SAYFALAR

29 Temmuz 2015 Çarşamba

İnsan, “Katı İdeolojiler”den Kurtulabilir mi? İnsan beyni üzerine bazı düşünceler..

CBT Gündem, Sayı 1479, 24 Temmuz 2015



Kan gövdeyi götüren bir dünya, daha doğrusu bir İslam dünyası. Bir “canlı bomba genç”, yüzlerce kişiyi havaya uçuracak bir eylem yapabiliyor. Gencecik insanlarımız parça parça.. Karşımızda güçlü bir “inanç” var. Öyle ki, tüm dünyayı ateşe verebilecek bir güç. İkiz Kuleleri havaya uçuran da bu inanç. Kendini feda ederek tanımadığı insanları katleden de bu inanç. Kafa kesen de, işkence yapan da. İnanç ile siyaset ve iktidar hırsı birleştiğinde, IŞİD, El Kaide gibi yapılar doğuyor.
İki yüzü var konunun. İlki, vahşet, şiddet.. insanın birbirini yemesi, kırması, öldürmesi. Büyük ölçeklerde.. Bireysel olarak zaten birbirini öldüren bir toplumda yaşıyoruz. Güçlü zayıfı eziyor öldürüyor. Erkek kadını, zengin yoksulu eziyor. Paranın ve erkeğin gücü.. İnsan denen yaratık böyle bir şey. Puşkin, karısına sarkıntılık eden Fransızı düelloya davet etmişti. İkisi de birbirini vurdu ama Puşkin öldü. Karısını öldürmedi Puşkin. Birbirini öldürme konusunda daha adil bir yaklaşım mıydı? Kaba güç ve pusuya karşılık, evet.
Köktendinci bir inanç, en kapalı ideolojilerden, inançlardan biridir, belki de önde geleni. “Kapalı ideoloji”dir. Yaşayan değil geçmişe aittir, ö dönemin anlayışından beslenir ve “saf”tır. Bu açıdan da ölüdür. Çünkü yeryüzündeki ve toplumdaki devinim, onu aşmıştır. Yeni durum, yeni ilişkiler, yeni anlayış ve düşüncelerle uyumsuzdur. Çatışır, şiddet üretir.
İdeolojiler ölmez gerçi, ama yaşayabilmeleri için yeryüzündeki değişime açık olmalılar. Ben bunlara “açık ideolojiler” diyorum. Açık ideolojiler, canlı dünyadan beslenmek zorundadırlar. Ancak uyum sağlayarak varlıklarını sürdürebilirler. Adaptasyon.. Bu yoksa, bir ideolojinin toplumla, çoğunlukla  bağları kesilir.
Peki köktendinciliğin bu kadar yaygınlaşması ve on binlerce insanı safına çekmesi, köktendinciliğin ölmediğini ve ölemeyeceğini göstermiyor mu? Ve tüm değişime rağmen kapalı ideolojilerin yaşamlarını güçlü bir şekilde sürdürdüklerini?
Burada iki ayrı parametre devreye giriyor olsa gerek. Birincisi, toplumlardaki güçlü adaletsizlikler. Güçlü sınıfsal ayrımlar. Toplumlardaki güçlü ötekileştirmeler. Yaşam standartlardaki büyük farklılıklar. İslam dünyası böyle bir durumda. Güçlü Batının güdümünde. Aşağısında. Yoksulluk sınıf farklıkları kıyaslanabilecek gibi değil. Nüfus, eğitim, yaratıcılık ve daha pek çok alanda alabildiğine geri. Bu itilmişlik yaratıyor.
Din sömürüsü, kitleler üzerinde en iyi işleyen politik ve düşünsel mekanizma. İslam ülkelerinde din toplumları üzerinde bir numaralı belirleyici. Toplumdaki adaletsizliklerin, derin yoksullukların ve ötekileştirilmişliğin giderilmesinde, yanlış olarak kullanılan araçtır din. Yeniden “yüceleşme”nin ve çarenin aracı.

Yanlış dünya, yanlış ideoloji ve insan yaratır
Kapitalizmin ve paranın mutlak egemenliğinin yarattığı yanlış dünya ve yanlış toplumsal ilişkiler bütünlüğüne karşı, “din toplumları”nın (yani hayatları tamamen inançlarla yoğrulmuş) başka bir çıkış yolu arayışları sınırlı. Biz de de din teorisyenleri, “batı uygarlığı”na karşı bir zavallılık içinde geçmişe sarılmaktan başka bir şey ortaya koyamıyorlar. Referansları, İslam dünyasını 700 yıl önce batıran düşünceler; bu kıskaç içinde dünyayı okuma acizliğindeler. Oysa tüm dünya, İslam toplumları bile, şu küçülen ve saniyesinde birbiriyle etkileşmeye giren şimdilik “küçük köy”de, herşey giderek tek “çağdaşlık ölçüsü”ne kayıyor.
   İkinci parametre, insan beyninin plastisitesi. Aydınlanmacı düşünce, 19.yüzyılın bilinçli romantik insanlık düşleri kurarak, bilim ve teknolojinin gelişmesi karşısında artık insanın özgürlükçü kurtuluşunu vazeden pozitivist düşünce, insan beyninin ele avuca sığmazlığı karşısında tam çuvallamıştır. İnsan beyni müthiş bir “plastisite”ye sahip. Düşünce ile beyin arasındaki ilişki açısından bakarsak: Beyin eğilir bükülür, yeniden şekillenir. Bağnazlığa saplanır. At gözlüğü takar. Bir yere saplanır kalır. Nesnel çalışır. Herşeyi görebilir. Bütünü görmez veya görmek istemeyebilir de. Bunda çıkarları da etkin olabilir. Bu açıdan, insan beyni her türlü “doğmatizm”, ama her türlü de yaratıcılık ve özgür düşünce üretebilir. Toplum bunların bütünlüğünden oluşur.
İnsan beyni “saptırılır” (manipüle, endoktrine edilir). Hem saf anlamda hem çıkarlar ve vaatler anlamında.
Herkese bir tek eğitim verseniz bile türlü çeşitli yollardan yürür gider insanoğlu.

Beyin ve uyum
Beynin plastisitesi insana “uyum” özelliği sağlar, bu hem iyi hem kötü. Varoluş ve yaşamda kalma açısından “iyi”. Ama bu plastisite, cinayetlerin, katliamların, ağır sömürü düzeninin, birbirini yok etmenin, dünyayı yakıp yıkmanın da nedenidir. Hele bu beyin, bireysel çıkarlar temelinde, kendini kurtar temelinde, çok kazan ve biriktir ve herkesten daha iyi yaşa temelinde bir çerçeve (toplumsal düzen) içinde yaşıyorsa!
Hayvan düşüncesinde, beyninde bu “plastisite” yok. Hayatını, varoluşunu sürdürme için gerekli asgari koşullarla sürdürür.  Bütün sürüyü yok etmez bir aslan, kendisine ve yavrularına yetecek kadar avlanır. Bir dahaki sefere kadar. Hayvan beyni tamamen rasyonel çalışır. Sağa sola sapması yoktur. Ürettiği düşünce, varoluşunu sürdürmesine yarar. Yavruları dahil.
İnsandaki “fazla akıl” (müthiş öğrenen nöron ağlar) ve bütün bunların yol açtığı uyumsal ve esnek yapı, hem onu var eden hem onu yok eden bir özelliktedir.
İyi mi, kötü mü?
Nasıl bir toplumsal-siyasal- düşünsel düzen kurulmalı ki, hem insanın düşünce ve yaratıcı özgürlüğüne hiç set çekilmesin, hem de insanca, dayanışmacı, birbirini öldürmeyen, beynini yaşayan – açık kaynaklardan sürekli besleyerek “kötülük” üretmesin?!
Yoksa temel mesele bu mu?
***

Gelecek Cuma’ya kadar, sevgiyle ve dayanışmacı kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder