SAYFALAR

30 Mart 2020 Pazartesi

Bu grafikteki yükselişi kırmayı başarmalıyız!


29 Mart 2020 Pazar / Bilim ve Siyaset



20 Mart’tan itibaren Sağlık Bakanı resmi korona virüs vaka ve ölümlerini açıklamaya başladı. Yaz dünya açıklamadan önce yazıldığı için 27’sindeki son açıklamayı da içeren bu grafiği, istatistiğin ve bilimin de kullandığı yöntemle, iki mühendis dostum hazırladı.
Sol taraftaki sütun COVİT-19 saptanan hasta sayısını, sağ taraftaki sütun ise kaybettiğimiz insan sayısını, yatay çizgi 20 Marttan itibaren gün sayısını, üzerlerindeki üst kutu hasta, alt kutu ile kayıp sayısını gösteriyor. Ayrıca hasta ve kayıp arasındaki ilişkiyi de buradan okuyabiliyoruz.
Grafik eğrisinin tepeye gittiğine bakmayın, tablo 1 Nisan’ı da içeriyor. Farkındaysanız, henüz Mart 27’deyiz ve eğer hasta ve kayıp sayısı hızı ve ilişkisi böyle giderse, 1 Nisanda oluşabilecek muhtemel tablo ile karşı karşıya kalabiliriz.
Önceki gün Sağlık Bakanı Koca da hazırlanmış buna benzer bir tabloyu şöyle iki üç saniye gösterdi, sonra masaya bıraktı.
Ama 1 Nisan’da bu tablodaki öngörü büyük bir olasılıkla gerçeklemeyecek. Bunda, grafiğin kendi doğasından gelen olgu sayısı ile bazen uyumsuz ilişkisi de rol oynayabilir, saptanan olgu ile kayıp arasındaki eşgüdümsüzlükler de.
Tabii bunların dışında, 1 Nisan’da bu tablonun gösterdiği durumun gerçekleşmemesinde en önemli faktörün, olgu sayısında düşme, kayıp sayısında azalmanın olması, en sevindirici gelişme olur. Enfekte sayısı artar, ölüm sayısı azalır, veya enfekte sayısı da azalır. Bu arada artan test sayısının da grafikte görmediğimiz bir üçüncü faktör olduğunu burada belirtelim.
Bütün bu açıklamaları grafiğin nasıl okunması gerektiği konusunda ortaya çıkacak zorluklara ve sorulara karşı yapıyorum. Ne de olsa bir gazeteyiz.
Umalım ki, bu eğri dikine doğru gitmeyi sürdürmesin.. Bir kaç gün içinde başını sağa doğru eğsin.
Fakat Türkiye olgu saptamalarına çok geç başladı.

COVİT-19 20 Marttan önce
Biz sanıyoruz ki bakanlığın açıklama yapmaya başladığı 20 Marttan itibaren Türkiye’de COVİT-19 yaygınlaşmaya başladı.
Hayır! Yaygınlaşmıştı, her tarafı oldukça sarmıştı, ne yazık ki hiç bir test olmadığı ve açıklanmadığı için ne kadar yaygın olduğunu bilmemiz mümkün değil. Sıfır noktası 20 Mart, Bakanlığın, resmi açıklamaların, yoksa CDVİT-19’un başlangıç noktası değil.
Türkiye korona ile çoktan dans etmeye başlamıştı... Geç kalındı ve toplum korona ile başa bırakıldı.
20 Mart ve hemen sonrası günler, aynı zamanda, testlerin çok az olduğu günlerdi, bir politik tercih olarak sayıların yüksek görülmemesi için koronanın “baskılandığı” zamanlardı. Test zamanla arttı ve en son 7 binlere ulaştı. Hasta ve kayıp sayısı da artmaya başladı.
20 Marttan önce ki “kayıpların” ne kadar olduğu, ancak tüm hastanelerdeki kayıtların incelenmesi ile mümkün: “Zatürre”den.. Bu dönemde evlerinde de “zatürre”den ölümler de var tabii ki.
Demek istediğim şu: Türkiye koronayı kayıt almaya başladığı andan itibaren kaydettiği vaka yükselişinde sanırım Avrupa’da hızlı koşan ülkeler arasında.
Yani 1 Nisan’da hiç istemesem de, grafikteki eğrinin tam öyle olmasa da ona yakın bir durum sergileyecek endişesindeyim.
Zaten Bilim Kurulu, ellerindeki bilgiler ve verilere bakarak (biz hepsine vakıf değiliz) giderek önlem önerilerini arttırdı ve Saray da işin vahametini görerek toplumun hareket alanına sıkılaştırdı. Sanırım bizim millete bu yeterli olmayacak.
Sokağa çıkma yasağının bir öncesindeyiz.

MODERN CEHALETİN CENDERESİ
NOT: Virüsün 5 G’nin ürünü olduğuna ilişkin bir sapkın düşünce, dostum Bedri Baykam’ın da köşesinde yer aldı. Bir süredir komplo sürümü komplocuların yeni sarıldıkları bir kanat oldu. Baykam’ı tenzih ederim, ilginç görmüş yazmıştır (bence hata) ama amaç bilimi saf dışı bırakmak, bilim düşmanlığı, buna karşılık toplumu safsataların esiri haline getirmek. Zaten cehaletle boğuşan bir toplum, şimdi de bu MODERN VE OKUMUŞ – YALAMIŞ –neyse o- CEHALET’in pençesine alınmaya çalışılıyor.
Baykam’ın yazısında adını verdiği kişi, temeli 1920’lerde atılan bir “sağlık tarikatlarından” birinin sözcüsü ve uygulayıcı. Ne bilimsel bir araştırmacı ne de başka bir şey. Şirketi dükkanı var. Şu sırada kara kutunun (Pandora’nın mı deseydim?) içinden bunlar çıkmaya başladı. Elektro manyetik dalgaların sağlığa zararlarının araştıran da bilimin kendisi, bulgularını da açıklıyor. Ama bunların içinde virüsü keşfedenler, yalancıların şahı!


28 Mart 2020 Cumartesi

Daha ne bekliyorsunuz? COVİT - 19 Önlemler ve tırmanma

26 Mart 2020 Perşembe / Bilim ve Siyaset


Yöneticilerimiz kendilerini tam korumaya aldılar, yönettiklerine talimat veriyorlar şöyle yap böyle yap diye. Eşim yakındaki süper markete gitti, içeri giremedi, çünkü marketin içi dar ve kalabalık, tamam bizim insanlarımız “bir şey olmaz abi” diyebilir, ama marketçi uygulamayı yapacak. O satışına bakıyor!
Bakanlığın verdiği korona vakalarının 13 günlük grafiğine bakıyorum, tepeye doğru. Dallas’da sokağa çıkma yasağı başladı. Türkiye’den giden dostum, hava alanında uçakta öksüren öksürene diyor! Kendini, evinin zemin katında 21 günlük karantinaya aldı. Ailesiyle yakın ilişkiyi kesti. Ankara ne bekliyor yasak için diyor.
 Türkiye mesele İspanya Fransa İtalya’yı saran bir salgına hazır değil. O ülkeler de hazır değil, ama onlar gibi olmak zorunda değiliz. Hiç baş edemeyiz ve sağlık sistemi çöker. Böyle olağanüstü durumlarda şüphesiz tüm ülkelerin sağlık sistemi çok zorlanır. Ama virüs bulaşmasını, sahayı ne kadar sıkı kontrol ederseniz o kadar büyük çökmeyi önlersiniz. Bunu başaramıyoruz.
New York’a, salgında kullanılmak üzere için 1200 hasta yataklı koca bir gemiyi göndermişler. Çin Vuhan’da Ordu 10 günde 1000 yataklı bir hastane kurmuştu!
Bizim TSK’da Sahra hastaneleri konsepti vardı, şimdi herhalde yoktur, bilgisi de yoktur. Sağlık sistemini Ordunun darmadağın ettiler.
Mesela Saray, Milli Savunma Bakanı, Genel Kurmay başkanı arasında “gerekirse ülkenin çeşitli kentlerine 1000’er yataklı acil durum hastaneleri kurmak için kolları sıvayalım, planını projesini yapalım, malzemeleri hazır edelim, diye düşünen var mı?
Solunum cihazları sorunu
Önceki yazımda solunum cihazları - ventilatör konusunu gündeme getirmiştim. Hastanelerimizde 28 bin ventilatörün varlığı söz konusuydu, bu aynı zamanda yoğun bakım yatak sayısına az çok denk geliyor. Okurlardan uyarılar geldi.
Almanya’dan bir Türk doktor “bu sayı, koronalı hastalar için rezervde tutulan ek yatak ventilatör – yatak sayısını değil, halen kullanılmakta olanı anlatıyor. Salgın iyice yayıldığında da hastanenin normal acil durum hastaları olacak, kafası yarılmış trafik kazası geçirmiş... ve bunlar onlar için de kullanılacak. Türkiye'de tablo mesela İtalya’ya doğru evrilecek olursa yoğun bakım tedavisinin hangi hastaya uygulanacağına hekimlerin tek başlarına karar verebilmesi güç olacaktır. Böylesi bir yığılmada "Primus inter pares"in kimler olabileceğinin, hastane yönetimlerinin kimlerce baskı altına alınabileceğinin takdirini sizlere bırakıyorum.”
Yani aslında salgının büyümesi durumunda hastanelerimizde rezervde tutulan ventilatör de olmadığına göre, büyük bir yetersizlik söz konusu. Bir can pazarına dönüşebilir hastaneler.
Süper devlet olunca
ABD hastanelerinde 160 bin ventilatör olduğunu okuyorum. Nüfusu 300 milyonu aşıyor. Ayrıca salgınları kontrol ve önleme merkezlerinde ise rezervde tutulan 8900 ventilatörleri var. Türkiye’nin acil durumlarda ne gibi ve hangi önlemleri var? Hangi parası var, ayrıca!
Türkiye’den bir doktor da gerekirse anestezi cihazları aynı zamanda birer solunum cihazı oldukları için kullanılabilirler diyor. Bütün bunlar aslında ameliyatların tatil edilmesi anlamına da geleceği için, büyük bir salgında sorunu çözecek bir çare değil.
Bir paylaşımı okuyorum: “Bir solunum cihazı 4 hastaya kullandırılabilir.” Acaba? ARGE uzmanı, konu üzerinde çalışan dostuma sordum. Diyor ki: “Giden havayı nasıl eşit bölüştüreceksiniz? Ciğeri tıkalı olana hiç hava gitmeyecek, ciğeri açık olana şişirip patlatacak kadar gidecek... Mikroplu havayı geri toplama ortak olunca cross-contamination olacak, az hastayı da çok hasta yapacaksınız... İki hastayı yan yana yatırmanız gerekecek. Hatta 4 hasta olacaksa yonca yaprağı gibi. Hortum mesafesi performansı düşürecek...”
Batışı seyretmeyelim
Durum zor, sadece ciddi, kararlı, hemen yarını düşünen ve planlayan bir yönetime ihtiyacımız var.
Bugün ekonomi zarar görecek diye düşünür ve elinizi kolunuzu bağlarsanız, yarın zarar göreceğini düşündüğünüz ekonominin uzun süreli batışını seyredebilirsiniz.

26 Mart 2020 Perşembe

En kötü duruma hazırlıklı olacaksın; bir yaratık darmadağın etti ortalığı

24 Mart 2020 Salı / Bilim ve Siyaset

COVİT-19 da şaşkındır. Hiç “bizleri öldürmek” amacıyla yayılmadığı halde sonuca bakarak üzülmektedir. Tabii dünyadaki büyük paniği görebilseydi... “Akıllı” insan (artık ne kadar akıllıysak!) koruyucu önlemlerle, kendisini eninde sonunda kurtaracak. İnsanın yok olması COVİT’in işine hiç gelmez. Çünkü insan biyolojisi, hücresi, hızla çoğalması ve yayılması için müthiş elverişli bir ortam sunuyor. Herhalde başka hiç bir canlıda bu ortamı bulamazdı! Canlıların en önemli var olma özelliği “çoğalmak” ve böylece gelecek nesillerini hayatlarını “garantiye” almak ise, COVİT-19’in eline asla su dökemeyiz.
Türlü çeşit senaryo
Virüsün yayılması üzerine senaryolar birbirini kovalıyor.. Mesela “bütün insanlara bulaşak”, “insanlığın yüzde 40-70’ine mutlaka bulaşacak”, “bu virüs öyle özellikteki, yok olmayacak, tam bitti dediğimiz zaman aslında bitmediğini ve geri dönüşünü göreceğiz”..
İnsanların virüsle kardeşçe ve dostça birlikte yaşamayı öğreneceğini ileri sürenler de var. Buna ilişkin bir örnek olarak uçuklara yol açan herpes.. Asla yok olmuyor girdiği bedenden... Bazı koşullarda uçuk olarak buradayım diyor. Organizmanın bir parçasına dönüşmüş, söküp atamıyorsunuz genellikle.
COVİT- 19 mu vardı “eskiden”! Evrimin oyunlarından biri olarak doğdu!
Korona ailesinden bir “birey”, ama onlardan farklı, yaşlıların br kısmı, organizmalarının oldukça eskimişliğinden (*) dolayı COVİT-19 ile birlikte fazla yaşayamıyor. Bu durum virüs için de kötü! Ama virüs için ne gam! Daha dayanıklı gençler var, onları konak olarak kullanıp çoğalarak ve yayılarak, hem de gençleri en az öldürerek, insanlar arasında binlerce yüzbinlerce milyonlarca ve milyarlarca kez yayılabileceği muazzam bir nüfus var yerkürede!

Bir yaratık ortalığı dağıttı
COVİT- 19 kendi ailesinin özgün bir bireyi dedik. Milyarlarca virüs bize bir şey yapmazken, hatta onların pek çoğu ile (belki de) simbiyatik ilişkiler içinde yaşarken, bu yenisi ile uyum sağlayamadık.
On karşı alacağımız önlemler, özellikle ilaçlar ve aşılara karşı, bu virüsün de nitelik- biçim değiştirmesi beklenir. Tıpkı diğer “zararlı”ların davranışı gibi! Daha dirençli hale gelebiliyorlar.
COVİT-19’un ne yapacağını bilmiyoruz. Belki de “yaşarken” geçireceği evrim ve kazanacağı özellikler, işimize yarayacak, bilmiyoruz!!! Onu ehlileştirebilecek mişiz bedenimizde, bilmiyoruz. Belki de öyle olacak, böylece o da memnun biz de memnun olacağız!
Bakın ikide bir evrim diyorum.
Evrimsel biyoloji, (ya da canlıların evrimini evrimsel gelişmesini inceleyen bilim dalı) tüm yaşam bilimlerini destekleyen temel bir kavramdır. Onun ışığı olmdan biyolojide hiç ir şey anlamlı değildir.”  Prof. Mahmut Yanar, piyasada olan Herkese Bilim Teknoloji dergisindeki “Evrimin mantığını kavramadan korona salgınıyla baş edemeyiz” başlıklı yazısına bu alıntı ile başlıyor (HBT’yi kaçırmayın!)
Şunu görün: Milimetrenin binde 40’ı büyüklüğünde bir yaratık, tüm insanlığı, kurduğu sistemin bütününü darmadağın yapabilecek güçte ise, yhu bunu yaratan süreç ne merakının doğmayanların ülkesi, tatile çıkma potansiyeline sahiptir*

 (*) BAĞIŞIKLIK NEDEN ZAYIFLAR?
Bağışıklığın zayıf veya düşük olması deniyor. Bir de önemli farklı hastalıklara sahipleri özellikle vuruyor. Ben şu bağışıklığa taktım. Bağışıklık yani insanın savunma, kendini koruma mekanizmasının neden zayıf olduğu bir muamma, sadece teğet geçen, hepsini toplasak belki doğruya ancak yaklaşıldığı açıklamalar var. Bize önerilen “onu güçlendirin, bunları bunları yiyin”. Acaba?
Bağışıklık elemanlarımızın (bir sürüler ve hepsinin ayrı ayrı isimleri var!) biyolojik olarak sayıca azalması, zayıflaması, ilk zamanlardaki güçlü koruyucu niteliklerini adım adım yitirmesi, hatta bazılarının bozulması, artık eski yaşam keyiflerinin kalmamış olması burada temel rol oynuyor olmasın?
Mesela yaşlandıkça insanın denge durumu da bozuluyor.. Emre dostuma sormuştum, ayaklar ile beyindeki denge merkezi arasındaki sinyal- sinir iletişim  sistemi zayıflıyor demişti. Sayısal olarak düşünürsek, mesela 100 iletişim- bağlantısı varken bu sayı azalıyor..
Bağışıklık sisteminin de benzer durumu söz konusu.. Bence “denge” de bir temel “organ”ımız.. Bağışıklık sistemi de çok önemli bir başka “organ”ımız.
Lütfen bunları cahil birinin uydurmaları görün. Bu merak arkasından okumayı ve tartışmayı getirecektir.

24 Mart 2020 Salı

28 bin solunum cihazı, peki 100 bin hastamız olursa?!

23 Mart 2020 Pazartesi / Bilim ve Siyaset

Çin’in bir uçak dolusu tıbbi solunum cihazları, ilaçlar dahil geniş bir tıbbi ekipman ve sağlık personeli ve solunum cihazları ile birlikte Sırbistan’a çıkarma yaptığına ilişkin fotoğrafa ve habere bakıyorum. Şüphesiz ki Çin hepsini kendi üretiyor. Solunum cihazı, COVİT-19 salgınında hastaların nefes almasını sağladığı için, hastanelerde bulunması zorunlu 1 nolu cihaz. Virüs akciğerleri esir alıyor ve solunum yetmezliği ile hastalar nefes alamıyor boğulacak gibi oluyor. Bu cihaz nefes aldırıyor ve hayata tutunmalarını sağlıyor.
Peki bu cihaz ülkemizde üretiliyor mu? Yani bugüne kadar bir yerli üretim duymamıştık, hepsi ithaldi, fakat Bilkent Üniversitesi’nin teknoparkı Cyberpark’da BIOSYS Medikal Mühendislik şirketi, TÜBİTAK desteğiyle yerli üretime soyunmuş haberini okuyoruz. Şirket 2012’de kurulmuş, amacı da yerli tıbbi cihazlar araç gereçler üretmek. Çok iyi! Çeşitli tiplerde mekanik ventilatörler tasarlamışlar.

En basiti balon
Üretim kapasitesi nedir, ihtiyaca yetişir mi bilmiyorum, ama COVİT-19’un yarattığı ihtiyaç hızına yetişeceğini sanmıyorum. IHA’lar üreten Bayraktar şirketi acil ihtiyaç için 250 sipariş vermiş! Bir de bu cihaz normal zamanların hasta ve hastane ihtiyacını karşılamak için üretilmiş yüksek teknoloji ürünü. Şüphesiz bu özelliği çok iyi, ama içinde bulunduğumuz büyük salgında ihtiyaç çok artacak, buna uygun daha basit bir ventilatör tasarımı ve üretimi gündeme gelebilir mi bilmiyorum. En basitinin, ambulanslarda elle bastırılarak kullanılan balon olduğunu öğreniyorum. Şüphesiz ki otomatik olanı kaçınılmaz.
Ülkemiz hastanelerinde toplam 28 bin adet solunup cihazının bulunduğu belirtilmekte. Daha fazla ihtiyaç olduğunda?
Zor koşullar, toplumu yaratıcı kılar. Mesela haberlere bakıyorum, Almanya İtalya ABD İngiltere hükümetleri, yerli oto şirketlerinden solunum cihazları üretimine soyunmalarını istemiş! Çünkü çok ihtiyaç var! Tesla bile harekete geçtmiş Lüks oto şirketleri solunum cihazı üretimine soyundular! En azından bazı parçalarını! Volkswagen 3D (üç boyutlu) çizim ve yazıcılarını bu işe tahsis etmiş etmiş.

Oto şirketleri devrede
Neden oto şirketleri? Çünkü çok sayıda veiyi mühendis ve mühendislik altyapısına sahipler. Tıbbi cihazları çabuk üretebilirler. Oto şirketlerine tıbbi cihaz üretme işini ilk kez Çin başlattı. Dev oto şirketi BYD “günde 5 milyon koruyucu maske ve 300 bin şişe dezenfektan” üretiyor! İngiltere 6 şirkete solunum cihazları prototipleri ürettirdi, testleri yapılıyor. Alman şirketlerinin de Hitler zamanında savaş araç gereçleri tanklar toplar ürettiğini biliyoruz.
Büyük salgın veya benzer felaket zamanlarında, durum böyle..
Bu gidişle ülkemizde COVİT-19 salgınının 100 bin kişiden daha fazlasını etkileyeceğinin hesap edildiği ülkemizde, büyük ihtiyaç için yurtdışına, Çin’e mi başvurulacak? Bizim oto şirketlerinin böyle bir üretime hazır olduğunu sanmıyorum.. Peki, ne yapacağız?

Arge’ye ne gerek var, satın alırız!
Türkiye tıbbi malzemeler bakımından dışarıya büyük ölçüde bağımlı...
Düne kadar ana politika, Özal döneminde temeli atılan “veririz parayı satın alırız, ARGE’ye ne gerek var’ idi.
Son zamanlarda AKP iktidarı tıbbi konularda ihtiyacımız olan yerli malzemelerin üretimi için destek programları açıklıyor. Bu şüphesiz iyi bir şey. Savaş araç gereçleri geliştirilmesi için verilen büyük desteklerin, belki de bir kaç katının, biyomedikal üretimi için, somut hedefler konarak, harcanması kaçınılmaz. Özellikle tıbbi araç gereç, biyomedikal malzemeler. İlaç dahil.
İlaç şirketlerimiz var, pek çoğu satıldı, yönetimleri yabancılara geçti, şüphesiz bu şirketler üretim politikalarının kendi uluslararası vb- çıkarları doğrultusunda belirleyeceklerdir.
Ülkemizde mesela biyoeşdeğer kanser ilacı geliştiriliyor. Söz konusu bu ilaçlar son aşamalarında, klinik testleri yapılacak. Fakat duyuyorum ki, bu ilaca sahip bir şirket, geliştirilen ilacın yolunu kesmek için, devletin açtığı ihalede yüzde 60 fiyat kırma politikasına yönelmiş.
Zor bir süreçte Türkiye, biyomedikal alanında çok somut hedefler koyarak, kontrol ederek, önemli destek politikalarını sürdürmek zorundadır.
***
Evet sorumuza gelelim, ihtiyaçların büyük ölçüde artması durumunda, devlet solunum cihazları meselesini nasıl çözecek?

Fırsatı niye kaçırdık, umarım bu kötü tablo gerçekleşmez

22 Mart 2020 Pazar / Bilim ve Siyaset

Toplumda dışarı çıkma yasağı konsun mu konmasın mı tartışıldığına, ve hükümetin bu tür bir tedbiri ciddi olarak düşündüğüne, salgın ve ölümlerle ilgili gelişmeleri dikkatle izleyerek bir karar verme aşamasına doğru hızla gittiğine ilişkin işaretleri sezinlediğimize göre, matematik bize hızlı davranılmasının şart olduğunu gösteriyor..
Umarım olmaz, kötü tablo gerçekleşmez umarım, umarım ve umarım...
Ülke topu topu 10 gündür adım adım sıkılaştırılan ve genişletilen önlemler alıyor... evet topu topu 10 gündür.
Bu önlemleri başlangıç olarak biraz daha radikal, 1 ay önce almaya başlasaydık, bu fırtınayı en az hasarla atlatma olanağına sahiptik. Sanki bu fırsatı kaçırdık gibi.
 Ne zamanlar kaçırdık:
İlki, İran’da patladığında (ve İtalya’da). Bir kaç on kişide virüsün görülmesi ve bir kaç ölümle salgının İran’da işbaşı yapması, en büyük alarmdı! Bu şu demekti: İran’da binlerce kişiye bulaşmış durumda, salgın üstel artacak, ölümler de. Aynı şekilde İtalya’da da..
İran ile müthiş bir iletişim ağımız olduğunu sağır sultan biliyordu. Sınırlarımız açık, binlerce kişi gidiyor geliyor ve Türkiye’nin her yanına yayılıyordu. İtalya ile de... Türkiye’den Çin’e kaç uçak kalkıyor ve iniyordu? Çin’den, hadi Vuhan diyelim, son iki ayda kaç kişi geldi gitti?
Vuhan kaç aydır dünyanın gündeminde? Gözümüzün önünde Çin’in verdiği büyük savaşı seyretmiyor muyduk?
Bu aşamada iktidar veya SAĞLIK BAKANLIĞI, olayı yakından izleyen uzmanlarımızı toplayabilirdi ve BİLİM KURULU önlemleri bir bir ardına gelebilirdi.
O zaman, PROAKTİF denen, öngörülü, bu olayın bir iki ay sonrasını görebilen ve önlem alan bir siyaset işbaşında olurdu.
Üzerimize çığın düşeceğini söyleyen açıklayan insanlar vardı. Bir uzman kopacak olan ve koparak yuvarlanacak olan çığ durumunu görür, sezer.

Dedikodu boş laf ile zaman geçti
Biz medya olarak ise ne yaptık, ekranlar uzmanlara değil, ciddi bilim insanlarına değil, komplo teorileri üreten insanlara teslim edildi. Bu da olur o da; belki de hepsi doğrudur tepinmeleri ülkeyi esir aldı. Bu ekran bulamacı, eminim siyaseti de karar alma ve olan biteni anlama noktasında olumsuz etkiledi. Hareketsizliğe itti: Ulema diye topluma sunulanlar bile bu konuda anlaşamazken...
Bir komplocu kafa, ekranlardan “farklı düşüncelerin” tartışılmasına karşı çıkılmasını da eleştiriyor hâlâ... Tam bir liberal: Bırakın söylesinler uydursunlar, gerçekler saklansın, bilim dışlansın!

Önümdeki tablo umarım gerçekleşmez
Alanlarında uzman mühendis dostlarımın önüme koyduğu hesap tablosu, umarım olmaz ve gerçekleşmez dedirtti bana. Eğer bugün sokağa çıkma yasağı konsa, yaşadığımız 10 günlük salgın ve ölüm sayılarından yola çıkarak çizilen grafik oku, en az 14 gün boyunca yukarıya tırmanmayı sürdürecek. İtalya örneği!
Diyor ki: “Şu an sokağa çıkma yasağı başlasa ve Çin usulü milletin evlerinin kapılarına çiviler çakılsa bile 14 gün boyunca şu ana dek virüs kapmış am henüz virüs belirtisi geliştirmemiş taşıyıcılar tarafından enfekte edilenlerle (bulaştırılanlar ile), sayı büyüyecek, hem de aynı eğriyi takip ederek! Çünkü karantinadan kaçan ve parkta mangal yakan vurdumduymaz, henüz Homo sapienleşemeyen bir türüz. Basit bir excel tablosu ile yaptığım hesaba göre, bundan 14 gün sonra, (bir mucize olur ve eğer bulaşma eğrisi düz hale gelirse bile) hasta sayısı 160 bin, ölü sayısı 2100 olacak.” 
Şüphesiz her öngörü tam çıkmayabilir, başka etkenler veya görülemeyenler devreye girebilir, matematik model yanılır ve bayram ederiz! Ama yanılmazsa, virüsler bayram edecek!

Yazının amacı: Atik olun!
Bundan bir panik çıkarmak gerekmiyor. Zaten amaç da bu olamaz, zaten katlanarak açıklanan bulaşma sayıları bize bir şeyler söylüyor!
Bakanlık da giderek artan bir sıkılaşma peşinde koşuyor, olayı çok ciddiye alıyor, ama görünen köy de kılavuz istemiyor, gençler ve bazı aileler hala birbiriyle dışarıda buluşuyor. Anadolu’da mikrofon uzatılan insanımızın pek çoğunun verdiği yanıtları biliyoruz. İtalya’da bile bazı kentlerde askerler dolaşmaya başladı..
Bizde yüzde kaçımız virüs bize işlemez inancı ile yaşıyor?!    
Amaç şu, sokağa çıkma yasağı konacaksa hemen konsun.

22 Mart 2020 Pazar

Virüs’ten daha tehlikeli olan, kirli düşünce ve komplocu kafadır

19 Mart 2020 Perşembe / Bilim ve Siyaset

Tam da COV- 19 virüsünün dünyada görülmemiş bir hızla insanları esir aldığı bir dönemde, komplo şarlatanlığı yaparak bundan şan şöhret ve para kazanacağını düşünenler çevreye virüs gibi yayıldı. Türkiye’de ve dünyada bilim düşmanlığının, özellikle bilinmezliklerin yarattığı endişelerin arttığı ortamlarda bu endişeleri körükleyenler de tıpkı virüs gibi peydah olur, yayılır ve toplumu etkilerler..
Bunlardan en tehlikelilerden biri, içinde bilim düşmanlıkları, sahtekarlıklar, yanlışlıklar, manipülasyonlar ve başkalarının yazdıklarından çalıntılarla dolu yığma kitabı da piyasaya çıkmışken, parayı çok sevdiği için de büyük bir kazanç fırsatını yakaladığını düşündü.
Hele her yazdığına hiç bir soru sormadan “mümin gibi” inanan bir okur kitlesinin var olduğuna da inandığı için, atmasyonunu sürdürmekten geri kalmadı. Eleştirilerin hiç birine yanıt vermedi, çünkü yanıt vermeye kalksa, okuru doğru bilgiden haberi olacak ve inşa ettiği “inanç iktidarı” darbe yiyecekti. Bu açıdan bakıldığında bugünkü iktidardan ve benzeri inanç cemaatlerinden hiç bir farkı olmadığı net anlaşılacaktı.
Salgın patladığında virüsün, bilimcilerin, Amerikalıların vb laboratuvarda üretip dünyaya saldığını duyurdu. Ama bu “büyük buluşu”nun bir kaynağı yoktu, beyninin komplocu kıvrımlarında üretilmişti. Aynı zamanda dünyanın 15 yıl kadar önce yaşadığı SARS virüsü salgını için de SARS’ın insan yapımı olduğu konusunda süphe yok” diye yazmıştı. Kimin şüphesi yoktu? Tabii ki kendisinin! Ortalığı ne kadar kirletirse, kitabının da o kadar itibar kazanacağını düşünüyordu.

“Kirli bilgi” çöpe
Son bir yazısında bana ve “çeviri” diye alçakça saldırdığı Herkese Bilim Teknoloji’nin 204.cü sayısında Prof. Dr. Haluk Ertan, hem COV- 19 hem de SARS iddiası üzerine bir araştırma makalesi yayımladı. Orada açık ve net bu kirli bilginin peşine düşüyor ve virüste insan yapımı hiç bir izin bulunmadığını ve tamamen doğal bir virüs olduğunu açıklıyordu. Biz bu yazıyı dergi sayfalarından çıkartıp doğru bilgiye ulaşılması için herkesin erişimine açmıştık: (www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/toplum/sinir-tanimayan-komplo-virusleri)
Ertan orada sonuç olarak şöyle diyordu:
SARS-CoV üzerine çalışan uzmanların saygın bilimsel dergilerde yayımladığı makalelerde virüs komplocularını haklı çıkaracak hiçbir bilgi yoktur. Bir kirliliği yayan kişinin adını da vererek, Ne yazık ki bu tip insanlar, öğrenme tembelliğinin yol açtığı cehaletle beslenip, halkın daha kolay tüketilen şaşırtıcı iddialara olan merakından menfaat sağlamaktadır. Gerçek virüsler mi, yoksa komplocular mı: İnsanlık için hangisi daha zararlı, zamanla görülecektir…
“Manipülasyon yok”
Derken dün de dünyanın en saygın bilim dergisi (diğeri Science) Nature’ın çıkardığı Nature Medicine’de yayınlanan bir araştırma, bu komplocu düşünceye de son noktayı koydu, şimdiki virüsün de laboratuvarda üretildiğine veya manipüle edildiğine ilişkin hiç bir göstergenin olmadığını duyurdu. (www.nature.com/articles/s41591-020-0820-9?utm_source=twt_nnc&utm_medium=social&utm_campaign=naturenews&sf231596998=1)
Sonuçta diyor ki araştırma: SARS-CoV-2, insanları enfekte ettiği bilinen yedinci koronavirüstür; SARU-CoV, MERS-CoV ve SARS-CoV-2 ciddi hastalığa neden olurken, HKU1, NL63, OC43 ve 229E hafif semptomlarla ilişkilidir. rada SARS-CoV-2'nin kökeni hakkında genomik verileri karşılaştırdık. Analizlerimiz açıkça gösteriyor ki SARS-CoV-2 bir laboratuvar yapısı veya amaca yönelik olarak manipüle edilmiş bir virüs değil..”
Bilim somut verilere dayanır, buna inanmayabilirsiniz, ama o zaman da kalkar araştırır ve gösterirsiniz ki, hayır öyle değil, Lab’da üretildi bu adamlar yalan söylüyor... Bunu diyemiyorsanız, poponuzdan da üfüremezsiniz.

En hakiki mürşit ilimdir, fendir
Düşündük, neden bir popüler bilim dergisini kötülüyor diye. Çünkü bizler evrensel bilimin temsilcileriyiz. Ülkemizde bilimsel düşüncenin araştırmaların geliştirilmesine, bilim ve teknoloji üreten ülke olmaya gönül vermişiz. Bilim tektir, evrenseldir, ister kutupta ister Ekvator’da nerede üretiliyorsa insanlığın malıdır, alırız kullanırız, haberdar ederiz, teşvik ederiz.
Ülkemizde böyle bir derginin yayınlanıyor olması, ortalığı kirleten sahte bilgi ve kanaatlerin yayılmasının da önünde bir duvardır. Bu kirli kafa, 35 yıldır bu yayıncılığın, haberciliğin ve yazarlığın temsilcilerinden olan beni de hedefe almaktan utanmadı.
Bizlere, 30–40 yıldır, Atatürk’ün en hakiki mürşit bilimdir fendir çağdaş öngörüsüne ve özdeyişine göre çalışanlara, üretenlere saldırıyor, dolayısıyla Atatürk’e de, ülkemizin bilimselleşmesi ve halkımızın bilimsel düşünmesine yönelik gayretlerine de.
Çünkü bu kafa, bilimi, ürettiği komplocu yazılarının yayılmasında, kafaları esir almasında engel olarak görür. Bu nedenle de saldırır, gözden düşürmeye, tabi komplolarla para kazanmasının yollarının da tıkanmasını da engellemeye çalışır...
Bize kara kutuyu açtırdı, bakalım içinden bu adamın yüzüne neler fışkıracak.

Virüs Allahın Evine uğramaz davranışı ve arkaik nehrin akışı

17 Mart 2020 Salı / Bilim ve Siyaset

Türkiye’de cahil önemli bir kesim, virüsle iç içe yaşamaya hazır. Orta hallinin altında, asgari ücretli, yoksul sıradan insanlarla yapılan sokak röportajlarına bakıyorum, böyle bir toplum yapısıyla herhangi bir ciddi bir konunun üstünden gelmek için, gönüllülük esasına ve toplumsal dayanışmaya ve ortak yarara dayalı ortak bir toplumsal mücadelenin çok zor olduğunu görüyorum.
Ancak, zora yasaklara dayanan, gerektiğinde askeri disiplinle uygulanacak bir toplumsal davranışa zorlamakla Türkiye’de bulaşmanın yaygınlaşmasının önüne geçebiliriz kanaati kesinlik kazanıyor. Bu da, kişinin ve başkalarının yaşam özgürlüğünün, ancak geçici yasaklarla sağlanabileceği ortaya çıkıyor.

Virüs ve Allahın Evi Camiler
Sosyal medyada bir soru sordum: “Allahın evi camilerde virüsün ne işi var... Virüs Allahtan, zaten hepimiz ölecek değil miyiz..” vb biçimindeki davranış tipinin önemli ölçüde yaygın olduğu görülüyor. Böyle düşünen ve davrananların oranı nedir, bilmiyoruz, bir ciddi anket bilgili önümüzde yok. Soru şuydu: Kaç nesil geçmesi gerekir mi bu düşünce toplumumuzda en aza insin?
Yanıtların çoğu umutsuz vaka biçimindeydi. Tabii, yönteme ve iktidara bağlı diyen de vardı, 2 kuşak, üç kuşak, bin kuşak diyen de.. Dinin inanışların varlığıyla soruyu yanıtlayanların sayısı da epeydi.
Şüphesiz ülkemizde bilimsel konularda aydınlanmış toplum yaratılamadı. Fakat mesela İtalya, Fransa, İspanya? Hepsi virüsün patladığı Akdeniz ülkesi, bu Akdeniz türü davranış modeli mi? İtalya’yı yakından izliyorum, çünkü kızım orada... Diyor ki, ilk başta hiç önemsenmedi, mesela okullar tatil edildi, ama herkes alıştığı gibi yaşamasını sürdürdü. Dolayısıyla, sıfır önlem olunca bulaşma çok hızlı arttı. Bugün bazı İtalyan kasabalarında ölüleri koyacak yer yok. Oralarda sağlık sistemi çöktü, ölümler gençleri bile sarıyor.

Davranış değiştirmek en zoru
Dünyanın en zor işi insanların alışılmış davranışlarını değiştirmektir. Hele böyle bir salgın karşısında, bambaşka bir davranışa sözlü çağrı yaparak sonuç almak büyük ölçüde olanaksız. Bunun örneğini, gerçi farklı konu ama mesela sigara içiminde görüyoruz. Büyük bir insan grubunda sigara içimini bırakmak, ancak kanser veya ciddi bir hastalığa yakalanma ile mümkün olabiliyor.
İtalya’da karantinaya uymayan insanlar var. Yardım için giden Çinli uzmanların gözlemleri de böyle. Nedenini bilmiyoruz, ama başta bahsettiğim “Allahın Evine virüs mü girer” anlayışına benzer onların da bir sürü inanışı veya nedeni vardır.
Yani İtalyan veya İspanyol, hepimizin ortak bağları var. Daha az daha çok. Bu ülkelerde “tehlikenin farkında” yeterince olmayan toplumun ortalamasını temsil eden siyasal yönetimlerin geç hareketi ve kararları da bunun bir parçası.

Evet kaç nesil?
Bakın 2. Dünya Savaşı öncesi ve hemen sonrası kuşağın önemli bir bölümü iş başında henüz. Anneanneler, babaanneler, dedeler... Geçmişin, ne kadar arkaik inanış ve “bilgisi” varsa, dünden yarına, geçmişten geleceğe akan “kadim nehri” içinde toplum ve dünya da akıp gidiyor.
Dünyada ve ülkelerde, toplumlarda geçmişten radikal sürecek bir kopuş, ancak kaç kuşak gerekir sorusuna bir açıklık getirebilir. İnternet dünyası, bilgi toplumu, vb..
Yeni kuşakların geçmişle mi yoksa gelecekle mi bağları daha güçlü olacak sorusu bir yanıt mıdır, bilmiyorum.

Virüsü öldürmenin tek yolu
Belirsizlikler çağındayız, virüs üzerine bilgilerimiz ve davranış modellerimiz de. COVİT-2019 virüsünün bulaşma, yaygınlaşma hızı, bizim yerleşik davranışlarımızla çatıştı ve bizi yere serdi. Şimdi bunu hızla değiştirme zamanı.
Tek gerçek, izolasyon. Virüsün bulaşma zinciri, ancak izolasyonla kırılabilir ve virüs öldürülebilir. İtalya 3 Nisan’a kadar karantinayı sürdürecek. Evet 3 Nisan İtalyanlar için virüs açısından bir hızla düşüş, dönüş tarihi olabilir. Duruma bakacaklar ve yeni kararlarını açıklayacaklar.
İtalya’da virüsün yayılma olanağı kesilir ve virüs öldürülebilir. Evet bu mümkün, ama ancak sert önlemler ve kesin kurallara uyulması halinde.
Biz arkadan gidiyoruz. Adam umreden dönüyor, ziyafet veriyor, herkesi davet ediyor, millet koşuyor, kucaklaşmalar gırla. Umre ziyareti kişinin çevresinde toplumsal itibarını, unvanını, saygınlığını bir üst basamağa tırmandırmak için de.
Şimdi soru, bu itibarı gerçekleştirmek mi önemli, virüsün bulaşması mı?

17 Mart 2020 Salı

Ülkemizde salgın ortamı hâlâ çok büyük: COV-19; Bilim Günlüğü

16 Mart 2020 Pazartesi / Bilim ve Siyaset

Ülkemizde salgın ortamı sürüyor. Sosyal izolasyon varla yok arasında. Cafeler lokantalar toplu ulaşım araçları gençler herkes birbiriyle soluk soluğu kucak kucağa... Aşağıda ilginç ve önemli gördüğüm virüsle ilgili noktalar var. Öncelikle şunu belirteyim, griple kıyaslanamayacak ölçüde hızda bulaşıyor. Belki 4 katı!
* COV-19’dan kurtuldunuz, ama acele etmeyin, Çin’de yapılan araştırmaya göre, hastalığın belirtilerinin giderilmesinden sonra virüs en az iki hafta vücutta kalabilir. İyileşen hastalar evlerinde 13 gün karantinada tutuldu. Ama bu devreden sonra bulaşıcı niteliği çok azalmış, ama bazı hastalar virüsü düşük düzeyde de olsa yayabilir.
* Kedi- Köpek ve COV-19: Bazı ekran soytarıları köpeğiniz varsa virüse karşı bağışıklık kazanırsınız, gibi topluma sahte bilgiler yaysa da, durum şu: Bir Pomeranian cinsi köpekte burun ve ağzında, hassas testlerde virüs için “zayıf pozitif” saptandı. Uzman virologlar: Muhtemelen insandan hayvana bulaşma vakası olacak” diye yazdı. Hayvan sağlığını korumak için… enfekte kişileri olan hanelerden köpekler ve kediler de dahil olmak üzere memeli evcil hayvanların karantina altına alınması gerektiğini şiddetle tavsiye ediyoruz.” Diyorlar.
Virüsün henüz insandan diğer memelilere yayıldığını ilişkin bulgu yok: Köpekleri kedileri ne kadar hasta eder bilmiyoruz, memeliler birbirine benzer, ama virüs onların akciğerlerinde de çoğalır mı bilmiyoruz. CoV-19 ile enfekte olan insanlar evcil hayvanlarıyla teması sınırlamalı. Yüzünüzde yalamalarına izin vermeyin. Eğer evcil hayvanlar enfekte olabilirse rezervuar görevi görebilirler, ama bilinmiyor: Ailenizin hazırlık planına evcil hayvanları dahil edin.
* Virüs yoksulları daha çok vuracak. Evde çalışma ve kendini kalabalıklardan tecrit etme durumu olmayan, her gün kalabalıklarla işe gidip gelme zorunda olanlar en çok tehlike altında. Toplu taşıt araçlarını her gün dezenfekte edebilirsiniz, güzel, fakat bir kalabalık araçta bir kişi hasta ise çevresindekilere bulaştırma riski çok fazla.
* Gençler virüs kapmaya çok açık: Tüm kafeler dolu ve herkes burun buruna sohbette, kucaklaşıyor öpüşüyor. En azından Kadıköyde yol boyunca gözlemim bu. Birçok işyeri ve şehir merkezi virüsün yayılmasını yavaşlatmak için insanları geçici olarak birbirinden ayırarak “sosyal uzaklaşma” önlemleri alıyor
* Esnaf lokantaları: Özellikle öğle yemeklerinde esnaf lokantalarında herkes burun buruna. Tabak bıçak, kaşık garsonlar, para alış verişleri... Salgın için günlük yaşam ortamı çok uygun. Mesela ABD’de 14.4 milyon işçinin enfeksiyonun daha sık görülebileceği işlerde istihdam edildiği hesaplanmış. Peki bizde çalışan nüfusun ne kadarı salgına en çok açık kesim? Düşük gelirli, iyi beslenemeyen işçiler ve aileleri için risk yüksek. Ya evsiz barksızlar?
* Virüs muhtemelen bir laboratuvarda üretildi palavrası hala sürüyor: Virüsün insan yapımı olduğunu gösteren hiçbir kanıt yok. Bu, son yıllarda salgınları tetikleyen diğer iki koronavirusa benziyor, SARS-CoV ve MERS-CoV ve her üç virüs de yarasa kaynaklı. Yni COV-19’un özellikleri, hayvanlardan insanlara atlayan doğal oluşan diğer  koronavirüsler hakkında bildiklerimizle örtüşüyor
* Peki çocuklar? Shenzhen'deki 1.500'den fazla kişi üzerine veriler analiz edildi; virüse maruz kalan çocuklar yetişkinler kadar enfekte olasılığı yüksek. Yine de, çocuklar enfekte olduklarında, şiddetli hastalık geliştirme olasılıkları daha az. Ayrıca ölüm de yok.
* Virüs bulaşmış biriyle aynı evde yaşayan insanların, ev dıyı ortamlarda virüs kapmış bir kişiyle temas edenlerden altı kat daha fazla enfekte olma olasılığı var. Evlerde dikkat!
* Sağlıkçılar tehlike altında: Salgının başladığı Çin'de, 3.000'den fazla sağlık çalışanı Şubat ayı sonuna kadar virüs kapmış. İtalya’da da..