5 Şubat Pazartesi, 2018 / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet
Bir milletvekili, iki gazeteci, belediyelerde ve
partide görevli iki kişi, bir Parti Meclisi üyesi vb rastlantısal olarak bir
araya geldiğimiz otel kafesinde sohbet ediyoruz. Bir yandan kulaklar Parti
Meclisi için uçuşan listelerde, Başkan’ın listesine büyük itirazların olduğu
haberleri, üç büyük ilin başka bir anahtar liste hazırlığı vb.. Neyse, meselem bu
değil.
Sohbet en
gerçekçi konularda dolaşıyor. Kimsenin bir beklentisi yok, Parti Meclisi
üyeliği için faal olan yok. Herkes rahat, eleştiriler özgür. Neler neler, ama bazı
noktalarda dolaşacağım.
Sevgili
Muharrem gel...
Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken şu olabilir mi:
“Sevgili
Muharrem, başarılı bir çıkış yaptın, delegelerden iyi bir destek aldın, tebrik
ederim, gerçi parti kararını verdi, ama bugün bir varoluş meselesi içindeyiz,
hem biz hem ülkemiz, önümüzdeki seçimlerin ülkemiz için bir dönüm noktası
olduğunu ikimiz de söylüyoruz. Şimdi gel yanıma, çünkü hepimizin çok çalışması
gerekir, güçlerimizi birleştirelim, başarıya birlikte yürüyelim.. iki lider
olarak sahneye çıkalım, sen oradan ben buradan muazzam bir kampanya yürütelim,
zaten sonrasına yine parti kararını verecek....”
Herkeste ortak fikir: Partinin birleşik gücü harekete geçsin.. liderlik yönetim kaygı ve
mücadelesinden çok daha önemli olan, önümüzdeki süreç. Gelecek için, ülke için,
bir çıkış yolu yaratmak, umut vermek.. Partiyi silkelemek, hedef koymak.. Ama ne yazık çoğunluk için böyle düşünceler
geri planda...
Başka bir fikir daha gündeme düşüyor:
Çoğunluk sistemi yanlış
Aslında bugünkü seçim sistemi yanlış:
Bir çoğunluk sistemi yürürlükte. 447 gibi önemli oranda oy alan bir başkan
adayının parti yönetiminde temsiliyetini otomatik olarak sağlayacak bir nispi
sistem olmalı. En azından oy hacmi oranında Parti Meclisi’ne girmeli, Parti
Meclisi seçimlerine kalmadan.. Ama partideki tüm seçim sistemi, kaybedenin
tamamen dışlandığı bir ortam yaratıyor. Kurumsal birliği sağlayacak bir sistem
gerekli..
Parti Meclisi yönetimde etkili mi sorusu ortaya atılıyor:
Hayır, çünkü Tüzük, Genel Başkan’a Parti
Meclisi içinden 12 Merkez Yönetim Kurulu
(MYK) üyesi seçme hakkı tanıyor. Bunların hepsi, farklı görevlerden sorumlu
Genel Başkan Yardımcısı statüsünde. Parti Meclisi toplantılarında, ciddi bir
karar alınıp uygulamasını sağlamak olası değil. Genel Başkan, seçtiği MYK
üyeleriyle partiyi yönetiyor.
Peki neden Parti Meclisi (PM) için bu kadar büyük bir
yarış var?
Kurultaydan sonra en etkili organ
olmasına rağmen ,yönetimde fiili bir etkisi yok.. Nam olsun diye bir yarış var.
Etiketi çok önemli parti içinde..
PM’de iki dönem bulunmuş arkadaş, “ben ciddi bir karar alındığını görmedim..”
diyor. Bu durumu Deniz Baykal kendi
yönetim anlayışı çerçevesinde oluşturdu. Aynen sürüyor.
Başkan’ın listesi çizik yerse..
Delegeler PM seçiminde, Genel Başkan’ın anahtar
listesini (tüm adayların olduğu bir çarşaf listenin yanı sıra, Genel Başkan
veya başka guruplar da kendi PM anahtar listesini ilan ediyorlar) seçmeyebilir
mi?
Mümkün, veya Genel Başkan’ın 52 kişilik
PM anahtar listesinden azı seçilebilir. Eğer 12 kişilik MYK için, istediği
adayları bulamazsa, o zaman muhaliflerin anahtar listesinden kişileri yönetime
seçmek zorunda kalır. Genel Başkanlar da bunu istemezler. Parti olağanüstü
Kurultayı bile gündeme alabilir.
Dün yapılan PM seçiminde böyle bir durum ortaya
çıkabilir mi?
Tabii büyük olmasa bile olasılık içinde,
isimler üzerinde asgari bir uzlaşma sağlanamazsa, mesela İzmir, İstanbul,
Ankara il yönetimleri kendi anahtar listelerinde, Muharrem İnce de kendi
listesinde ısrarlı olursa, Başkan’ın anahtar listesinde istenmeyen tüm adayları
çizebilirler. İnce’nin yüksek oyu yeni bir durum yarattı.
***
Bu yazı yazılırken, asgari isimlerde uzlaşma henüz sağlanmamıştı.
Sonucu bu sabah göreceğiz.
Durum bu. Bu
sohbetten çıkan sonuç, daha kolektif, kurumsal bir yönetim yapısının
oluşturulmasının, parti yönetiminde çeşitli kanatların temsil edilmelerinin,
dahası il yönetimlerinde bile yeni bir yönetim sisteminin getirilmesinin
partiyi çok güçlü kılacağı ve herkesin partiyi sahiplenmesinin sağlanacağı
düşüncesi oldu.
Bir de.. Delegelerin,
kime oy verecekleri az çok belirli olduğu sanılırken, mesela 1100’den fazlası
Kılıçdaroğlu’nu aday göstermişken, Kurultay sırasında farklı tercihlerde
bulunmasının altı çizildi. Demek ki delegelerden pek çoğu oy sırasında kendi
vicdanlarına göre hareket ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder