Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 24 Ocak Pazar, 2021
Öncelikle bugün Uğur Mumcu’yu ve diğer demokrasi, Cumhuriyet ve yurtseverlik şehitlerimizi analım. Bu ülkeye büyük değerler kattılar. Hepsi işlerini mükemmel yapan insanlardı. Bunu bir okurum gönderdiği mesajında anımsattı.
Durumu olabildiğince gerçekçi saptamak, yarına bakarak olabilecekleri öngörmek, bağnazlıktan uzak durarak bağımsız ve dik durmak, şüphesiz ki yurtseverlik, dayanışmacılık ve gerçekleri alabildiğine savunmak, 90’ların o karanlık dönemlerinde ve dahası sonrasında bir bir ardına yitirdiğimiz gazeteci, yazar ve aydınlarımızdan bizlere kalan en önemli mirastır. Bunlara sahip çıktığımız sürece hepsinin anısını yaşatmış olacağız, bayrağı da bizden sonrakilere böyle devredeceğiz.
Karanlık dönemler hiç bitmedi
2000’li yıllarda Hablemitoğlu öldürülmüş, Yarbay Ali Tatar utancından intihar ettirilmiş, onlarca insan, İstanbul halkının belediye seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğratarak kent dışına attığı Binali Yıldırım’ın bugün bile hiç sıkılmadan savunduğu kumpas davalarında hapishanelerde ölüme terkedilmiştir. İnsanların onurlarıyla beş yıl oynanmış, sonra ellerine üçer beşer yüz bin lira sıkıştırılarak pardon denmiştir.
Ülkemizde aydınlatılmamış siyasi cinayetler bir şekilde sürmektedir. Arkasında devlet güçlerinin olduğu tahmin edilen olayların kapağı açılamamaktadır. Tahir Elçi olayı bunlardan önde gelenidir.
Yaşanan pek çok kitlesel bomba katliamlarının, özellikle 2015 öncesi ve sonrasında, siyasi sorumlulukları sorgulanamamaktadır.
Siyasi iktidar (gazeteci kılıklı yardakçıları tarafından) neredeyse hemen her şey, 2014’ye kadar eller üzerinde tutulan, el ayak öpülen, göklere çıkartılan en önemli ve büyük ortak FETÖ’ye fatura edilerek olaylardan sıyrılmaya çalışılmaktadır. Oysa iktidar içinde ve eteklerinde, FETÖ’nün tüm sorumluluklarını paylaşanlar el bebek gül bebek siyasetin önemli figürleri olarak yaşamakta ve ülke hayatına damgasını vurmaktadır.
“Öfkeli tepkisel gençler”
Meslektaşım Orhan Uğurlu, Gelecek Partisi yöneticisi Selçuk Özdağ, programcı Afşin Hatipoğlu, peş peşe, kendilerine ülkücü denen kişilerin öldüresiye saldırılarına uğradı. Daha önce de benzer saldırılar yaşamıştık.
Bu saldırıların belirli siyasi merkezlerce özendirildiği açık.
Burada iktidara da bu saldırıların siyasi sorumluluğu ve faturası söz konusu. Saldıranlara adeta “öfkeli tepkisel gençler” gözüyle bakılıyor. Ama iktidar sahiplerinin kısa dönemde bu faturanın etkilerini düşündüklerini hiç sanmayın. Bu durum, AKP içinde ciddi siyasi farklılaşmalara neden olsa da, kimisi rahatsız görünse de, asla feda edemeyecekleri bir birleşik yapıyı sürdürmenin dayanılmaz zorunluluğu içindeler.
İktidar paylaşımı ve bedel ödemek böyle bir şeydir.
Uysak mı uymasak mı
Aynı farklılaşma, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymak mı uymamak mı konusunda da net görülüyor.
Yargı üzerinde egemenlik, Saray’ın asla ve hiç bir zaman vazgeçemeyeceği bir sürekli iktidar konusudur.
Bunu, İstanbul’daki başsavcının jet hızıyla Yargıtay’a, orada bir dosya bile açmadan ve koltuğuna oturmadan Anayasa Mahkemesi’ne aday olarak gönderilme olayında da net görüyoruz. Tüm atanma Saray’ca kotarılmıştır ve Anayasa Mahkemesi’ne atanarak süreç noktalanmıştır.
Kör parmağım gözüne dercesine bu kadar açık seçik oynanan bir oyun bile, ülkede siyasetin yargı üzerindeki güdümüne ve yargının da güdülünmeye çok çok açık yapısına net göndermeler yapmaktadır.
Adalette yargıda reform mu dediniz?
Göstermelik şeyler yaşarız, ama tayin edici belirleyici şeyler asla yaşamayız.
Gerçek kayınca ellerden
Aklıma yine 17 Ocakta yazdığım, “ABD’nin en güçlü yönü ne? Ya bizim yargı sistemiz?” başlıklı yazı geldi.
Eh beşinci sınıf “demokrasicilik ve adaletçilik oyunu”ndan daha fazla ne bekleyeceğiz ki?!
Yargısızlık ve adaletsizlik de karanlık dönemin sürdüğünü gösteren, aslında bugünün üst yapısallık özelliğidir. Ve en zor olan da bu yapıdan ülkenin kurtulmasıdır.
Ülkemizde uzun yıllardır gerçeğin egemenlik alanının kaymış olduğu zamanları yaşıyoruz.
Bakalım ne kadar sürecek. Uğur Mumcu’ların aydınlatma bayrağını devralan kaç nesil daha görecek bu ülke!