Can Dündar ve Erdem Gül özgürlüklerine
kavuştu. Haberlerin - yorumların - kararların - tepkilerin artık ışık hızıyla
dolaştığı, bir konunun günde beş kez eskitildiği veya yenilendiği bir dünyada
ağır haksızlık, adaletsizlik öyle uzun süremez.
Hele hele basın özgürlüğü
gibi bir alanda..
Hele hele Avrupa’nın dibinde yaşayan, evrensel hukuk, insan hak ve
özgürlükleri ile kopmaz anayasal ve yasal hukuki bağlantılar içine girmiş
Türkiye gibi bir ülkede..
“Bunun hesabını vereceksiniz..” diye adeta emir ve talimatla
yargı mekanizmasını harekete geçiren totaliter düşüncelerin uzun süre dünyada,
toplumda ve adalet sisteminde karşılık bulması zordur.
Sınırlarını bileceksin
Tamam, ülkenin anayasa varmış gibi yaşandığı,
davranıldığı, yönetildiği açık..
Tamam, yasaların, tepe siyasetin cenderesinde ezilip büzüldüğü, nefes
alamadığı; yasaların gerçeklerde bir karşılığı varmış gibi uygulandığı da
açık ve seçik.
Fakat keyfiliğin ve otoritarizmin kaynağının sınırları var. Bir yerde
durmak zorunda kalıyor. Hep kalacak!
Keyfi politikacının günlük etki alanının epey dışında kalarak uzun
dönemli görevini sürdürmenin güvencesiyle hareket edebilen Anayasa
Mahkemesi’nin kararı buna bir örnek. Mutlaklık isteyen otoritenin çarptığı
duvar.
Basın hürdür sansür edilemez
diyeceksiniz.. Ama basın özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırmak için elinizden
geleni ardınıza koymayacaksınız.. birbir yalan söylemeyi marifet sayacaksınız.
Hukuksuzluk yaparken suçüstü yakalanacaksınız, bunun haberini yapanları vay casuslar diye karalayıp içeri
attıracaksınız.
Ve dünyaya rezil olacaksınız.
Dünyaya rezil olnanın
anlamı
Önceleri “dünyaya rezil oluyoruz” lafı bana dokunurdu. Yahu bırak dünyaya rezil olmayı, biz
kendimize rezil oluyoruz; hayatımıza, çoluk çocuğumuza, çevremize, geleceğe,
insanımıza, biz bize rezil oluyoruz..” derdim.
Ama sonra şunu farkettim. 2014’de kaç yurttaşımız yurtdışına çıktı
biliyor musunuz: 8 milyon 363 bin 966 kişi! Nüfusun onda biri!
Bunlar Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyor. Dışarıda üzerlerinde
gezinen küçümseyici gözlerin altında nasıl ezildiklerini, TC yurttaşı olmayı
bile sakladıklarını düşünün..
Özetle: Diktatörlükte yol almak isteyenler dahil, hiç bir şey sınırsız
değildir! Bu bize demokrasi, özgürlükler umudunun her zaman varlığını
gösteriyor.
Balyoz dönemi ile
kıyaslama
Peki, Can ve Erdem 3 ayda çıktılar, davayı çökerten bir kararla hem de.
Ama Odatv, Balyoz, Ergenekon ve
benzeri davalar neden 3 yıl- 5 yıl sürdü? Orada da ileri sürülen delillerin
sahte ve uydurulmuş olduğunun çok erken anlaşılmış olmasına rağmen?
Yanıt deneyeceğim: Dünyanın etkili kamuoyu, o sırada iktidarın da tam
yanında ve arkasındaydı. O anlı şanlı Amerikası dahil.
Ordunun defterini mi dürmek istiyorsun? Dür, tam arkandayım, delil melil
boş ver, yürü!
Cemaat-AKP iktidarına muhalefetin defterini mi dürmek istiyorsun,
tam arkandayım, yeter ki sen mutlak iktidarın kur.
O zaman sıkı ilişkide bulunduğumuz dünyanın etkin çevreleri, Atatürk
Cumhuriyeti dönemini de yıkmak istiyorlardı. Aman neler neler!
Şimdi işler değişti. İktidarın arkasında kimse kalmadı.
Böylece hakikatler çıplak ortada kaldılar. Üzerlerini bir şalla
örtülmesine yardımcı bir dünya gücü yok.
İktidar bugün elindeki adalet oyuncağı ile yalnız ve çıplak.
Taaa uzaydan bile görünür oldular: Aaaa bak nasıl vicdansızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk
yapıyor bunlar!
Hepsi çıplak ortada
İktidarın yazar çizer trolleri utanmadan Anayasa Mahkemesi’ne
saldırıyor.
Gazetecilik görevini yapanları casusluk ve vatana ihanetle suçlamaya
varacak kadar arsızlık, uşaklık ve utanmazlık, kendi gazeteciliğine ihanet kol
geziyor.
Kendine, mesleğine saygı sıfır!
Erdem ve Can’a geçmiş olsun, gerçekten özgürlükleri ile Beştepe’e doğum
gününde bir hediye verdiler.
Hiç istenmeyen, arzu edilmeyen bir hediye!
28 Şubat 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder