23 Ocak 2020 Perşembe / Bilim ve
Siyaset - Orhan Bursalı
Ve 13
dönümlük Kanal arsasının değeri
Çok fazla önemsemezdi halkımızın
bütünü, yoksul- zengin ayrımının ülke için ne kadar önemli olduğunu. Yazılıp
çizilirdi bu olgu, ama hep köşe yazılarının, araştırma raporlarının, ekonomist
uyarılarının bir köşesinde saklı kalır, fazla gün ışığına, sahnelere
çıkartılması sevilmezdi..
Fakat Kadir Has Üniversitesi’nde
Prof. Mustafa Aydın liderliğinde her
yıl yapılan Türkiye Eğilimleri araştırmasında bir soruya verilen yanıt, yeni bir
toplumsal kırılmanın üç yıldır tırmandığı ve artık farkındalık açısından yeni bir
düzeye çıktığı net olarak ortaya çıktı.
Halk artık yeni bir kutuplaşmayı
yıldan yıl hızla görüyor: Zengin- Fakir.
2017’de yüzde 9,5... 2018’de 13,7
ve 2019’de 20,5
Krizin
ağırlığı
Bu aslında yeni bir durum değil.
Yıllardır var olan, azalmayan, giderek büyüyen bir kutuplaşma.
Sormamız gereken, neden son üç yıl
içinde katlanarak halkın gündemine geldiği.
Nedeni açık aslında, ekonomik
krizin giderek ağırlaşması.
DİSK araştırması, Türkiye’de 16
milyon kişinin yoksul ve 18 milyon kişinin de yoksulluk riski ile karşı karşıya
olduğunu duyuruyordu (2019). Gelir eşitsizliği 8,7 katı buldu.
TÜİK ise yoksul sayısını 11 milyon
olarak açıklıyor! diyor ki, en yüksek
gelir grubu toplam gelirin yüzde 47.6’sını, en düşük gelir grubu ise 6,1’ini
alıyor. 2017- 1018 arası 1 milyon 24 bin kişi yoksulluk sınırı altında yaşamaya
geçti (16 milyon 888 bin). Ayrıntıları var, millet neleri karşılayamıyor vb...
33 OECD ülkesi arasında gelir
dağılımı eşitsizliğinde 32.ülkeyiz. 2018’de içinde zengini daha zengin yoksulu
daha yoksul oldu. Tabii bu süreç 2019’da da sürüp gidiyor. Daha daha daha...
Cicim
zamanları bitince
Peki farkındalık son üç yılda
neden katlanarak arttı?
Bir sürü neden sayabiliriz, ama
esas şunu belirtelim: 3 yıl önceye kadar insanlar bankalardan bol bol
borçlanabiliyorlardı. Bankalar peşlerinde koşuyordu. Tüketici kredileri,
ceplerdeki 3-5 kredi kartı ile döndürülüyordu, borç içinde yaşam tatlıydı ve insanlar
borcu çevirebildikleri ölçüde kendilerini zengin hissediyorlardı. Sonra evler
çöktü, yani binlerce ev bankalara geri verildi veya ödenemedi, bankalar araba
zengini oldu. AVM’ler vitrin seyretme alanlarına dönüştü orta altı gelirliler
için.
Üstüne bir de düşük zam oranları
geldi, veya sürekli zamsız maaşlara talim başladı. Maaş artışı, neredeyse
asgari ücret artışına bağlandı.
Ama bir kısım harcamalarını
kısmadan sürdürüyordu, ki piyasayı canlı tutan bu kesim oldu. 2018 – 2019 arasında ekonomik olarak daha
kötü durumdayım diyenleri oranı yüzde 11’e yaklaştı (Türkiye eğilimleri
araştırması). Ekonomik krizden hiç etkilenmedim diyenlere bakıyoruz, 2017 –
2019 arası: yüzde 25,6; 21,9 ve geçen
yıl yüzde 19,4.. Düşüş sürüyor.
Fakat etkilenmeyenlere ilave edilecekler
arsında tabii başta ülkeyi yöneten sistem var. Cumhurbaşkanı hükümet sistemi..
Uçaklar, arabalar.. Meclis maaşları gırla..
Bütçe ellerinde istedikleri gibi
paylaşıp bölüşüyorlar.
Çalışanlar
asla affedilmez
Yazıyı bitirirken gözümün önünden akan
habere bakıyorum: Vergi gelirlerinin yüzde 80’ini çalışanlar sağlıyor.
Kapitalistlerin, sistemin iktidarı
ise 2002’den beri şirketlere 8 kez vergi affı çıkarmış.
Bir vergi affı da bize çıkarsa
demeyin.
Sistem çalışanları asla affetmeme
üzerine kurulu..
Onlar asla Kanal etrafında,
Trakya’da arsa alamazlar.
Bu arada, Trakya’da
emlakçılık yapan anlatıyor DW’ye: 5 yıl önce metrekaresi 80 TL olan arsa bugün
800- 1000 TL’ye el değiştiriyor. Yakında 600 dolara varır...
Varın siz,
dün değeri kaça çıkmıştır diye sorduğum 13 dönüm arsanın yarattığı büyük
kazancı hesap edin..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder