SAYFALAR

31 Temmuz 2015 Cuma

PKK Neden RTE’yi Başkan Yapmaya Soyundu?

Şüphesiz öyle bir niyeti olduğunu düşünmüyorum, ama başlatıp yaygınlaştırdığı silahlı eylemleriyle, RTE’nin erken seçimle parlamento çoğunluğunu ele geçirme niyetleri için fitili ateşledi. Bunu yazıp duruyorum. Şimdi biraz daha ayrıntısına bakacağım.
PKK’nın silahlı eylemlere girişmesinin nedenlerini nasıl anlamalıyız?
Silahlı saldırı, yakma-yıkma, suikast benzeri terör eylemlerini yoğunlaştıran PKK neyi amaçlıyor, bu eylemleriyle siyasi hedeflerine ulaşabileceğini mi düşünüyor?
1) İlk bakmamız gereken nokta, HDP’nin, Selahattin Demirtaş’ın başarısıdır. Yazmıştım: Yüzde 13’ü aşan oy ve 80 milletvekili, HDP’ye Türkiye’nin tüm sorunlarına sahip çıkma ve Türkiye’ye yönetmeye aday bir Kürt partisi olma olasılığını ve yolunu açtı (oldu demiyorum). Kürt meselesi ancak bu çerçevede, Türkiye’nin birliği ölçüsünde makul bir çözüm şansı yakalayabilir.
HDP, PKK’nın salt Kürt hedeflerine kilitli öncüleriyle değil, Türkiye’nin birliğini savunan, gerektiğinde PKK’yı eleştiren Türk solcu ve demokratlarıyla da bütünleştiği ölçüde başarıyla ilerleyebilir. Kürtlerin önemli bir çoğunluğu, Türkiye’nin ta kendisidir. Ayrılmak istemez, bütünleşik bir gövdedir. Bu ülkemizin büyük şansıdır. Ada’daki dostlarım, bu ülke hepimize yeter demekte ve makul bir çözüm istemektedir.
2) S. Demirtaş’ın başarısının sonucu olarak, Kürt meselesinde siyasi mücadelenin zemini genişlerken, PKK’nın silahlı mücadele alanı daraldı. Her ne kadar HDP’nin kuruluşunda, belediye başkan adaylarının ve milletvekillerinin belirlenmesinde, PKK’nın birinci/ikinci derecede etkisi olsa bile. Sonuçta iki ayrı güçlü gövde ortaya çıktı. Bu süreçte, bu gövdelerin karşılıklı durmaları kaçınılmazdır.
3) PKK belirleyici denetimin elinden kaçmakta olduğunu gördü. Seçimlerden hemen sonra, Demirtaş’ı eleştirmeye başladı. HDP seçim sonrası pasif bir siyaset izliyor, dedi; Demirtaş’ın olası bir AKP-CHP koalisyonuna dışarıdan destek açıklaması yapmasına “kabul edilemez” dedi. Hemen 10 maddelik deklarasyonu hayata geçirmesini istedi. Kandil’in neredeyse tüm askeri liderleri bu tür eleştiriler yaptı. PKK’lı unsurları Türkiye’ye yolladıklarını ve en son olarak da silahlı mücadeleye başladıklarını açıkladılar. Tabii 6-8 Ekim 2014 Diyarbakır kalkışması ve 50’yi aşkın insanın ölümü, PKK’nın siyaset üzerindeki silahlı vesayetini hep sürdürme kararlılığını gösteriyordu.
4) PKK’nın terörü ön plana alma kararında, IŞİD’e karşı mücadelede Batılıların desteğini alması, gözdesi olması ve meşruiyet kazanması büyük rol oynadı. Batılılar PKK’nın ağır darbeler yemesini istemez. Nitekim, Türkiye’nin operasyonlarına NATO bile “orantısız güç” kullanılmamasını istedi. ABD ve Batı bu yolda uyarılar yaptı. ABD, Irak Başbakanını bile konuşturttu.
5) Tabii ki, “Çözüm Süreci’nde Türkiye’de, kentler dahil, silahlı örgütlenmesini geliştirmesi de, PKK’ya “ben yaparım, boyun eğdiririm” özgüveni verdi.
6) PKK, teröre başlayarak, Kürt meselesinde, HDP’ye hıza veriyor ve belirleyici konumunu da koruduğunu gösteriyor. Bundan sonra silah mı siyaset mi, ikilemi içinde, PKK tabii ki silah, çünkü bu noktaya silahla geldim, diyor. PKK için Kürt meselesini bir an önce istediği çözüme ulaştırmaktan başka bir politika yok. Bu açıdan, PKK Türkiye değil. HDP’ye de, sen de Türkiye (Türkiye siyasal tablosunun, mücadelesinin bir parçası) olma diyor.
7) PKK silahla aslında HDP’yi de Meclis dışına itiyor. RTE’nin de hesabı bu, HDP’yi baraja takmak. En azından yüzde 1 oyu geri almak. Bir CHP milletvekili dostum “Saadet’ten de en az yüzde 1 ve MHP’den de bir o kadar oy alma” hedefinden bahsediyor. RTE’nin hesabı yüzde 3 oy artışı üzerinde. Tabii evdeki hesap bu..
8) HDP varlığını büyüterek sürdürmek ve gerçekten de etkin bir muhalefet gücü olmak istiyorsa, PKK’yı eleştirmesi, silaha kesin karşı çıkması gerekir. HDP-PKK ayrışması bu anlamda gerçekleşmezse, silahlı terörün siyasal destekçisi ve uzantısı olarak, HDP’nin güç kaybetmesi kaçınılmazdır.
9) PKK’nın yeni bir Ortadoğu vizyonu kazanması da, Türkiye’ye silah dayatmayı sürdürmesinin diğer bir nedenidir: Suriye Kürdistanı, PKK’nın yeni üssü, toprağı, örgütlenme ülkesidir. Üstelik IŞİD’e karşı Batı’nın desteğini alması da bunu meşrulaştırdı. Türkiye’nin Güneydoğusunu da Suriye’nin bir parçası olarak gören bir vizyon gelişti. Bu nedenle PKK güçlü olduğunu hissettiğinde silahı sık sık kullanır. Zayıflayınca biraz, barışı öne süren bir politikaya dönebilir. Geçmişte hep böyle oldu.
10) Suriye Kürdistan’ı PKK için şarttır. Çünkü Irak’ta faaliyetleri ve tüm Kürdistan için liderlik talepleri, Barzani ile ciddi çatışma yaratıyor. Barzani’nin son operasyonlara verdiği destek, bunun dışavurumudur. Ayrıca Barzani- PKK çatışması yıllardır biliniyor, ortak bir kongre bile toplayamadılar.
11) Ayrıca PKK Güneydoğu Anadolu’yu yeraltından denetimi altında tutuyor. Tüm HDP’li belediyeleri de. Dolayısıyla, tüm bu egemenliklerinin tek kaynağı silah ve şiddettir. Amacına ulaşıncaya kadar terketmeyi düşünmeyeceği.
12) Son bir nokta daha: PKK Ağrı- Iğdır’dan güneye kadar olan büyük bir bölgeyi adım adım kontrol altına almaktadır. Sinan Ogan’ın Müyesser Yıldız’a verdiği ve Odatv’de yayımlanan söyleşisi ilginçtir. Eski Ermenistan bölgesi tamamen PKK’nın kontrolüne geçmektedir..
Terörün egemen olduğu bir ülkede hiç kimse kazanmaz. Ne özgürlükler ne demokrasiyi genişletme ne anayasal hak ve özgürlükleri savunma.. hiç bir şey. Ne IŞİD’e karşı etkin mücadele...
RTE’nin güç kazanma olasılığı artar, hepsi bu...
Sanırım ülke bu yolda ilerletiliyor.
--30 Temmuz 2015 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet, Orhan Bursalı


29 Temmuz 2015 Çarşamba

İnsan, “Katı İdeolojiler”den Kurtulabilir mi? İnsan beyni üzerine bazı düşünceler..

CBT Gündem, Sayı 1479, 24 Temmuz 2015



Kan gövdeyi götüren bir dünya, daha doğrusu bir İslam dünyası. Bir “canlı bomba genç”, yüzlerce kişiyi havaya uçuracak bir eylem yapabiliyor. Gencecik insanlarımız parça parça.. Karşımızda güçlü bir “inanç” var. Öyle ki, tüm dünyayı ateşe verebilecek bir güç. İkiz Kuleleri havaya uçuran da bu inanç. Kendini feda ederek tanımadığı insanları katleden de bu inanç. Kafa kesen de, işkence yapan da. İnanç ile siyaset ve iktidar hırsı birleştiğinde, IŞİD, El Kaide gibi yapılar doğuyor.
İki yüzü var konunun. İlki, vahşet, şiddet.. insanın birbirini yemesi, kırması, öldürmesi. Büyük ölçeklerde.. Bireysel olarak zaten birbirini öldüren bir toplumda yaşıyoruz. Güçlü zayıfı eziyor öldürüyor. Erkek kadını, zengin yoksulu eziyor. Paranın ve erkeğin gücü.. İnsan denen yaratık böyle bir şey. Puşkin, karısına sarkıntılık eden Fransızı düelloya davet etmişti. İkisi de birbirini vurdu ama Puşkin öldü. Karısını öldürmedi Puşkin. Birbirini öldürme konusunda daha adil bir yaklaşım mıydı? Kaba güç ve pusuya karşılık, evet.
Köktendinci bir inanç, en kapalı ideolojilerden, inançlardan biridir, belki de önde geleni. “Kapalı ideoloji”dir. Yaşayan değil geçmişe aittir, ö dönemin anlayışından beslenir ve “saf”tır. Bu açıdan da ölüdür. Çünkü yeryüzündeki ve toplumdaki devinim, onu aşmıştır. Yeni durum, yeni ilişkiler, yeni anlayış ve düşüncelerle uyumsuzdur. Çatışır, şiddet üretir.
İdeolojiler ölmez gerçi, ama yaşayabilmeleri için yeryüzündeki değişime açık olmalılar. Ben bunlara “açık ideolojiler” diyorum. Açık ideolojiler, canlı dünyadan beslenmek zorundadırlar. Ancak uyum sağlayarak varlıklarını sürdürebilirler. Adaptasyon.. Bu yoksa, bir ideolojinin toplumla, çoğunlukla  bağları kesilir.
Peki köktendinciliğin bu kadar yaygınlaşması ve on binlerce insanı safına çekmesi, köktendinciliğin ölmediğini ve ölemeyeceğini göstermiyor mu? Ve tüm değişime rağmen kapalı ideolojilerin yaşamlarını güçlü bir şekilde sürdürdüklerini?
Burada iki ayrı parametre devreye giriyor olsa gerek. Birincisi, toplumlardaki güçlü adaletsizlikler. Güçlü sınıfsal ayrımlar. Toplumlardaki güçlü ötekileştirmeler. Yaşam standartlardaki büyük farklılıklar. İslam dünyası böyle bir durumda. Güçlü Batının güdümünde. Aşağısında. Yoksulluk sınıf farklıkları kıyaslanabilecek gibi değil. Nüfus, eğitim, yaratıcılık ve daha pek çok alanda alabildiğine geri. Bu itilmişlik yaratıyor.
Din sömürüsü, kitleler üzerinde en iyi işleyen politik ve düşünsel mekanizma. İslam ülkelerinde din toplumları üzerinde bir numaralı belirleyici. Toplumdaki adaletsizliklerin, derin yoksullukların ve ötekileştirilmişliğin giderilmesinde, yanlış olarak kullanılan araçtır din. Yeniden “yüceleşme”nin ve çarenin aracı.

Yanlış dünya, yanlış ideoloji ve insan yaratır
Kapitalizmin ve paranın mutlak egemenliğinin yarattığı yanlış dünya ve yanlış toplumsal ilişkiler bütünlüğüne karşı, “din toplumları”nın (yani hayatları tamamen inançlarla yoğrulmuş) başka bir çıkış yolu arayışları sınırlı. Biz de de din teorisyenleri, “batı uygarlığı”na karşı bir zavallılık içinde geçmişe sarılmaktan başka bir şey ortaya koyamıyorlar. Referansları, İslam dünyasını 700 yıl önce batıran düşünceler; bu kıskaç içinde dünyayı okuma acizliğindeler. Oysa tüm dünya, İslam toplumları bile, şu küçülen ve saniyesinde birbiriyle etkileşmeye giren şimdilik “küçük köy”de, herşey giderek tek “çağdaşlık ölçüsü”ne kayıyor.
   İkinci parametre, insan beyninin plastisitesi. Aydınlanmacı düşünce, 19.yüzyılın bilinçli romantik insanlık düşleri kurarak, bilim ve teknolojinin gelişmesi karşısında artık insanın özgürlükçü kurtuluşunu vazeden pozitivist düşünce, insan beyninin ele avuca sığmazlığı karşısında tam çuvallamıştır. İnsan beyni müthiş bir “plastisite”ye sahip. Düşünce ile beyin arasındaki ilişki açısından bakarsak: Beyin eğilir bükülür, yeniden şekillenir. Bağnazlığa saplanır. At gözlüğü takar. Bir yere saplanır kalır. Nesnel çalışır. Herşeyi görebilir. Bütünü görmez veya görmek istemeyebilir de. Bunda çıkarları da etkin olabilir. Bu açıdan, insan beyni her türlü “doğmatizm”, ama her türlü de yaratıcılık ve özgür düşünce üretebilir. Toplum bunların bütünlüğünden oluşur.
İnsan beyni “saptırılır” (manipüle, endoktrine edilir). Hem saf anlamda hem çıkarlar ve vaatler anlamında.
Herkese bir tek eğitim verseniz bile türlü çeşitli yollardan yürür gider insanoğlu.

Beyin ve uyum
Beynin plastisitesi insana “uyum” özelliği sağlar, bu hem iyi hem kötü. Varoluş ve yaşamda kalma açısından “iyi”. Ama bu plastisite, cinayetlerin, katliamların, ağır sömürü düzeninin, birbirini yok etmenin, dünyayı yakıp yıkmanın da nedenidir. Hele bu beyin, bireysel çıkarlar temelinde, kendini kurtar temelinde, çok kazan ve biriktir ve herkesten daha iyi yaşa temelinde bir çerçeve (toplumsal düzen) içinde yaşıyorsa!
Hayvan düşüncesinde, beyninde bu “plastisite” yok. Hayatını, varoluşunu sürdürme için gerekli asgari koşullarla sürdürür.  Bütün sürüyü yok etmez bir aslan, kendisine ve yavrularına yetecek kadar avlanır. Bir dahaki sefere kadar. Hayvan beyni tamamen rasyonel çalışır. Sağa sola sapması yoktur. Ürettiği düşünce, varoluşunu sürdürmesine yarar. Yavruları dahil.
İnsandaki “fazla akıl” (müthiş öğrenen nöron ağlar) ve bütün bunların yol açtığı uyumsal ve esnek yapı, hem onu var eden hem onu yok eden bir özelliktedir.
İyi mi, kötü mü?
Nasıl bir toplumsal-siyasal- düşünsel düzen kurulmalı ki, hem insanın düşünce ve yaratıcı özgürlüğüne hiç set çekilmesin, hem de insanca, dayanışmacı, birbirini öldürmeyen, beynini yaşayan – açık kaynaklardan sürekli besleyerek “kötülük” üretmesin?!
Yoksa temel mesele bu mu?
***

Gelecek Cuma’ya kadar, sevgiyle ve dayanışmacı kalın.

RTE’nin yıldızı bir daha parlamaz


Ülkenin o kadar temel konusu var ama biz durmadan iktidar odaklı yazılar yazmak zorunda kalıyoruz. Bizim için de zor bir durum. İktidara yapışmış bir lider ve parti olunca hangi hesaplar, planlar içindeleri anlamak, başlıca sorunumuz oluyor.
Seçmeni biçimlendirmek için AKP/Beştepe’den algı operasyonları pompalanmaya başladı. Bunun ilk işareti, AKP oyunun “yüzde 45’i aştığına” ilişkin piyasaya sürülen palavralardır. AKP’nin tanınmış algı şefi Hüseyin Çelik bildik propagandasını yapıyor.
7 Haziran seçimlerinden önce de, önlerindeki gerçek oranlar yüzde 40 civarını gösterirken, kamuoyuna sundukları oranlar yüzde 47’lerde dolaşıyordu.
Buna benzer daha çok kamuoyunu baskılama oyunları göreceğiz.
***
Cumhurbaşkanı’nın hesapları tutar mı?
Savaş operasyonları ile erken seçimde oy artırma politikası başarıya ulaşır mı?
Bunun için seçmen, “yaşasın hükümet savaşıyor” düşüncesinin şehvetine kapılarak “oyunu bize verir” basit mantığı mı işler?
Yoksa, eyvah oğlum askerde, poliste, okulda, can güvenliğimiz ne olacak yine, biçimindeki yaşamda kalma içgüdüsüyle hükümete red mi ağır basar?
Bu psikolojiyi belirleyecek olan, erken seçime giderken yaşayacaklarımızdır.
Ya “ülkemiz elden gidiyor” ile milliyetçi duygular aşırı noktalara tırmandırılacak ve oylar devşirilmeye çalışılacak..
Ya da ülkede yeni bir korku egemenliği ile RTE’ye hayır ağırlık basacak.
RTE, bir de Davutoğlu’nu ikna etmek gibi bir problem yaşayacak.
Uzun zamandır bu köşede işlediğim görüş, erken seçimin, Davutoğlu’nun siyasi liderlik iradesi ortaya koymasını engelleyeceği ve Davutoğlu’nun earken seçimi değil koalisyonu istediğidir. Gördüğüm kadar, bu düşünce yaygınlaşıyor.
Fakat Davutoğlu RTE engelini nasıl aşacak ve koalisyon kuracak?
AKP içinde, Beştepe/Başbakanlık arasında epey gerilimler yaşanacak bir sürece giriyoruz.
Pazarlıklar mı olacak, Parti’de RTE güçleri Davutoğlu’na karşı ikazlar da mı bulunacak, RTE Davutoğlu’nu oldu bittiler karşısında mı bırakacak..
İzlemeye değer.

AKP Vitrini Gül ile yenilenir mi?
Bu arada RTE’nin kulislere sızan sözleri, doğruysa eğer, yeni bir atağı gündeme getireceği görülüyor. RTE, üç dönem kuralına takılanlardan bir kısmına, elveda ziyaretlerinde durum bakalımn acele etmeyin, bekleyin demiş.
Bu, bir süre önce yazdığım gibi, AKP’nin eski kadrolarla erken seçimde seçmenin karşısına çıkabileceği varsayımını doğrulayacak gelişmelere yol açabilir. Tabii bana sorarsanız, Abdullah Gül’ün de mesela Parti Başkanı veya Başbakanlık düşüncesiyle Parti vitrininin, bu kez seçimleri kazanacak biçimde tasarlanarak seçime gidilmesi.
Gül etkenini devreye sokmayı düşünürse, RTE’nin bir “iktidar paylaşımı”nı da kabul etmesi gerekir. Buna ne kadar hazır olur, bilinmez. Ama parti olarak çoğunluğu yeniden sağlamalıyız düşüncesinin gerçekleşmesinin başka bir yolu yordamı yoksa, RTE bu seçeneği kabul edebilir.
Tabii Abdullah Gül’ün böyle bir projeye bakışı ne olur bilinmez.
Şunu belirteyim: Parti vitrinini üç dönemliklere yeniden yolu açarak yenileme, buy olla seçimi kazanmalarına hiç mi hiç yetmez. Onlar zaten varlarken yüzde 9 oy kaybettiler.
Ama Gül etkeni farklı sonuç verir.

RTE yıldızını yeniden parlatamaz

Ben, RTE’nin “savaş politikasıyla” oylarını artıracağını sanmıyorum.
RTE, savaş yoluyla yıldızını yeniden parlatamaz.
Toplumsal konumu, özellikle Kaçak Saray ile büyük darbe yedi.
Türkiye’nin maliyesini, milletin hazinesi har vurup harman savuran bir Cumhurbaşkanı var.
Bugüne kadar hiç bir Cumhurbaşkanı, kendi lüksü ve iktidar gücünü böyle inanılmaz noktalara tırmandırmamıştı.
Millet bunu görüyor ve konuşuyor.
CHP’nin, RTE’nin Türkiye’ye günlük, aylık ve yıllık maliyetlerini hesaplattırmalı ve düzenli açıklamalıdır. (Çiğdem Toker’in de kulakları çınlasın..) 
Ekonomi sarsılmış, dolar tırmanıyor, ortalığın kaotik hali durulacağa benzemiyor.
ABD ile ittifak bile ülkeye gerekli batı parasını çekemez.
Erken seçimi istiyor, RTE orayı zorlayacak diyoruz, ama bu kısa süreçte yaşanmakta olan ve yaşanacak bütün olaylar RTE ve AKP’nin aleyhine gözüküyor.
Ve bunlar “savaş ve zafer naraları’nın canına okuyacak cinsten olaylardır.

Bütün bunlar, yine de Davutoğlu’na koalisyon kurması için bir şans verebilir.
--28 Temmuz 2015 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Temmuz 2015 Salı

RTE'nin Temel Güdüsü: İktidarını Hiç Bırakmamak


RTE’nin seçimden sonra kilitlendiği tek konudur bu: İktidarı hiç bıakmamak.. Haziran sonu yazdığım yazılar buna odaklıydı (*). Seçimden bu yana attığı tüm adımların yaptığı tüm konuşmaların hedefinde bu vardı. Şeklen, anayasa gereği koalisyonu başlattı. Ama erken seçim için olağanüstü koşulların ortaya çıkması gerekiyordu, yazdığımız gibi, ancak olağanüstü koşullar seçmenin oyunda bir değişime yol açabilir ve erken seçimden yeni bir umut çıkarma denemesi yapılabilirdi.
Şimdi bu olağanüstü koşul gerçekleşiyor.
Dün belirttiğim gibi, büyük manevranın odağında, ABD ile aylardır süren üsler görüşmelerinde aniden anlaşma sağlamak vardı.
İlginç bir şekilde, olaylar bu kadar “mükemmel” üstü üste ve zincirleme gerçekleşemezdi: Üstelik “koalisyon görüşmeleri”nde umut vaadeden ilerlemeler olurken. Yani Davutoğlu ciddi adımlar atarken…PKK’nin silahlı mücadele kararı, infazlara girişmesi, IŞİD’in Suruç katliamı…
Sanki tek elden tek darbe ile erken seçime gidiliyor.
Komplo teorilerine inanacak olsam, PKK’yı eylemlere sürükleyen, IŞİD’e Suruç katliamını yaptırtan “tek merkez” diyeceğim.
Ama PKK’nın çeşitli liderlerinin savaş açıklamaları çok net.
Suruç’ta o robota katliamı yaptırtan “devlet kontrolü” mü? Öyle olsa IŞİD’den merkezi bir açıklama gelirdi.
***
ABD ile yapılan büyük anlaşma ile PKK da yanızlaştırıldı ve arkasındaki destek zayıflatıldı. ABD için, Türkiye’nin IŞİD’e karşı cepheye kazandırılmasından daha önemli bir şey yok şu aşamada. PKK’nin savaş kararları, ABD’ye bile bahane üretti. İşte Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü A. Baskey: "PKK'nın terör saldırılarına karşı NATO müttefikimiz Türkiye'nin kendini savunma hakkına tamamen saygı duyuyoruz..”
Büyük anlaşmalar her zaman küçük zımni anlaşmaları, birliktelikleri geçersiz kılar, ezer geçer. Ankara için en önemli konu, “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e uzanması, Güneydoğu sınırının tamamen PKK/PYD’nin eline geçmesi ve burada bir Kürt Devleti’nin kurulmasıdır. Bu durumda Ankara Güneydoğu bölgesini “kayıp” olarak görmektedir. IŞİD’e destekleme gerekçelerinden biri de budur. IŞİD’i “Akdeniz Koridoru”nun gerçekleşmesine karşı bur kalkan görmesi.. (ideolojik, sünni yakınlaşma vb. bir yana).
Fakat sanmayın ki bu salt RTE’nin politikasıdır. TSK da bu düşüncededir.
CHP de iktidarda olsaydı, bu gerçekten kaçınması mümkün değildi. Nitekim CHP, savaş kararı alan PKK’nın kamplarının vurulmasına karşı söz söylemedi. Seçmen kamuoyunda hızla dışlanması ve iktidarın CHP’ye karşı büyük siyasi saldırıları gündeme gelirdi.. Üstelik erken seçime doğru hızla yol alınırken (CHP seçime hazırlığı 1.derecede alarm düzeyine çıkardı mı?!)

PKK’ye verilen destekler yanlıştır
“Kürt Meselesi”nde makul bir çözüm - anlaşma, ancak üniter birlikteliği koruyan bir düşünce içinde gerçekleşebilir. Ama PKK “azami programı”nı, her zaman dile getirdiğim ve ortaya attığım gibi, siyaset üzerinde silahlı vesayeti dayatarak gerçekleştirmek istiyor.
Bu mümkün değil. Türkiye’nin çökmesi koşullarını gerektirir.
PKK için “siyasi mücadele, HDP’nin Meclis’e girmesi”, ikincil derecede ve “silahlı mücadeleye hizmet ettiği sürece” sürece önemli. HDP’nin Meclis’te bir Kürt Partisi olarak varolmasını önemsemediler. Demirtaş’ın “silahları bırakma” çağrısına, yanıt veriyor:
HDP’den bazı kişilerin AKP’nin bu oyununa gelerek silah bıraktırma adresi olarak Önder Apo’yu göstermeleri büyük bir yanlıştır. Bu, AKP’ye, ‘Önder Apo’ya baskı uygula” demekle eşdeğer bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım ne niyetle yapılırsa yapılsın son derece apolitik, yanlış bir yaklaşımdır ve asla kabul edilemez.
PKK, meydanların işgal edilmesinden tutun, bir dizi kitlesel ve “gerilla eylemi”ni şart gördüğünü açıklıyor. Ama bunlar, “Kandil politikasına adapte olmuş” medya silahşörlerinin yorumlarında sıfır etken olarak görülüyor.
Demirtaş’ın siyasi yükselmesini, ayrıca PKK tehlikeli buldu gibi. Kürt Hareketi’nin, en azından kamusal imaj bakımından Demirtaş’ın denetimine girmesini ve PKK’nın dışlanıp zayıflamasını kabul edilmez görüyor gibi.
Açmazlar çok.
Yazıyı bağlarsak: RTE çizdiği erken seçim ve 276 milletvekilini bulma rotasında ilerliyor, şimdilik…

(*) "RTE: Öncelikli amaçları iktidarı hiç bırakmamak".. evet bu gerçekleşiyor 30 Haziran http://orhanbursali.blogspot.com.tr/2015/07/koalisyon-rte-oncelikli-amaclar-iktidar.html
---27 Temmuz 2015 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet