SAYFALAR

30 Mart 2016 Çarşamba

Askeri müdahale’nin 4 koşuluna bakış

Şüphesiz üç yazıdır tartıştıklarımızın hepsi, bu köşenin dışındaki kaynaklar tarafından gündeme getirilen “askeri darbe” üzerine “siyasal” analizleri içeriyor.  Herkesin kafadan salladığı bir durumu somutlaştırma çabası içindeyiz.
Dünkü bitiriş cümlemiz şöyleydi: “Rubinler, zaten Ordunun defterini dürmüşlerdi, şimdi ise siyasal beklentilerine yanıt verecek bir Ordu zaten bulunmuyor..”
Bugün tartışmayı asker diyerek sürdürelim. Demiştik ki asker dış destek olmadan darbe marbe yapamaz. Geçmiş darbeler bunu gösteriyor.
Peki gerçekten yapamaz mı? Şüphesiz ki böyle bir kesin kural olamaz, genellikle veya büyük ölçüde böyledir, diyebiliriz. Mesela, ne zaman asker dış destek olmasa bile siyasal iktidara gerçekten müdahalede bulunabilir, toplum sahnesine çıkar?
Veya, asker geniş bir dış desteği, iç ve dış isteği var diye, siyasal iktidara müdahale eder mi?
Herkes bir takım koşullar ortaya koyabilir. Ama önemli olan, bugünün şartlarına uygun “müdahale koşulları” ne olabilir, sorusunun yanıtıdır.

Müdahale için 3 temel sorun

Duruma bakalım: üç temel sorun yaşıyoruz.
* İlki, rejimin yasal ve anayasal değişimi, anayasanın/rejimin bekleme odasına alınmış olması.. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yerine fiilen kuvetler birliğinin / uyumunun geçirilmiş olması..
* İkincisi, var olan demokratik hak ve hukukun kullanılamaması için iktidarın yarattığı fiili durum..
* Ve üçüncüsü ise, Kürt meselesi, Güneyimizdeki fiili durum ve buna uygun içeride PKK terör saldırıları, özyönetim- özerklik yumuşak ifadelerinin ardında ülkenin bölünmesi için yürütülen iç ve dış çabalar.
Benim aynı önemde gördüğüm, üç durumdan ilk ikisiyle bütünleşik ve onların sonucu olarak ortaya çıkmakta olan, bir dördüncü yeni durum: Atatürk Cumhuriyeti’nin tasfiyesi, yerine Erdoğan (Cumhuriyet bile diyemeyeceğim) otoriter hanedanlığının kurulması.

Bunlardan hangisi önemli?

Yani, asker, eğer müdahale bahanesi söz konusu ise, bu bahanelerden hangisini kullanır? Birinciyi mi, ikinciyi mi, üçüncüyü mü yoksa dördüncüyü mü.. Tabii ikisini, üçünü veya hepsini birden de diyebilirsiniz.
Tamam, bu yurdun insanı olarak, askerin önemli bir kısmının da yaşadıklarımızdan rahatsız huzursuz olduğu söylenebilir.
Ama akut bir durum ortaya çıkmadıkça, askerin, bugün, bu koşullardan çoğu ile ilgileneceğini sanmıyorum.
Mesela diyelim ki, Rubin efendilerin “hadi asker...” dürtüklemesi ile askerin “dış destek şartı” oluşmuş oluyorsa eğer... harekete geçer mi?!
Şüphesiz böyle bir kural da yok.

Peki, nedir müdahale gerekçesi

Bana göre: Bu koşullar arasında en önemlisi asker için, bugün, ülkenin bölünme olasılığıdır. Birinci derecede önemli konu budur. Bu olasılığın gerçekleşmesini önlemek için askerin, gerekli müdahalede bulunması kaçınılmaz olabilir. Yok askeri vesayetmiş.. yok seçilmiş bir iktidarın iradesine tasarrufuna müdahaleymiş.. bunların hayattaki karşılıkları küçük entel-demokratik tartışmalarına denk düşer.
Şimdi somut duruma bakalım: Türkiye’nin başında böyle bir tehlike dolaşıyor mu? Askere göre de evet.
Askere göre, böyle bir tehlikenin oluşmasına düne kadar katkı yapmış olsa bile, bugün bu tehlikeye karşı savaşıyorsa bir iktidar, siyasete müdahale etmek için bir durum söz konusu değil.

 “Hadi gel beraber bölelim”

Yani Rubinlerin dış desteğinin tamam olmasının bir karşılığı yok.
Ayrıca Rubinlerin temsil ettikleri, yani dıştaki irade, askerin çok duyarlı olduğu “bölünme’ düşüncesinin de destekçileri, yayıcıları ve hatta fiili uygulayıcıları..
Dün, askerin defterini düren ve bugün de Kürt oluşumunun ardında duran Rubinlerin, bugün hadi asker demesi, komik bir manzara oluşturuyor.
RTE, Kürt meselesini başından beri bir oy-oyun aracı olarak kullandı. Dolmabahçe deklarasyonu ile geldikleri “çözüm noktası”nın, artık oy sandığını boşaltacağını gördüğü için 180 derece çark etti.
Bu deklarasyonun maddelerini uygulayabilirler miydi?
Bana göre hayır... Zaten Deklarasyon, açıklandığı gün ölü doğmuştu. Bazılarının “hadi, kalınan yerden devam” saftorikliğine gülüyorum.
RTE, 180 derece çarkla bir sürü şey kazandı.

Ama kazandığı en önemli şey neydi dersiniz? Ve Atatürk Cumhuriyetinin yıkılması ne oluyor?
29 Mart 2016 Salı / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

29 Mart 2016 Salı

Bugün ABD RTE’ye karşı askeri darbe yapabilir mi?


Dün birden askeri darbe olasılığına o ünlü Amerikalı Michael Rubin girmez mi! Rubin özetle Ordu darbe yaparsa kimse Erdoğan’ın arkasından ağlamaz, ülkede özgürlüğün kapısını açarlarsa büyük destek de bulurlar diyor ve üstelik şunu bile ekliyor:
Amerikan ve Avrupa kamuoyunun Erdoğan, oğlu, damadı, Egemen Bağış ve Cüneyd Zapsu gibi adamlarının idam edilmesine sempatik bakmayacağını, ama yolsuzluktan yargılanıp uzun süre hapis yatmalarını kabul edeceğinden.”
Dışarıdan bakış bu. Aslında böyle bir dilek sunuluyor bile denebilir. Dışarının ağzı torba değil ki büzesin, şom ağız sahibine aittir, diyelim ve ABD/Batı ile RTE iktidarı arasında bırakın iplerin kopmasını, ipin-mipin kalmadığının işareti varsayalım.
Rubin bir “27 Mayıs türü darbe” öneriyor! Anladık da, Rubin ya analiz yeteneğini yitirdi, ya da olmaz ya ama benim gönlünden böyle geçiyor, keşke olsa havasında!

Hangi Ordu?

ABD ve Batı, Ordu’nun defterini dürdüler. Ne zaman? Başlangıcı bence 2003 yılı. Nedeni, a) Ordu’nun açıkça Irak’a girilmesini savunmaması ve Meclis’i teşvik etmemesi. Oysa Genelkurmay yönetiminin hemen tümü Irak’a girilmeli düşüncesindeydi (başka yazı konusu). Bunun sonucunda da b) Irak’ta subayların başının çuvallanması olayı ile işi bitirmişlerdi.
Ama dünkü yazımda belirttiğim nokta var: ABD/ Batı artık askeri darbelerden zaten ellerini eteklerini esas olarak çekmişlerdi, hele Türkiye söz konusu olduğunda, kendi kamuoylarına bunu anlatamazlardı. Bir de şu var: ABD yeni döneme uygun olarak, Türkiye’de kendi siyasi geleceğini AKP üzerine inşa ediyordu. Belediye Başkanı iken RTE’yi ziyaret ediyordu, çünkü yerleşik merkez sağ siyasi yapış Türkiye’yi çökerterek kendisi de  tamamen çökmüştü.

Oynadıkları atı savunma

Dünkü Cumhuriyet’de vardı: ABD, milleti birbirine düşürmeyi ve dini adeta bir siyasi-iktidar silahı gibi kullanmayı amaçlayan o şiir denen garabet nedeniyle hapis cezası alınca,  aynı yıl 29 Eylül’de, dönemin ABD başkonsolosu Carolyn Huggins kendisini ziyaret edecek ve Demokratik yöntemlerle seçilen siyasetçilere yaptıkları konuşmalar nedeniyle verilen cezalar, Türk demokrasisine olan güveni zayıflatır diyecekti. ABD dışişleri sözcüsü James Foley de aynı sözleri tekrarlayacaktı. Tabii, AB yetkilileri de geride kalmayacaklardı!
Bu “demokratik hassasiyet” değildi tabii ki. Sadece oynadıkları siyasetçiyi, kendi geleceklerini korumak ve sahiplenmekti!
Askeri darbe meselesine gelince: Batı hiç bir olasılığı sıfırlamaz, gerektiğinde son bir seçenek olarak el altında tutar. Bugün en şahin kanat bu seçeneği dillendiriyor. Ama bel bağladıkları TSK’ya yaptıklarını sürdürelim:

TSK’yi çuvallamakla kalmadılar!

Kronolojiyi sürdürelim: RTE ve iktidarı ile ABD/Batı’nın balayı yaşadıkları dönemde, ABD/ Batı, “ne olur ne olmaz, bizim onayımız olmadan da bazı işgüzar generaller darbeye kalkışabilir, biz bunların işini tamamen bitirelim” diyerek, 2006/ 2007’den itibaren de, Ordu’nun toplumsal-siyasal gücünü tamamen kırmak için, Silivri davaları tezgahının arkasında durdular.
Ergenekon, Balyoz, casusluk, ve irili ufaklı adeta onlarca dava ile Ordunun darbe ve bir toplumsal güç anlamında belini kırdılar. Tabii, ABD’nin iki has iktidarı vardı o sırada, biri tam elinin altındaki Cemaat, diğeri de AKP. Bu ikisinin birlikteliği ile, Cemaatin sahip olduğu iktidar araçlarını (polis, savcı, yargı, istihbarat) amansızca faşistçe diktatörce mahvedici bir şekilde kullanma becerisi, ve arkalarında Batı ve ABD’nin yürüyün yaaa kullarım desteği, TSK’ni bitirdi.

Rubin hayal görüyor

Darbe marbe diyorlardı ya yetmez ama evetçi, o zamanki doludizgin faşizmin en büyük destekçisi ve işbirlikçisi utanmaz kesimlerin kafası şunu bile almadı: Ne darbesi!
Bu olaylar TSK, darbe yapmak için bundan daha büyük bir zemin mi bulacak! Dün diyordum ki, arkada ABD batı olmadıkça darbe olma olasılğı zayıftır bu ülkede. Bunu Silivri sahte darbe operasyonlarıyla bire bir ettik!
Yani diyorum ki, Rubinler, zaten Ordunun defterini dürmüşlerdi, şimdi ise siyasal beklentilerine yanıt verecek bir Ordu zaten bulunmuyor.. O zaman Ordu’dan kurtulmak istiyorlardı, şimdi de bir zamanlar iç içe yaşadıkları RTE’den..
Bu ne demek? Yarın bunu sürdürelim. Başlık havada kalacak yoksa..
28 Mart 2016 Pazartesi  / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet


27 Mart 2016 Pazar

O çok dillendirilen askeri darbe olur mu konusu-1

Türkiye’de AKP iktidarındaki kadar darbe konusu gündeme gelmemişti. İktidara geldikleri günden beri darbe de darbe. Bu öncelikle bir oy toplama vesilesi. Ama arka planda, da anayasaya ve yasalara karşı tezgahlanan hukuksal /sivil darbe ile rejimi değiştiriyorlar.
Buraya kadar söylediklerim resmin çok genel bir çerçeve. Ama ben damardan konuya gireceğim bir yazı ile. Önce güncelden girelim. En son laf, “Ordu’daki Fethullahçı generaller darbe yapar mı” oldu!
Tabii bu bağlamda, ABD’nin darbe ile Erdoğan iktidarını tepelemek istediği yorumu da dolaştırılıyor. Bunlara da çıplak mı çıplak gireceğim, ama öncelikle darbenin mekaniği üzerine:

Askeri darbenin dış desteği

Darbe ile şüphesiz askeri darbe kastediliyor. AKP/Erdoğan’ın rejime karşı, uygulamalarıyla siyaset pratiğine soktuğu “sivil darbe” de var.
Ülkemizde, seçilmiş iktidarı silah gücüyle devirmek bağlamında, 3 kesin darbe oldu. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980. .. 28 Şubat 1997’de de yine askerin siyaset sahnesinde boy göstermesi ve yarattığı toplumsal baskı sonucu “post-modern darbe” gerçekleşti. Bu sonuncusu, hukuki süreç içinde Erbakan’ın Demirel’e istifasını vermesi ile oldu. Arka planda zor vardı.

Desteksiz darbe olmaz

Bu askeri darbelerin temel mekanizması, arkasında uluslararası güç desteğinin, ABD’nin olması ile çalıştı. Ama bu destek, askerlerin “en kısa sürede” iktidarı sivillere tesliminin de garantisi oldu.
Bu “dış destek” olmasaydı, Ordu darbe yapabilir miydi? Tartışmalı olsa da, bana göre yüzde 90 hayır. Mesela, ABD ve Batı, 28 Şubat 1997’de Erbakan hükümetinden ne kadar rahatsız olsa da, post modern darbenin bile arkasında durdu denemez.
Birinci savım: Dış destek şartı. Önemli nedeni: Batı, ekonomik cendere ile darbecileri anında kımıldayamaz hale getirir. Hele Türkiye gibi NATO üyesi, AB ortaklığı içinde bir ülkeyi.

Darbe zamanları geçti mi?

Batı (ABD -AB) geçmişteki gibi bugün de bir askeri darbeye destek çıkar mı? Batı “artık demokratik” oldu, günümüz dünyasında darbeleri desteklemez diye düşünebilirsiniz. Ve küreselleşen ekonominin Türkiye özelinde böyle bir askeri darbeyi asla kaldıramayacağını ve ülkeyi ve darbecileri çökertebileceğini söyleyebilirsiniz.
Bu düşüncede 2 haklılık payı, 1 de yanlış var:
İlki, ABD’nin 1980’lerden, özellikle de 1990’lardan sonra askeri darbelerle coğrafi bölgelerde tutunma ve Rusya’ya karşı mevzi inşa etme politikasını değiştirdiğidir. “Portakal devrimleri” gibi, Rusya’ya karşı devreye sokulan mekanizmalar, askeri değil “sivil toplum inisyatifleri ve partileri” oldu.
Bu, “Demokrasi”, “parlamenter rejim”, “insan hak ve özgürlükleri” gibi, Batı’nın üzerinde yükseldiği değerlere dayalı meşru bir politika temeline dayandı. Batı bu değerlerle, örneğin Rusya’nın dağılan parçaları üzerindeki egemenliğini sarsıp kendisiyle özdeşleşmiş, “Batı yandaşı” iktidarlar inşa etmeye girişti.

Arap Baharı dün istenir miydi?

Aslında, “Arap Baharı” isyanının altında/ardında da benzer Batı mekanizması yatıyordu. Bu ülkeler yeniden Batının kurbanı oldu. Özgürlükler tabii ki çok önemli, ama Batı’nın tankı topu tüfeği uçağı işin içine girince, İslam ülkeli bir 50 yıl daha geriledi, bazıları da ortadan kalktı.
Libya, Irak, Suriye, Yemen mi var?!
Bugün bu ülke milletleri, bugün içinde bulundukları koşulları bilseler, yaşadıklarını yeniden yaşamak isterler miydi? “Batı türü özgürlük” için böyle silahla parçalanıp yok olmak mı, yoksa daha evrimsel bir mücadele ve geçiş mi?!
Ama aslında böyle sorular yoktur ve sorulmaz. Burada ortaya çıkar temel soru şu oluyor: Sanal bir Özgürlük mü, yoksa maddi bir yok oluş mu?!

Binlerce ekonomik bağ

İkincisi, küçülen dünyanın birbiriyle yüzlerce değil artık binlerce iplikle birbirine bağlandığı ve bir askeri darbe rejimi altına giren ülkelerde keyfiliğin dünya ekonomisi tarafından kaldırılamayacağıdır.

Böyle ekonomik olarak çökertilen bir ülkenin yeniden ayağa kaldırılması, kalkması şüphesiz ki çok zordur, yeniden daha derin sefalet ve bağımlılıkları da beraberinde getirir... 
“Darbe olur mu”ya yarın devam...
27 Mart 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset 

24 Mart 2016 Perşembe

Beklenmedik gelişmeler, neler olabilir?! Sarraf Olayı ve İktidar


Önce IŞİD terörünün Brüksel’i vurmasını kısa bir not ile geçelim: Terör, vekalet savaşını bir süredir savaşın sahiplerine dönüştürdü. Buradan çıkartılacak ve hiç unutmamız gereken kısa tarihsel not şudur: Ülkeleri parçalama!
Orta Doğu’da ve Libya’da milyonlarca insanın öldürülmesine, yok edilmesine, yurttaşlarının sürülmesine, mahvedilmesine yol açan son 15 yıllık büyük felaketin sonuçlarıdır, Brüksel’deki dram! Paris de öyle diğer kentlerdeki saldırılar da.
Biz burada korkuya esir olmuş ülkeyiz! Aileler sabah evden çıkarken, birbiriyle vedalaşır oldu! Gitmek var geri dönmek yok, gibisinden.. sanki Fizan’a gidiliyor! Neyse, şüphesiz ki Brüksel’i vurmanın, en azından AB’de yaşayan Müslümanlara ve mültecilere kötü geri dönüşü olacaktır.
Ama, savaşın körüklendiği dünyada kimse güvence altında değildir. Avrupa ülkeleri bunu akıllarını kullanarak ve ileriyi görerek değil, yaşayarak öğreniyorlar. Şüphesiz ki biz de! Oysa ABD 2001 İkiz Kulelerin yerle bir edildiği belki de bir kez daha böyle yaşanması mümkün olmayacak o en şaşaalı terör eyleminde bunu öğrenmiş olması gerekirdi, ama dünya jandarması görevini üstlenen böylesine büyük gücün pek de yapacağı fazla bir şey yoktur.

Rıza Sarraf ve Türkiye

Türkiye’yi kasıp kavuran, Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığı zamanında, hükümetten bakanları düşürerek siyaset dışına iten 17-25 Aralık 2013 büyük rüşvet ve yolsuzluk olayının kilit figürünün ABD’de yakalanması, şüphesiz ki Türkiye’yi, AKP iktidarını ve Cumhurbaşkanlığı koltuğunu birinci derecede ilgilendiren bir olay. Şirketleri ve bazı bankaları da!
Sarraf’ın yakalanması bir dizi spekülatif varsayımların gerçeğin kendisi gibi piyasaya sürülmesine de vesile oldu. “İtiraf için gitti teslim oldu, burada öldürülebilirdi, en güvenli yer ABD olabilirdi, gider itiraf eder ve az ceza ile kurtulur” biçimindeki “kesin bilgi”lerden tutun, ipin ucunu kaçıran kaçırana..

Olasılıklara bir bakış

Varsayımlar tabii ki ileri sür
ülebilir, ama “bilgi” olarak değil. Tek söylenebilecek olan şimdilik “bilmiyoruz”dur. Ama ileri sürülebilecek yakın olasılıklar yok değil.
* ABD “örümcek ağı”nı örmüş, “yem”in gelmesini bekliyormuş. Düşünün: Hazır bir iddianame masada! Sarraf mesela Fransa’daki Disneyland’a gitseydi ailesiyle, orada da derdest edilir midi?!
* ABD’de en affedilmeyen olay, parasal suiistimaller, yasalara aykırılıklar. Şu Amerikalı savcı Türkiye’de tam yetkili görevli olsa, iktidardan aşağı doğru tutuklamayacağı ve mahkeme önüne çıkartmayacağı az insan kalır!

Kronolojik tarihlerin ardışıklığına dikkat

* İran’da Babek hallediliyor.. Arkasından Sarraf tongaya bastırılıyor veya basıyor... ABD’de yetkililerin ve hükümete yakın olanların Erdoğan ve hükümetine yönelik, ilişkileri kopartıcı, bugüne kadar görülmeyen açıklamaları birbirardına geliyor. ABD yönetimi bağları tam koparmış..
* Üstüne üstlük, Türkiye’de darbe hayalleri, tartışmaları ortalığa yayılmış..
* Türkiye’de bombalar patlıyor, IŞİD ve PKK katliamlar yapıyor. PKK ile savaş var.
* Akademisyenler tutuklanıyor, mahkemelere ve Anayasa Mahkemesi’ne emirler veriliyor.
* Üstüne üstlük, Cumhurbaşkanı otoriter tek adam rejimine anayasal kılıf geçirmek için Meclis’i ve seçimi zorluyor. Davutoğlu, kendini de ortadan kaldıracak AKP Anayasası’nın Mayıs’ta Meclis’e sevkedileceğini açıklıyor.

Ne olabilir?!

Sarraf’ın tutuklanması ile yeni bir sayfa açıldı Türkiye’de.. Bu kesin gibi.
Türkiye’de iktidarın hem de ABD ile tam papaz olduğu bu sırada, Sarraf’in şirketleri ve parasal ilişkileri soruşturulurken, Türkiye’deki siyasilerin büyük koruması altında sürdürdüğü parasal faaliyetin, ilişkilerin, rüşvetlerin es geçileceğini düşünmek, büyük safdillik olur.
 Beyaz Saray’ın koridorlarında dolaşanların yüzlerinde güller açıldığını varsayabilirsiniz. Bu durum vay emperyalistlerden medet umuyorsun gibi zırva karşı suçlamalarla geçiştirilebilecek şey değil. Nesnel bir durum: Ortada hem uluslararası hem ABD yasalarına aykırı bir “suç iddiası” var.
Bu suç iddiası üzerinde siyasi korumacılık, gölgeler, somut kanıtlar varsa, kimsenin gözünün yaşına bakmazlar.
Hele ABD’de, göz yaşına bakacak siyasi bir kimsenin olmadığını da düyünecek olursak! Lockheed vb gibi tüm rüşvet olaylarının üstü kapatılabilir, ama şimdi durum 180 derece farklı!

Ülkeyi yönetenleri zor durumlar bekliyor.
24 Mart 2016 Perşembe / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet