Bir ilk daha yaşadık. Bir mahkeme, resmen
yapılması kararlaştırılan MHP kongresinin polis zoruyla durdurulması,
gerçekleştirilmesinin engellenmesi için Adalet Bakanlığına başvuruyor! Yani
mahkeme zorbalığa çağrı yapıyor.
MHP Kongresi’nin yapılıp yapılmaması üzerinde
durmuyorum. Mesele hukuk çerçevesinde yasalara uygun olarak karar bağlansa hiç
bir sorun yok. Ayrıca parti tüzüğüne uygun olarak çoğunluk sağlanıyor ve yasam
zeminde kongre çağrısı yapılıyor. Parti başkanı kongreye izin vermeyeceğim,
mahkemeye kadar yolunuz var diyor.
Ankara’da konuyla ilgili sorumlu mahkeme hukuka
uygun karar veriyor ve Kongre’nin toplanması için üstelik bir kayyum atıyor.
İlgisiz ve kıyıda köşede ilçe mahkeme bu kararı
iptal ediyor.
Sorun Yargıtay’a taşınıyor.
Neyse, bir mahkeme savaşı sürüyor. Dikkat edin
Hukuk savaşı demiyorum, mahkemeler savaşı!
Sonuç şu: Bir başka mahkeme kongrenin
yapılmasının önlenmesi için Adalet Bakanlığına başvuruyor!
Tabii ki Adalet Bakanlığı da topu İç İçlerine
havale ediyor.. polisler tomalar..
Zorbalığa bakın!
Hukuk:
Ateşli silah!
Bir mahkemenin böyle bir karar alması ve
bakanlığa başvurması neyi göstermekte? Bizi ilgilendiren konu bu.
Hukuk bir silah, bir ateşli silah, bir zorbalık
aracı..
Bir siyasi sonuç üretme mekanizması..
Kimin elinde? Tabii ki iktidarın.
İktidar, en büyük kankası bir yönetimi, partinin
başında tutmak istiyor.
Yasal mı yasadışı mı orada duruyor olmasının hiç
önemi yok.
Derhal elindeki hukuk araçlarını devreye
sokuyor, ve kankasının emrine veriyor.
Dünkü manzaralara tanıklık ediyoruz.
Doğranmış bir adalet. Doğranmış bir hukuk ve
yargı..
Yargı
üzerinde 3 yönlendirme
İktidar ve Reis’i, bütün dönüşümlerini, bütün
siyasi hedeflerine yönelik tasarımlarını yargı eliyle gerçekleştiriyor...
Üç yol uyguluyor:
İlki, yasayı, anayasayı, yargıyı, hukuku
takmamak. Yokmuş gibi davranmak. Nasılsa hakkında daa açabilecek bir merci
bulunmuyor,
İkincisi, adalet mekanizmasının tepesini,
yargının ana noktalarını tamamen iktidar siyasetine uygun olarak
biçimlendirmek. Adamlarını oralara atamak.
Üçüncüsü, yasayı eğip bükmek. Yargıyı, vereceği
kararların, iktidarın isteği yönde gerçekleşmesi için yönlendirmek, talimat
vermek.
Bu üç yolla, darbesini gerçekleştiriyor.
Kanlı mı
kansız mı?
İktidar ve yardakçılarının kan üzerinde
yaptıkları iğrenç demagojiler ve saldırılar, bize şunu dedirtiyor. Hoş geldin
Cemaat iktidarı! Bunu ayrıca yazacağım. Dün cemaatin aldığı kararların
şakşakçısı kara kalemler, bugün de aynı kara yöntemlerin uygulayıcıları,
Kullanışlılık budur. Her dönem ve her şekilde.
Türkiye’yi kan gölüne çevirmiş bir iktidar var..
Bugünkü PKK’nın kanlı terör ve cinayetlerinin tüm hazırlık aşamalarını seyretmiş
bir iktidar, şimdi aslan Mehmetçiklerin patır patır yıkılmasınının suçlusu.
Bağımsız bir mahkeme olsa, yakalarına yapışacak, ama yok.
Anayasayı, yasaları iğdiş etmek de hukuk
cinayeti değil mi? Adam öldürmüşsün, sevmediğin insanları gazetecileri içeri
tıkmak için elinden geleni yapmışsın.. Bunlar cinayete eşdeğer değil mi? Bunlar
dolaylı kan dökme pratikleri..
TARİHİN
DOĞRU ZAMANINDA DOĞRU YERDE BULUNANLAR
Bazı yazarlar çok
sık kullanır oldu, sanırım ikinci kez okuyorum “Doğru zamanda, doğru yerde”
olmanın erdemliliği üzerine yazılıp çiziliyor. “Hah, işte şimdi müthiş rahatım,
çünkü tarihin doğru safındayım..”
Tarihin doğru zamanı ve doğru yeri neresidir?
Mesela düne, 5 yıl kadar önceye bakarsak, o
zaman Davutoğlu’nun Suriye politikasının safında olmak ve Davutoğlu’nu müthiş
politikacı olarak nitelendirip sevmek, “tarihin
doğru yerinde” olmakla eşdeğerdi!
14 yıllık
iktidar sürecinde, daha pek çok “doğru yerde” olanlara bakıyorum, bugün de
“doğru yerde” bulunuyorlar!
Komik mi, traji komik mi..
16 Mayıs 2016 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder