanları söyler misiniz, kaç tanesini tanıyorsunuz sorusu üzerinde yapılacak bir kamuoyu yoklamasında ezici oranda ve belki de sadece Süleyman Soylu’nun adı çıkacaktır. Tabii Fahrettin Koca’yı hariç tutmak kaydıyla

Bu kadar yani!

Soylu, Cumhurbaşkanı ile özellikle muhalefete “terörist” yaftası açmakta yarışan da bir bakan.

En son hangi hakla bilinmez, Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Üstün Ergüder’i arıyor, Boğaziçi’nde süregiden protestolar – eylemler konusunda “kendisini uyarıyor”.

Hangi hakla dedim, ama bu hakkı kendisi yaratıyor gördüğüm kadarıyla. Soylu Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini “teröristlikle” suçlayınca, birden İç İşleri Bakanı olarak kendine “terörizmle mücadele” alanı yaratıyor!

Mesele sadece öğrencilerle kalsa! Öğretim üyeleri de her gün sessiz duruş eylemindeler. Yani Soylu’nun gözünde onlar da bu “teröristlerin”, “terörist eylemlerin” bir parçası. Dolayısıyla bir kayyım rektör ve iki fakülte atanmasına tepki gösteren herkes de bu “terörist ağın” içinde.

Üstün Ergüder, eski rektör olarak görüş açıklıyor, o halde onların başında ve kışkırtıcısı olabilir diye düşünüyor ve telefonunu buldurup uyarıyor!

 

Anıtsal bir nezaketsizlik olayı

 

Tepeden tırnağa nezaketsizlikte anıtsal bir olay karşısındayız.

Bakın: “..bu işlere girmemesi lazım geldiğini söyledim. Üstün Ergüder bu işlerin göbeğinde. Bu işi kaşımak için yazılar yazıyor, tahrik ediyor... Yazık! 80 yaşında bu ülkenin ekmeğiyle büyümüş birinin, Boğaziçi Üniversitesi'ni.. karıştırması ahlaksızlığın dibidir. Biz buna prim vermeyiz ve vermeyeğiz de." 

Ayrıca öğrencilerin ailelerini de arıyor, çocuklarının geleceğinden bahsediyor ve bu aileleri “ideolojik” olmakla da suçluyor.

1500’e yakın bilim insanı, aralarında dünyaca ünlü Daron Acemoğlu da var, bildiri yayınlayıp bilim insanı olarak evrensel bir saygınlığa sahip Ergüder’e sahip çıkıyorlar, Soylu’yu kınıyorlar, ve değerli bilim insanlarına karşı saygılı olmaya davet ediyorlar.

Hepsi çok nazik, asla onun dilini kullanmıyorlar, bu davet ediyoruz lafına Soylu’nun ne düşündüğünü doğrusu çok merak ettim.

Soylu, kendini, görevini, iktidarın tüm adamlarını aşmış, önde koşuyor.

 

RTE’ye karşı Soylu!

 

Soylu’nun, AKP içinde geleceği üzerinde de bolca yorum kurgu üretiliyor. Öyle ki, en son olarak, Liderin kendisine en çok yöneltilen “AKP Başkanı” eleştirilerinden sıyrılmak için parti liderliğini bırakabileceği kişilerden biri olarak da Soylu adı geçti!

Tabii iktidarın bir yazarı bunu “Erdoğan’a tuzak kuruluyor” diye yorumladı. Asla bırakmaz ve bırakması da doğru olmaz diye, böyle bir niyeti varsa RTE’yi uyarıyor.

Asla bırakmaz saptaması doğrudur. Ama AKP içinde parti liderliğini bırakması iyi olur görüşünde olan epey insan olduğu da görülüyor.

Soylu adının da “başa geçebilecekler arasında” geçmesi, RTE’ye mi tuzak yoksa Soylu’ya mı, tartışma götürür.

 

Bir konjonktür insanı

 

Ama Soylu AKP’nin önde gelenlerince tutulmadığı sır değil.

Partide Tek Adam tahakkümü, bu tartışmanın rahat yapılmasını engelliyor.

Lider de, Soylu’yu bir konjonktür gereği olarak yerinde tutuyor.

Konjonktür derken, hem ortak MHP’nin Soylu’dan büyük memnuniyetini kastediyorum, hem de liderin çizdiği bugünkü sertlik politikasını belki de parti içinde onun kadar uygulayabilecek bir kimse bulunmasının zorluğunu.

Baksanıza, Üstün Ergüder’i ve aileleri telefonla arayıp uyarabilecek, suçluyabilecek bir hakkı, parti içinde kim kendisinde görebilir, aklına gelebilir?

Ama dediğim gibi Soylu, bir konjonktürel bir seçimdir.

Konjonktür değişince “benim durumum ne olacak” diye kendisinin de düşündüğünü varsaymalı mıyız?

--

Not: İktidar, ABD ve Suriye üzerine iki yazımı, bugün üçleyecektim, ama sonraya kaldı seçime giderken olası bir senaryo.

Türkiye’nin güvenliği ve emperyalist hayallere karşı tek politika

                                                         Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 23 Şubat Salı, 2021

 

 Senaryo’yu yeniden kuralım. Saray’ın ABD karşısında iki önemli cephesi var, Rus S-400 füzelerini kullanmak ve Kuzey Suriye’de Amerika’nın bir PKK devlet yapılanmasına karşı çıkmak, önlemek. ABD’ye karşı bu konuda direniyor.

ABD, S-400 konusunda kesin kararlı, bu yüzden Türkiye’yi F-35 savaş uçakları projesinden çıkardı, dahası 1 milyar dolarlık ülke parasına el koyarak neredeyse! Ayrıca çok sıkışırsa, öncelikle S-400 füzelerinin şu veya bu şekilde çalıştırılması halinde, siyasi yönetime karşı kişisel ve mali bir takım kozlarını da ileriye sürebileceğini hissettiriyor.

Suriye’nin Kuzeyine gelince, Amerika, orada belirlediği sınırlara bulaşmadan Ankara’nın PKK’ya karşı operasyonlarını görmezden geliyor.

 

ABD’nin ana hedefi

 

Aslında ABD’nin politikasının zaman içinde Kuzey Irak’ı Suriye’deki yapılanmayla birleştirerek, bölgede büyük ve sağlam bir Kürt devleti kurdurmaya yönelik olduğunu biliyoruz. Bu devletin Hatay vb sınırlarımızın Doğu ve Güneyindeki koridor boyunca Akdeniz’e açılması da söz konusudur veya konusuydu.

Bu Akdeniz’e açılma koridoru, Türkiye’nin Afrin ve İdlib operasyonları ve Şam - İran- Rusya’nın güçlü askeri işbirliği ile engellendi. ABD- PKK esas olarak Fırat’ın doğusunda kilitlendi.

ABD orada büyük bir askeri güç yığıyor. Rusya- İran ve Şam, ABD’nin koruması altındaki bu bölgeye dokunamıyor, Türkiye gibi. Transatlantik kabadayısı ile bir çatışma bölgeyi ateşe verir.

 

Neden S- 400’ler mesele

 

ABD “stratejik müttefik” yalanı ile, hem PKK yapılanmasını zımnen kabul ettirme hem de S-400 füze savunma sisteminin bloke edilmesini dayatıyor. Birincisi, Ankara’dan talepte bulunmadan, sahada reel durum yaratarak ve güç politikası ile sürdürülüyor. Bunun için Türkiye’ye ihtiyacı yok!  

İkincisini ise baskı ile gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu baskının bir amacı Rus silah savunma sistemlerinin Batı –NATO ve dünya piyasalarında yaygınlaşmasını - satışını sınırlandırmak, Türkiye gibi silah sistemleri esas olarak Batıya bağlı bir ülkeyi Rusya’ya kaptırmamak.

Rusya’yı düşman ilan etmesi ve özellikle askeri konularda işbirliği yapmaya kalkışanlara ambargoları gündeme getirmesi, sadece Türkiye’ye değil, batı dünyasına da bir gözdağı.

Burada kritik sorun, Türkiye ekonomisinin Batı’ya, AB’ye uluslararası finans merkezlerine olan bağımlılığı. Bu olgu, Ankara’nın oyun alanını müthiş sınırlıyor.

 

S-400’ler depoya

 

Ankara, bırakın ikinci parti S-400 satın alırız yüksekten atmayı, 2,5 milyar dolar saydığı elindeki S-400’leri bile çalıştıramaz. Bunları depoya kaldırma olasılığı çok yüksek. Bu konu politik kulvarda konuşup çözüm aramadan çoktan çıktı, açık yasaya konu oldu.

Şunu söyleyebilirsiniz, S-400’ler depoda kaldıkları sürece fazla sorun etmez, ne de olsa Türkiye bir “NATO ülkesi”, Rusya’ya tamamen itilmesini istemez.

Evet, burada Ankara’nın bir oyun alanı var.

Ama Kuzey Suriye’de Ankara’nın oyun alanı sıfıra yakın.

 

 

Sorular şunlar:

 

Ankara’nın Kuzey Suriye’de Amerikan yapılanmasını bir şekilde engelleyebileceğini düşünen var mı? Varsa nasıl?

Bu konuda benim yanıtım, bundan sonraki tüm politikalarında Suriye’nin toprak bütünlüğünü ön plana çıkartarak, Şam’dan Afrin ve İdlip’de kesin garantiler alarak.

Bu BM’nin Suriye politikasına uygundur ve uluslararası politik arenanın da isteğidir. Bir ülkenin parçalanıp Amerika’nın çıkarlarına göre devletçikler üretilmesi, herkes için büyük tehdittir.

Irak’ta bir “Kürt devleti” aslında fiili olarak var. Bunun uluslararası bir statüye kavuşturulması, bir şekilde söz konusu olacak, ama Irak meselesi AB’nin başını ağrıtıyor.

 

Gerçekçi, yasal ve hukuki

 

Suriye’de de ikincisi, Türkiye ve İran için de tehdittir. Sorun burada. Hele PKK’nın 40 yıldır Türkiye’ye hedef alan ayrılıkçı savaşını düşünecek olursak...

Burada Türkiye’nin politikası, Suriye’nin birliğini sonuna kadar savunmak, acil olarak! Bu aynı zamanda Türkiye’nin ve İran’ın da toprak bütünlüğünü savunmak anlamına gelir. Bölgeyi yeniden kesip biçecek emperyalist politikalara set çekmenin ve mezara gömmenin tek yolu budur.

Bu politika, hem gerçekçi yasal ve hukuki, hem de ABD’nin işini giderek zaman içinde olanaksızlaştıracak tek politikadır.

***

Yoksa Ankara, ABD’nin Kuzey Suriye’de oldu bittisini ve hedefini kolaylaştırıcı düşünceleri ve politikası heybesinde tutuyor mu?

Bir al-ver gülüm çerçevesinde? Bir üçüncü yazı kaldırır.

24 Şubat 2021 Çarşamba

Saray “Stratejik müttefik” yalanıyla ABD dümen suyuna girer mi

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 22 Şubat Pazartesi, 2021

 

ABD’nin yeni Başkanı Biden Trump politikasını biraz farklılıklarla sürdüreceğini açıkladı. İki önemli rakibi “düşman” hedefinde.

Trump’in Çin politikasını Biden devraldı. Burada Trump’ın Amerikan laboratuvarlarının ucuz ve kaliteli bilim işgücünü sınırlayan kararını iptal edeceği açıktı. Ama esas hedef Çin. Bu stratejiyi (Pasifik) yıllar ön Brzezinski çizmişti.

Biden, tabii Rusya’ya yönelik “düşman” politikasını da sürdürecek. Trump’ın Rusya ile nükleer silah programını iptal etmesi, aptalcaydı, şimdi bunu Biden sürdürecek.

Trup’ın NATO’yu hedef alan politikası da Amerika’nın emperyalist hegemonist çıkarları açısından aptalcaydı. Tüccar olduğu için, Avrupa NATO ile ilişkileri salt “para”ya indirgemiş, Avrupa’yı kendi başına bırakmış, Avrupa Ordusu /Avrupa öz savunması ve transatlantik ayrılıklar gündeme gelmişti. Avrupa, Rusya ile ilişkilerini kendi başına düzenlemek zorunda bırakılmıştı.

Biden ve adamları, şimdi Avrupa’yı yalnız bırakmama için NATO adımı atıyor.

Bu Avrupa için iyi mi olacak kötü mü bilmiyoruz, ama ABD’nin Rusya ile hegemonik çatışmasında, Avrupa’nın Amerikan aleti olması olasılığını da gündeme getiriyor.

Avrupa Rusya ile ilişkilerini kendi çıkarlarına uygun olarak sürdürme iradesini ABD’ye devredecek mi yoksa koruyacak mı, bunu göreceğiz.

 

Türkiye için zorluklar

 

Burada bizim için esas sorun Türkiye – ABD ilişkisi!

Trump’ın politikaları Türkiye’ye her yönden zaten sıkıştırıyordu.

F-35’ler, S-400’ler, Suriye’de Kurt devlet yapısı oluşumu ve Suriye’nin parçalanması, İran’ın hedef alınması hepsi Trump politikalarıydı.

Biden şimdi bu politikaları devraldı. Bu politikaları küçük düzeltmelerle sürdüreceği açık.

Mesela Trump’ın İran ile yapılan nükleer anlaşmayı feshetmesi aptalcaydı ve Avrupa buna karşıydı.

Biden bu yanlış politikayı restore edecek.

Biden, bunların üzerine demokrasi insan hakları vb politikalarını da öncelikleri arasına katıyor.

Durum şöyle şimdi:  F-35 + S-400 + Suriye’de ABD politikası PKK vb’ye destek + Türkiye’de özgürlükler meselesi... Bunların üzerine, Türkiye üzerinde Rusya ile mesafenin açılması için baskıyı da koyabiliriz. Kim bilir, Çin ABD ilişkilerinin seyrine göre, ABD’nin istekleri çoğalabilir. Bilmiyoruz.

 

Saray’dan ABD ile al –ver

 

Saray ABD ile uzlaşı arıyor, ortak çıkarlarımız çok, ABD ile anlaşabiliriz demeci, aslında sıkışmışlığın dışa vurumu. Şu aşamada başka çaresi yok.

Saray, Suriye’de aslında tam saf değiştirebilir.

Rusya ve İran ile sürdürdüğü anlaşmayı bırakıp, ABD ile Suriye’nin parçalanması üzerinde anlaşabilir.

Saray, ABD’nin Suriye’deki varlığını giderek inşa etmesine, orada silahlanmasına bakarak, “buradan asla çıkmazlar, eninde sonunda bir PKK yapılanmasını gerçekleştirecekler, buna engel olabilmemiz mümkün değil. Bu duruma, bizim de Suriye’de bulunduğumuz bölgede kalıcılığımız sağlanırsa, ABD ile uzlaşı olabilir.”

Bir “sen de kazan ben de kazanayım” politikası.

Saray bunu kabul ettirebilir mi Türkiye’ye mesele burada. Yoksa yıllardır bu alış verişi ve anlaşma olasılığını el altında tutuyor. ABD ile aranan uzlaşının bunu da içerdiğini seziyorum.

 

Daha büyük belalar

 

Suriye’nin bu şekilde parçalanması ülkemiz adına felaketler doğuracak potansiyelleri beraberinde getirecek.

Birincisi Suriye’nin ebedi düşmanlığı..

İkincisi Rusya ve İran ile uzun süreli düşmanlık..

Üçüncüsü, bugüne kadar savaştığın PKK ile bu kez yeni bir düzlemde uzun süreli sorunlar.

Dördüncüsü, ABD’nin Rusya ve Ortadoğu politikasının tam aleti olmak e bağımsız kimliğini yitirmek.

Beşincisi, tüm bu politikaların Türkiye’yi sokacağı uluslararası zorluklar.

Peki alternatif olarak Saray, seçimlere doğru başka bir seçenek düşünür mü?

Yakın geçmişin bugüne ışık tutması dileğiyle, 2001 krizi

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 21 Şubat Pazar, 2021


 

Politika, alınan kararların yol açabileceği sonuçları görebilme sanatıdır diye başlayayım...

19 Şubat 2001’de Türkiye büyük bir siyasi ve ekonomik kriz yaşadı. Sedat Ergin, dünkü yazısında bu krizi anımsatan iyi bir yazı kaleme aldı. Yakın tarihte çok önemli sonuçları olan bu tür tarihi dönüm noktalarını yeniden irdelemenin sonsuz yararı var. Bu yazıda Sedat’ın açtığı kulvarda bir değerlendirme yapacağım.

2001 önemli, çünkü AKP’ye iktidar yolunu açtı.

Biliyorsunuz, kriz Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yolsuzlukları gündeme getirmesi ve tartışmada anayasa kitapçığını Ecevit’i doğru fırlatması, Ecevit’in salonu terk etmesi ve MGK’nın yapılamaması ve sonuçta Ecevit’in bu bir devlet krizidir açıklamasıyla parladı.

Kriz sonuçta Sezer’in üzerinde kaldı. Evet, krizi tetikleyen şüphesiz ki bu olay oldu.

Ama Türkiye, bankalarıyla zaten batmış durumdaydı. Bankalar mesela dolara %20 üzerinde faiz veriyordu! Bankaların büyük kısmının içi boşaltılıyor, krediler peşkeş çekiliyor, Türkiye yağmalanıyordu. Sezer, ayyuka çıkan yolsuzlukları soruşturmak için de Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmişti. Ülke, dibe gömüleceği bir kıvılcım bekliyordu. Anayasa kitapçığı bunu sağladı.

 

2001 krizine nasıl bakmalı?

 

1990’lar bütünüyle kriz yıllarıydı. 1994 krizi, siyasi cinayetler, ANAP ve Doğruyol gibi merkez sağ partilerin ülkenin sorunlarını çözmek bir yana ülkeyi yiyip bitiren bir anonim şirket ortaklığına dönüşmesi, ekonomide eksi büyümeler, kurulamayan hükümetler... Ve üstüne üstlük 1999 depremi!

2001’e giderken siyasi olarak merkez sağ zaten dağılıyor ve tükeniyordu. Seçmen 2000’den önceki seçimlerde merkez sağdan kaçmaya başlamış ve ortalıktaki partilere yönelmeye başlamıştı.

1995 sonuçlarına bakın: Refah yüzde 21; Anap 19, DYP 19, DSP 14, CHP 10, MHP 8... 1997 post modern darbe sonucu Erbakan Başbakanlığı bırakmak zorunda zorunda kalacaktı.

1999 seçimleri, 1997 post modern darbesi etkisiyle Fazilet yüzde 14’e düşecek, PKK liderinin teslim edilmesiyle Ecevit yüzde 22’yi bulacak, MHP 18 alacak, ama ANAP 15, DYP 12’de kalacaktı..

 

Krize hazır siyasal yapı

 

Merkez sağ partiler ülkeyi çökertirken, kendileri de çöküyordu. Reform yapma yeteneği, cesareti ve ülkeye güven ve umut verecek hiç bir şey yapamayan çaresiz bir DP-MHP-ANAP hükümeti kurulmuştu.

Krizden çıkış için bile dışarıdan bir ithal adam, Kemal Derviş.

Para geldi, reformlarla biraz ayağa kalkmanın ilk işaretleri görüldü ki, Ecevit’in hastalığı ağırlaştı, Derviş seçim kaçınılmaz dedi, ANAP lideri Başbakanlık arayışlarına girişti, Devlet Bahçeli de hükümeti dağıttı.

İlk seçimlerde, zaten yükselişte olan Erbakancılık, bu kez RTE, Gül ve arkadaşlarıyla yenilenmiş olarak, en yüksek oyu aldı ve iktidar oldu.

Bu arada 2001’de Fazilet Partisi de kapatılacak ve AKP’nin kuruluşu ile Erbakan siyasetten adeta tasfiye edilecekti (Saadet Partisi yüzde 2 oy alacaktı)

 

Kriz önlenenilir miydi?

 

Şimdi soralım: Cumhurbaşkanı Sezer, kitapçıkla MGK’da kriz bahanesi yaratmasaydı, Ecevit hükümeti, zaten patlayacak olan krizi daha kontrollü yönetebilir miydi?

Sezer, başlattığı denetleme ve sonrasında Anayasa kitapçığı olayının sonuçlarını tartışabileceği ve öngörüde bulunacağı bir ekibe sahip miydi? Sonuçlar tahmin etse, başka yol dener miydi?

Koalisyonu dağıtan partiler, yapılacak ilk seçimlerde, bir daha iktidara gelebilecek oy oranlarına asla ulaşamayacaklarını hesap etmekten bu kadar aciz miydiler?

Anap ve DYP’nin çöktüğü, seçmenin 1990’lardan itibaren adım adım kendilerinden uzaklaştığı, seçmen akışının Erbakan ve arkadaşlarına yöneldiği, ilk seçimlerde (2002 Kasım) AKP’nin tek başına iktidara gelebileceği görülemiyor muydu?

 

Yüzde 10 barajı ve askerler

 

Yüzde 10 barajının olağanüstü bir sonuç vereceğini, sadece iki partinin Meclis’e girebileceğini (bağımsızlar dışında) ve AKP’nin tek başınra hükümeti kurabileceğini hiç hesap eden çıkmadı mı?

Yoksa artık AKP’nin iktidarı kaçınılmaz mıydı (içeriden ve dışarıdan büyük destek vardı).

Siyaset, tam yön değiştirmişti.

Tabii bu sonuçta, 1980’de yüzde 10 seçim barajını koyan askeri diktacıların da katkısını görelim. Zaten askerlerin siyasete her müdahalesi sonuçta ülkenin zararına sonuçlar üretti.

Biz siyasetçiere “aldığınız karar, attığınız adımların sonuçlarını hiç mi düşünmediniz” derken, üstelik “kurmay eğitimli” koca generallerin müdahalelerinin sonuçlarını görebildiklerini mi söyleyeceğiz?

Yakın geçmişin bugüne ışık tutması dileğiyle: Alınan her kararın muhtemel sonuçlarını hesap etmek önemli.

23 Şubat 2021 Salı

AKP’nin dört koldan başarısızlıklar açmazında, HDP’yi kapatsa, tüm Kürt seçmeni kaybeder..

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 18 Şubat Perşembe, 2021


 

Cumhur ortakları arasında çatışmalı konuların olduğu malum. Şimdi bunların başında HDP geliyor. MHP aylardır kapat diye bastırıyor, AKP parti kapatmak bizim işimiz değil, kapatmaları zorlaştıran biziz diyerek Yargıtay’ın yolunu gösteriyor. MHP’nin bir kapatma dosyası hazırladığı da ileri sürülüyor aylardır.

Bir oyuna dönüştü.

Olay AKP için iki ucundan da tutulmaz bir değneğe benziyor.

Ama MHP bastırıyor, neden?

Partilerin izlediği –temel– politikaları seçmen ve oy potansiyeli yaratma düşüncesinden ayrı tutamayız.

AKP’nin, HDP ve PKK ile, geçmişte –ve gerektiğinde her zaman; yerel seçimlerde Kürtlerin oyunu almak için PKK yüzlerini TRT’ye çıkartması gibi–  istediği zaman siyasi olarak alış verişe giriştiğini biliyoruz.

 

MHP sıkıştırıyor

 

Tamam, diyebilirsiniz ki, bu son olay o kadar acemice ve Kürt seçmene hakaret derecesinde tezgahlanmış, çaresizlikten başvurulan girişimdi ki, MHP bile sesini çıkarmadı. Tam bir denize düşen yılana sarılır hikayesine tanık olmuştuk. Ama yine de, MHP’nin hiç başvuracağı bir politika değil.

HDP’ye karşı çıkmak MHP’nin temel politikası, bir ayrım –kırmızı– çizgisi, o taraf ve bu taraf.

Kamuoyu yoklamaları MHP’nin oy beklentilerinin epey altında olduğunu gösteriyor (Liderleri bu araştırmaları sevmiyor ve yasaklanmasını istiyor). Yasaklama talebi, AKP içindeki kendilerine yakın olanlar dahil parti çevresinde toplamayı da hedefliyor: Yasaklamayı isteyen tek parti, en kararlı parti!

 

Tüm Kürt seçmeni kaybeder

 

AKP için ise doğru görünen, Kürt seçmen içinde oyun oynamak, kendisine yakın olanları tutmak. HDP’yi kapatması, bu kez kendisine oy veren muhafazakar Kürt seçmenin de damarına basar ve yüzde 2-3 puan daha gider.

Nereye? Şüphesiz ki Millet ittifakına!

AKP’nin açmazı burada HDP konusunda.

Ortaklar arasındaki temel sorun.

 

HDP’ye bir kapı

 

Bu arada, Gara mağaralarındaki büyük kıyım, HDP’ye daha özgür ve bağımsız bir politika için önemli bir kapı aralıyor. Bunu nasıl kulanacaklar? Ama bir yandan da bir grup milletvekili İmralı’daki PKK şefi için basın toplantısı düzenliyor. HDP içinde derin bir sorun olduğunu da biliyoruz. HDP ülkenin demokratikleşmesine hizmet ederek, kendisine de üçüncü parti olmanın kapılarını açabilir. Tabii, kendisine ya

Çok zor bir süreç, ama Kürt siyaseti Türkiye giderek o noktaya gelebilir. Önemli olan, bu süreci AKP’nin yönetmesine izin vermemek.

 

“Başarısız olduk”: hesap sorulur tabi

 

GARA mağaralarındaki büyük felakette herkes için en kolay yol PKK’yi lanetlemek. Tamam, tam bir katillik, gözü karalık ve alçaklık. PKK’nın bu politikalarının ve bu topraklarda bağımsız bir yapı kurmak düşünün bu ülkede bir geleceğinin olmadığını anlaması biraz daha zaman alacak.

Ama bu operasyonun, Cumhurbaşkanının “başarısız olduk” itirafında da görüldüğü gibi, sorumluluğunun iktidarda olduğu kesin. Sonuçta 13 yurttaşımızı feci bir şekilde kaybettik ve bunun sorumluluğu iktidarın, karar vericilerin, operasyonu düzenleyicilerin omuzunda. Bu olay öyle kolay kapanmaz.

Cumhurbaşkanı öyle inanmıştı ki “başarı”ya, bir müjde açıklayacağını bile anons etti. Sonra? Davul zurna ile kurtarma operasyonunun sonucunu yaşıyoruz.

Gelinen noktada, hiç yapmayacağı bir şey yaptı ve iki bakanını bilgilendirmek için İyi Parti ve CHP’ye gönderdi.

Amaç eleştirilerin dozunu en asgari düzeye çekmek miydi?

Cumhurbaşkanının, arkasından siyasetin hiç bir jargonuna giymeyecek suçlaması kabul edilebilir bir şey değil, içine düşülen büyük açmazın da göstergesi..

AKP’nin açmazları her açıdan giderek büyüyor.

HDP’nin kapatılması da bunlar arasında...

1921’e mi yoksa 19 Mayıs 1919 öncesine mi dönmek istiyorlar..

 ilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 16 Şubat Salı, 2021 

 

Boş hayaller ülkesi, Türkiye kaf dağlarını çoktan aşırdı

 

 

Aslında dönmek istedikleri tam da 1921 yılı değil. Yani 1921 Anayasası derken, arzuladıkları aslında daha öncesi. En iyisi 19 Mayıs 1919 öncesine.

Kurtuluş Savaşı verilmeden önceki günlere.

1921 Anayasası bahane... ondan bir adım öncesi..

Cumhuriyet dönemini, Osmanlı ile AKP iktidarı arasına sıkışmış “Reklam arası” diye takdim edenler, Kurtuluş ve Kuruluş’u tarihimizden kesip çıkartarak iktidarlarını Osmanlı ile birleştiren bütünleştiren onlar.

Milli Mücadele’ye karşı faaliyetleriyle ünlü İskilipliyi yücelten onlar...

Atatürk’ü duydukları kin ortada... İki ayyaş, asla unutulacak bir nefret dili olmayacak.

Çanakkale zaferini huriler periler geldi kazandırdı, Atatürk değil, rezillikleri şehitlikleri gezenlere anlatanlar de rehberleri..

Keşke Yunanlılara karşı kaybetseydik, Yunan ve İngiliz himayesinde yaşasaydık” diyenler de, bunların etekleri altında yaşayanlar.

 

Büyük reddiye cephesi

 

Abdülhamit ile iktidarlarını özdeşleştirdiler, Kuruluş ile Kurtuluş ile Mustafa Kemal ve Cumhuriyet ile değil.

Yoksa fol yok yumurta yokken, her şeyi tek adama bağlayan emrine veren Anayasa henüz 3 yaşındayken...

Birden Yeni Anayasa diye ortaya çıkmalarının nedeni nedir?

Adını koydular bile: Yeniden Kuruluş Anayasası!

Bu isim bile, yukarıda saydığım Kurtuluş ve Kuruluş Cumhuriyetini reddetme açıklamalarını doğruluyor.

2023 Yeni Türkiye reklamı idi, Kurtuluş ve Cumhuriyet devletinin kuruluşunun 100.yılı değil.

 

Yeniden kuruluş hayal ötesi

 

Her şey Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte yeniden kurulacaktı.

Atatürk, Silah Arkadaşları ve kurdukları devlet, Cumhuriyet ve tüm devrimleri bu nedenle karalanıp durdu. Milli Mücadele’de Kurtuluş Savaşına karşı çıkan ne kadar Osmanlıcı, Halifeci, Arapçı, Hilafetçi İngiliz ve Yunan işbirlikçisi varsa, yani büyük reddiye cephesi, şimdi Türkiye Cumhuriyetinde yeniden iktidardalar.. Büyük bir birleşik cephe halinde.

Bunlardan, Ayasofya imamlığına atanan kişi, Anayasa’da laikliğin çıkartılmasını ve İslam devletinin kurulmasını açıklıyor.

Bir iktidar gazetecisi sırası mı bu tartışmayı açmanın diye veransın ediyor.

Ama aldığı tepkiler üzerine “siz haklısınız, ben hata yaptım” diyerek videosunu kaldırıyor.

Bu adamı konuşturan, şüphesiz ki Ankara iktidarı.

Bizim medyacının kafasında ışık geç yanıyor!

Yeniden Kuruluş Anayasası diyen bir cami imamı değil, iktidarın Meclis’teki imamı diyeceğim ama resmi adı Grup Başkan Vekili!

“Yeni Anayasa” talebi, ülkeye daha büyük bir tek adam vesayeti geçirme girişimidir.

Özgürlükçü, reformcu, demokratik gibi, bunların dilinde ne kadar yalan varsa hepsiyle soslanmış.

 

Gül kokar soy çeker

 

Pazar günü Özdemir İnce’nin Gül kokar, soy çeker yazısını okudunuz mu? İnce’nin yazısını bir dostum, işyerinde Türkmenistanlı çalışanına göndermiş.

Adam şu yorumu yapmış:

Her gün sürpizler ile doludur Türkmenistan. Arkadaşlar sabah uyanıyor, bir bakıyor ki, siyah arabaları çekilmiş ücretli bir otoparka, meğer siyah renk araçlar yasaklanmış. Bir gün uyanıyor ki halk, sigara satışı yasaklanmış. Ama demokraside çareler tükenmez, sabah 5’lerde bakkallarda oluşan kuyruklarda saatlerce beklenerek temin edilebiliyormuş meğer. Korona başlangıcında, Korona Türkmenistan'da yasak dendi, maskeler ile dolaşanlar ceza yiyordu, bir baktılar ki baş edemiyorlar, ölen ölene, bu sefer tam tersi, maskesiz dolaşmak yasak oldu, ama maske yok, kimi mendil, kimi eşarp bağlayıp dolaştı bir süre, sonrasında neyse ki maskeler girdi ülkeye. Devlet birimlerinde çalışanlar bir zamanlar Türkmenbaşı'nın yazdığı Ruhnama kitabını ezberliyor her sene sınava giriyordu... Türkiye de Maşallah git gide benzemeye başlıyor.”

 

Bir hayaldir sadece

 

Aslında İnce’nin endişesine katılmıyorum. Çünkü gönülde yatan ile olmayacak şeyler arasındaki fark dağlar gibidir. Ne “yeniden Kuruluş Anayasası” gibi amaçladıkları bir ucubeyi bu ülkede gerçekleştirebilirler, ne de Türkiye’yi başka bir şeye dönüştürebilirler.

Atı alan Üsküdarı geçti, deseler bile, Türkiye Kurtuluş ve Kuruluşla atı almadı, kaf dağlarını aşırdı. Bugüne damgasını vuran Kurtuluş ve Kuruluş’tur, Atatürk ve Cumhuriyettir.

Bunların hepsi geçecek, bu kadar derim.

19 Şubat 2021 Cuma

Bal tut parmağını yala öyküleri, büyük düşüşler

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 15 Şubat Pazartesi, 2021

 

2 milyarı aşan yeni bir yol ihalesini yine yandaş şirkete sözde pazarlık usulü ile havale ettikleri haberini okuyunca- işte yatırım diye niye haykırmıyor iktidarın medyatörleri, şaşırıyorum!

Pazarlık usulü güya acil durum ihalesi! İnsanlar yolsuzluktan ölsünler mi yani?! Bu ihale türü, karayollarından tutun belediyelerine ve tüm iktidar birimlerine kadar neredeyse bir kurala dönüştü.

İktidardan gittiklerinde “acil durum” neymiş araştırmasının peşlerine takılacağından bir endişeleri de yok. Pazarlık usulü, her zamanki gibi, masaya otur, al takke ver külah, senin payın şu kadar onun payı bu kadar, şuraya bu oraya şu, usulüne denk gelir. 

Parrrrrraaaa söz konusu olunca, akan sular duruyor, göz gözü görmüyor, soruşturmaya uğrayabilirmiş dosyalar, hiç birinin umurunda değil. Mesela Ankara’nın eski Belediye başkanının hali pür melalina bakın. Yolsuzlukları bir bir mahkemeye sevkedildikçe, etekleri tutuşuyor, kendisini oradan apar topar indiren -attıran iradenin gücü altına daha çok sığınıyor. Yar bana bir mahkemeden bir koruma, medet!

Stockholm Sendromu böyle bir şeydir.

 

Gelir artıyor yatırım düşüyor

 

Yoldan çıkmayalım, konumuz yatırımlar. Bu iktidarın yaptığı en başarılı iş vergi toplama (ekonomi battıkça milletin ümüğüne daha çok çökme, de diyebilirsiniz..)! Yola hamama saraya kervansaraya köprüye geçide ve dolayısıyla 5-6 şirkete akıtılan vergilerimizle yapılan yatırımlar neden kronik işsizlik meselemizi çözmüyor da, gelin bakın muazzam kazanç olanakları sunuyoruz sizlere, diye durmadan yabancı şirketlerin kapısını aşındırıyoruz?

Derken gözüm KRT ekranından (Bora Erdin ile Paradoks programı) fotoğrafladığım grafik acaba pek çok şeyi açıklıyor mu, diye buraya alıyorum.

 



 

Karar gazetesinde yazan ekonomist İbrahim Kahveci devlet yatırımlarının nasıl dibe vurduğunu açıklarken kullanmıştı. Burada nasıl görünür bilmiyorum, solda aşağı doğru inen çizgi devlet yatırımlarının devletin toplam gelirlerine oranını gösteriyor (sol alttan sağ üste doğru tırmanan eğri). En altta ise devlet gelirlerinin kutucuklar halinde yükselişi. Gelir muazzam artıyor, ama yükselen gelire göre yatırımlar ise muazzam düşüyor!

Muazzam bir devlet harcaması var, ama nereye?

 

Kayıp 4 yıl

 

Yine Kahveci’nin başka bir tablosu var. Başlık, Türkiye’nin kayıp 4 yılı. 20217’de kişi başına düşen milli gelir, 2027’de 10.696 $ iken, 2020’de 8.155 $’a nurlu ufuklar ve dünyanın en zengin yurttaşları arasına yükseliyoruz teraneleri arasında, düşüyor!

2004- 2007 arası ise 6,021’den 9735 $’a yükselmişti (Yani 2007’den daha diplere sürüklendik).

2017 /2020 kıyaslamasında neler var neler: çalışan sayısında 3 milyon düşüş! Elektrik tüketimi aynı.. Yatırım endeksinde düşüş..

Ve Cumhurbaşkanı 2019’da, “2023’de 500 milyar dolarlık ihracat” diyordu.

Bu ham hayal olunca, yerini yeni bir projeye Aya Seyahat’a  devretti.

Okurlar soruyor, Ay programı ülkemizin hangi temel meselesinin çözecek, diye. Hiç, bilim üniversitelerimizi, adeta ormana baltayla giriyor gibi yok etme muamelesi yapan bir iktidarın, Ay programı ile bilime bir sıçratma yapabileceğine inanmak, ancak iktidardan nimetlenenlerin işi olabilir.

 

Güven yerlerde


Peki iktidarın gelecek çok iyi gelecek masallarına inananlar kimler? Parası olanlar inanmıyor. Cumhurbaşkanı seçiminden itibaren de inançsızlık kur ile birlikte yükseliyor. İşte bize bir grafik daha: Milletin ekonomiye ve iktidara duyduğu büyük güvensizlik nedeniyle parasını nasıl korumaya aldığının resmidir: Alttaki eğri doların kurunun yükselişini, üstteki eğri de buna paralel mevduatlar içindeki Dolar payını gösteriyor. Sol sütun pay, sağ sütun ise dolar kuru. Bu grafik Mahfi Eğilmez’in 22 Aralık tarihli yazısından.


 

 

Yani parası, şirketi, yatırımı olanlar, iktidarın yoksullaştıran ekonomi politikaları karşısında kendilerini güvence altına almak için doları güvence olarak görüyorlar. Doğrusu bunların yüzde kaçı oylarını bu iktidara veriyor bilemem.

Parası, Doları, Avro’su olmayanların da yüzde kaçı oylarını iktidara veriyor, onu da bilemem.

İş ve para sahiplerinden bir kısmı, bu iktidardan kazandıklarını hemen dolara çeviriyor da olabilirler. “Kazanıyoruz, ama bunlara güven olmaz”, diyerek...