Cumhuriyet 2 Aralık Pazar, 2018, Bilim ve Siyase
Çağdaş yaşamı
Destekleme Derneği Trabzon Şubesinin düzenlediği kitap fuarına konuk olarak
katıldım. Nilgün Hanımın önerdiği “Cumhuriyetin 100.yılına beş kala, Cumhuriyet,
bilimsel akıl ve demokrasi” konusunu, sıcak bir sohbet tortamında konuştuk,
tartıştık...
Ama önce kent.
Güzel Uzun Sokak’ta yürüdük; nehirlerin sellerin derin
vadiye dönüştürdüğü bölgenin üzerindeki köprüden geçtik. 50 metre kadar aşağıda
akması gereken iki ırmağın üzeri betonla kapatılmış yazık olmuş, akan su kadar
güzel bir şey var mı! Vadinin güzelliği baltalanmış! Doğayı neden sevmez
insanlar! Oysa Trabzon’u Trabzon yapan, sahiliyle bütünleşen ve dağlara doğru
yükselen güzel doğası.
Kente ve bölgeye hakim bir yerde bulunan Ayasofya Camisi-
Müzesi’nden denize doğru baktığınızda, kentin zaten en büyük güzelliğinin
otoyola kurban edilip yok edildiğini görüyorsunuz. Bir yarım ay gibi Trabzon’un
içine giren canım kumlu sahil doldurularak bitirilmiş. Öyle ki geçmişin büyük
plajı ortadan kaldırılmış. Bir “yaşam kültürü” bitirilmiş. Trabzonlular da bunu
bir sorun yapmamışlar ve kabul etmişler. Derin vadideki ırmakları betonlaştıran
düşünce ile plajı yok eden düşünce aynı.
Ata'nın mirasını millete devrettiğini yazdığı oda
Atatürk Köşkü’nde
Atatürk Köşkü’nde
4-5 yıl önce gezdiğim Atatürk Köşkü bir süre kapatılmıştı
yenileniyordu, görmek istedim. Kıvrıla kıvrıla tepeliğe çıktık. Çok güzel bir
yer. Bir kalabalık yoktu ama gençler, kadınlar gruplar halinde gelip
gidiyorlardı. Tarihe tanıklık etmiş Köşk’te nefes alıp vermek huzur veriyor.
Adana’dan gelen, başı yerel örtülmüş bir kadının yanaklarından yuvarlanan
gözyaşları için, bana eşlik eden Mustafa Karabela’ya, çok duygulandım diyecekti.
Atatürk’ün tüm malını mülkünü Milletine armağan ettiği ünlü
vasiyetini yazdığı oda zemin katta, şu sözleri okuyoruz:
“Hayatımın
hatırlayabildiğim en mutlu dakikalarını .yaşıyorum. Yıllarca önce düşündüğüm bu
işi Trabzon’da tamamlamak mukaddermiş. Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları
milletime vermekle ferahlık duyuyorum. İnsanın serveti, kendi manevi
kişiliğinde olmalıdır. Ben büyük milletime daha neler vermek istiyorum” (11
haziran 1937)
Uzun Çarşı’ya, veya yerel deyimle Uzun Sokak’a geri döndük.
Bizi tanıyıp davet eden Sezer Kuyumculuk’da Serdar Beye misafir olduk. Sonra
hemen Özkan Sey tarafından karşı çaprazındaki pastahane- tatlıcıya sürüklendik
ve nefis laz böreği tatlısını denedik.
“İlk kez mi geliyorsun?”, yürürken “sen yorumcu değil misin”
diye tanıyanların sorduğu soruya, yahu ben buraların çocuğum,
Derepazarı’ndanım”, yani “buralardanım” yanıtına sığındım. Ha Derepazarı ha
Trabzon! Hemşerilik sıcaklık yaratıyor!
Kültürel yoksulluk
Avukat ailesi Çıray’larla (Hüseyin, Arda, Abdülkadir beyler)
tanışıp Cumok’larla sohbet keyifliydi. Anlatıyorlar eski Trabzon’u, kültürel
zenginliği, sineması ile tiyatrosuyla.. Eczacı Necdet beyin kitap fuarna
katkısını da unutmayalım.
O zenginlik yok diyorlar. Hemen çoğu kültürel bakımdan
zengin Anadolu kentinde olduğu gibi, Trabzon’a kültürel ruh verenlerin ve
kentlilerin göçmesiyle, ilçelerden ve köylerden kente akınının bir sonucu. Bu
aynı zamanda muhafazakarlığın da kente göçü anlamına geliyor ve denge
muhafazakarlık lehine bozuluyor, egemen yaşam oluyor.
Devlet Tiyatrosu’na yeterli deneğin verilmediği konuşuluyor.
“Bizden olmayan bir kültürü- sanat faaliyetini adım adım öldürmenin” en önemli
yolu mu?
Fakat bir başka sivil tiyatro girişimini Serdar bey haber
veriyor. Büyükşehir Tiyatro Derneği’nin girişimiyle “Adile Naşit Sahnesi” açılmış ve oyunlarına başlamış. 300 kişilik
salonları var.. Ve doluyor salon! O akşam oyun vardı ama döneceğim için
gidemedim. Hayri hayırlısı!
Şener Eyüpoğlu’ndan uydurduğu “Laz
Fıkraları” dinliyorum kaldığım otelin kahvaltı salonunda, Laz fıkralarının
çoğunu Lazların ürettiğini düşünüyorum artık
Oy Trabzon...
Merhaba Orhan abi,
YanıtlaSilyazınızı az önce okudum...
Kendimi bildim bileli özellikle kırsalda yaşayanların nerdeyse tamamı eve ekmeğini gurbetlerde çalışarak hep getirmiştir. (çimento fabrikaları ve demirçelik…) Avrupa yolu açılınca gidebilen herkes Avrupa'ya gitmiştir. Bizim Kasaba ve köylerin nerdeyse tamamı 'Almancı' tabiri kullandığımız emekçiler tarafından kalkındırılmıştır. Köyümüze bir çizik patika gibi yol yapılmıştı fakat 6 ay kapalıydı ve Kasabaya gidecek henüz araba yoktu. İlk minibüsü dayım Avusturya'dan köy adına getirmişti. Köy ve Kasaba bakkalları bu Almancılar sayesinde çalışıyor ve ailesinde Almancı olanlara da özel servis hizmeti veriliyordu. O yıllarda ya 6 aylık ya da yıllık olarak alınırdı ihtiyaçlar ve parası yaz gelince ödenirdi. ( Almancılar yazları izine gelirdi) Fakat aynı esnaf asla ve asla Almancısı olmayana veresiye vermez ya da bir aylığına verir alamazsa evine gider ve tahsil etmeye çalışır ve kimse de bu kişilere mal vermezdi. Maddi durumu olmayıp Çocukları evlenecek olanların gideceği kapı da Almancıların kapısıydı. Aynı şekilde esnaf...Bir esnafın arkasında bir Almancı yoksa işler pek yürümezdi...
Şimdilerde ise aynı köylerin gençleri 25 yıldır Rusya ve diğer Asya ülkelerinde inşaat sektöründe çalışarak evlerine ekmek getiriyorlar...
Yani 1950 den beridir değişen bir şey yok...
Çünkü kazanılan onlarca para betona yatırılıyor....
Herkes ev yapmanın peşinde..
Fakat betonun yenmediğini ve yenmeyeceğini hala anlayamamışlar...
Trabzon'da çalışacak tek bir fabrika yokken ve herkes ekmeğini çok uzaklardan kazanıp getirirken AKP Trabzon da tavan yapıyor!!!
CHP iktidarda olsa ne değişir di?
Değişen çok şey olmazdı...
Bu arada dolar ve Euro'nun artışından en çok onlar yani AKP ye oy verenler sevindi. Çünkü bu artış sayesinde beleşe 1 daire sahibi oldular.
40 yıllık (AKP li) arkadaşım (Hollanda) bu artış sayesinde yeni bir daire almanın sevincini benimle paylaşmıştı.
Dışarıda çalışan tanıdıklara soruyorum: Parayı orada burada kazanıp AKP' ye oy vermek nasıl bir duygu?
Cevap hep aynı: 'onu beğeniyoruz. Başka kime verelim.'
En yakınların bile 40 -50 yıldır gavurun sayesinde ekmek, ev, arsa, araba, iş sahibi oldular ve maaşları da gavurdan...
Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir. Einstein
Eskiden tüm Trabzon'da nerede denize girelim diye yer beğenmezken şimdilerde Karadeniz kenarlarını komple betonla kaplamışlar...
saygılar yahya