26 Haziran 2018 Salı / Bilim ve Siyaset -
Cumhuriyet
Recep Tayyip Erdoğan AKP ile siyasete soyunduğundan beri en
önem verdiği bir konu medyayı kontrol altında tutmaktı. Bunu biliyoruz ama dün
dinlediğim bir öykü bu isteğinin ne kadar eskiye gittiğini gösteriyor: Belediye
Başkanı iken sık ziyaret ettiği, ellerini sıkıp hatırını sorduğu bir grup
işçiye şunu söylemiş: İktidara geleceğiz,
bunun için basını kontrol altına almalıyız. Bunu başarırsak, ülkeyi yönetecek
konuma geliriz..
RTE 2003’ten beri, önce tatlı, sonra tatlı-sert ve
nihayetinde de en güçlü olduğu zamanda, 2008’den itibaren de bu kez medyaya
saldırarak (2008: Aydın Doğan’ı batırma operasyonu) kontrol mekanizmasını büyük
ölçüde kurmasıyla bu amacına ulaştı. RTE 10 yıldır en büyük savaşını bu alanda
verdi bile diyebiliriz.
Havuz Medyası olayları ve en son Aydın Doğan’ı teslim
alarak ülkenin en büyük ve etkili medyasının Demirören’e satılmasını
sağlamasıyla, medya savaşını noktaladı.
Burada bir tartışma başlatılabilir: Peki medya üzerinde
egemenlik kurarak, sürekli toplumu kendi iktidarı için yönlendirmek veya
manipüle etmek mümkün müdür?
Bu cümlede “sürekli” sözü arıza çıkartabilir. Bir ülke
artık medya ile yönlendirilemeyecek olaylara sahne olana kadar medya kontrolü
amaca hizmet eder. Yaşadığımız büyük olaylar (Fetö alçaklığı gibi) RTE’yi
güçlendirici etki yaptı. PKK ve hendek savaşı dahil.
Konumuza dönelim: Doğan Medya operasyonunun seçimlerden
önce bitirilmesi rastlantı değil. Olay Martın sonunda gerçekleşti.. 18 Nisan’da
erken seçim kararı açıklandı. Nisan- Mayıs ve Haziran: Üç ay boyunca Doğan Medya
iktidarın dolaylı kontrolü altındaydı.
“Yüzüne gözüne
dursun, İnce ve Kılıçdaroğlu’nu ekranlara çıkartıp durmadı mı, Hürriyet’te yer
vermedi mi” derseniz, evet verdi, çıkardı. Diyecek bir şey yok.
“Ekranda hep biz”
Ama politikası şu oldu:
1)
Ben (biz) hep ekranlarda olacağım... Günde beş posta RTE ve adamları ekranlardaydı. Resmi olarak tamamen
havuzlanmış ekranların dışındakiler de tam bir RTE ve adamlarının işgali
altındaydı. Hele Ramazan boyunca, neredeyse tüm iftar sonrası, ekstradan bir
RTE şovu ekranlara egemen oldu.
2)
Türkiye ortalama insanı okumaz seyreder, bakar, konuşulanı ertesi
gün dile getirir. Arada bir İnce’nin, CHP’nin ekranlara çıkmasıyla, RTE ve
adamlarının ekranda görünmesi arasındaki oransal ilişki nedir? 1/10 mu?
Burada durum şu: ekranda boy gösteren bir CHP gözden
kaçabilir, ama 9 AKP’linin gözden kaçması zordur. Biri kaçar ikisi ekranda
kalır. Dördü kaçar beşi ekranda kalır.
3)
Tüm TV’lerin RTE ve dahası Başbakanın tüm konuşmalarının canlı
verdiğini de anımsayalım. Yani özetle tüm ekranlar AKP istilası altında
bulunuyor.
Ana TV stratejisi
4)
Ama RTE’nin seçimlere yönelik ana stratejisi, ekranlara İyi
Parti’nin ve Saadet Partisi’nin asla çıkartılmaması, konuşturulmaması ve
neredeyse görüntülenmemesiydi.
Neden böyle? Çünkü AKP’den – Cumhur ittifakından oy
kopartabilecek iki parti onlardı. İyi Parti MHP’den ve AKP’den... Saadet
Partisi de AKP’den.. Hayır, büyük paylardan bahsetmiyorum, yüzde 0.5’lik,
1’lik, 2’le oy kopması bile seçimlerde etkili olacaktı ve bunun önlenmesi
gerekiyordu. Bunu başardılar. İyi Parti’nin propaganda çalışmaları bile
saldırılara uğradı. Bu iki parti Fox TV dışında, ekranlarda dertlerini
programlarını görüşlerini anlatamadılar.
Salt CHP var, Saadet ve İyi
yok
Böylece önemli bir seçmen kitlesinin gözünde ortada iki parti
bırakıldı: AKP ve CHP! Bu, kamplaştırılan ve birbirine düşmanlaştırılan toplum
politikasına uygundu. Oysa İyi Parti ve Saadet “ara form” partilerdi ve AKP ve
MHP’den geçişler söz konusu olabilirdi. Onları saf dışında bırakırsanız,
AKP-CHP düymanlığı temelinde politikanızı sürdürürsünüz. AKP’nin yüzde 40 ve
altına düşmemesi, bence bu politikanın başarıyla uygulanmasının sonucudur.
5)
HDP baştan dışlandı. Adeta yasa dışı ilan edildi. Demirtaş da
içeride tutuldu. Böylece, AKP’ye oy veren Kürt seçmeni “AKP çemberi” içinde
tutulmak amaçlandı.
RTE hayali olan Medyayı kontrol et, iktidarı kazan veya
iktidarda kal politikasının başarısını mı yaşıyoruz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder