Hiç şüphesiz ki, içinde bulunduğumuz süreçte kimin ne
dediğini, kimin ne yazdığını, kimin neyi sakladığını ve yazmadığını, kimin
bağımsız bir gazeteci tutumu almak yerine şakşakçılık yapmayı tercih ettiğini
belgeleştirecek birileri çıkacaktır.
Şu içinde yaşadığımız “barış süreci” üzerine, ülkeyi dolaşan
Patronun Adamları da (şu akil
sözcüğünü artık saplandığı b.k’tan kurtaralım) tarihte müstesna yerlerini
şüphesiz alacaklardır... Ama onlara gelinceye kadar, tarihin altını çizeceği ne
kadar insan, not, olay, söz var, say
say bitmez... Dikkat edin, tamamen tarafsız durdum! Bunlara, en hafifinden
ihanet vb gibi sözcüklerin eşlik edeceğini ve bir yüzkaralığın peşlerini
bırakmayacağını söylemek, kâhinlik değil. Geçmişe bakmak yeterli!
Medya bir beyaz kağıttır, veya üzerine hiç bir görüntü veya
yazı düşmemiş bir boş ekran, veya uzayda henüz dalgalanmamış bir ses.. Her
sabah bir şekilde bu “medya” dolup dolup boşalıyor, kimler nelerle nasıl dolduruyor
“medya”yı..
Meselâ Bakanlığa getirilmiş Ömer Çelik bey.. Eminim düne kadar “Türk olmaktan” sık sık gurur duyardı. Şu söylediklerine bakın: “Devlet kurulurken ulus devlet mantığı içinde
tektipleştirici bir devlet kurulmak istendi.... Türklerin bile hafızalarında
karşılığı olmayan bir Türkçülük ve milliyetçilik üretildi..” Bunları kime
söylediği önemli değil, söylemesi önemli.. Ne tarih bilgisi var, ne devletlerin
ve ulusların nasıl oluştuğuna ilişkin bilimsel araştırmalarla tanışıklığı...
Herhalde Türkiye’nin tam işgal edildiği 1918-19’larda
yaşasaydı Ömer Çelik ve feyz aldıkları, Başbakanı, Davutoğlu’su ve ilh., baştacı edilirlerdi ve Ulusal
Kurtuluşçu’lara karşı savaşırlardı.. Tabii o dönemde yaşasalardı böyle bir
yüreğe sahip olabilirler miydi üzerine spekülasyon yapmak abesle uğraşmak
olur.. Ama bu ekibin, işgal ve Kurtuluş
Savaşı sürecindeki izdüşümlerini, yani kimlere denk düştüklerini kitapları
açan herkes görebilir.. Veya 95 yıl öncesinin, milletin tam anlamıyla silip
süpürdüğü ve tarihin çöp sepetine attıklarının, sanki canlanıp ayağa kalkıp gölgelerinin bugüne
ulaştığını sanabilir!
Bakanlık koltuğuna oturtulmasının nedenini daha iyi mi
anlıyorum bu demecinden sonra? Belki! Ertuğrul
Günay bunları söyler miydi, bilmiyorum. Çelik’in bu dönüşümü tam ne zaman
gerçekleşti, tahmin ileri sürülebilir: Başbakanın “Türk ve Kürt milliyetçiliğini ayakları altına alması”ndan bu yana
olabilir mi?!
Medyayı dolduranlar, siyasetçiler ve bunlarla ilişkili bütün
diğer dünyalarda, kişinin kendisi olması
bu ülkede bu kadar zor neden olabiliyor? Yoksa bu “süreçlerde” rol kahramanları
asıl benliklerini mi dışa vuruyorlar?
Olguları örtbas etmek derken, son yaşanan bir örneği
özellikle belirtelim: Mesela “süreçten yana” olanlar, ekranlarda ve Kandil’deki
açıklamalarda şu cümleyi neden saklama gereğini duyuyorlar, ve hiç bir şart yok herşey güllük gülistanlık
diyorlar? Bunu biz değil kendileri izah etmeli: “Kürt halkı özgürlük mücadelesiyle önemli bir düzeyi kazanmıştır.
Kürt
halkı, Türkiye’de kimliksiz ve statüsüz yaşayamayacak bir noktaya gelmiştir”.
Oysa Karayılan’ın açıklamarı içinde tek ilginç, yeni ve durumu açıklayan ve
benim de esas gördüğüm (ve başından beri de bildiğim!) cümle buydu!
Neyse, başka bir konuya geçelim
Milli
Merkez Kurultayı
İzmir Kitap Fuarı’nda isyankâr, içine itildiğimiz durumu
asla kabul etmeyen mücadeleci İzmirlilerle beraber olmak keyif vericiydi. Bir
kucaklaşma, dertleşme, gönül alış verişi.. Hepsine çok teşekkür.. Mustafa Balbay’ın kafesi arkasına da
geçtik ve kitaplarını imzaladık..
Bazı okurlar şu soruyu yönelttiler: Milli Merkez hakkında ne düşünüyorsun.. Recep Bey (+Apo)
Anayasası’na karşı oluşmuş bir halk, bir millet hareketi! Karşı çıkmak ne
mümkün! Şüphesiz desteklenmeli! Umarım genişleyerek yayılır ve Başbakan Recep
Bey’in Başkanlık veya kendisini ülkede yasal en büyük tek otorite haline
dönüştürecek Anayasasını engelleyici büyük bir güç haline gelir..
Gördüğümüz kadar çok farklı kesimleri kucaklıyor.. Önemli
olan, süreci iteleyen güçlerin, bu farklı yapıyı gerçekten yönlendirecek
olgunlukta davranıp davranmayacağıdır. Hiç bir kırgınlığa veya dışlamaya izin
vermeyecek bir olgunluk.. Öyle ki, bu hareketin hedefine ulaşması uğruna,
gerekirse kendi partisel çıkarlarını bile hiç önemsemeyecek bir özveri ile..
-- 29 Nisan 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder