CBT Gündem, sayı
1339, 16 Kasım 2012
(Bu yazıyı yayınlamayı unutmuşum!)
Üniversitelerdeki
büyük yapısal değişimlerin yönlerini görebilmek için, üniversiteyi yönetenlerden
bazılarının kendilerini tutamayıp dışa vurdukları (veya kaçırdıkları ağızlarından)
sözlere bakmak yeterlidir. Büyük çoğunluk çekeceği şimşekleri düşünerek henüz
susuyorlar!
Geçen hafta kaçıran
iki üniversite yöneticisini gördük. Bunlardan biri Prof. Dr. Nevzat Tarhan Üsküdar Üniversitesi diye
bir kurumun kurucu rektörü imiş. Askeri kökenli Tarhan TV’lerde iktidar ve
ortaklarının, “pisikiyatrik açıdan” her
zaman savunuculuğunu yapmakla tanınıyor. Bu “üniversite” neyin nesi
kimin fesi doğrusu merak etmiyorum, ama kurucu rektörü, kimlerin kurumu olduğunu
göstermekte.. Şimdi bunlara boşverelim de Tarhan ne demiş ona bakalım. Bir kaç
gün önceki Cumhuriyet’ten özetliyorum.
Tarhan bu açıklamayı,
Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi öğrencilerinin oluşturduğu Din Kültürü
ve Ahlak Bilgisi Eğitim Kulübü Başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin, makamlarında
kendilerini ziyareti esnasında yapmış:
“İnternet, kıyamet alâmetleri arasında sayılan
Dabbet-ül Arz olabilir. İslam dünyası henüz bu alamet üzerinde görü birliğine
varmış değil. Dabbet-ül Arz yerde debelenen bir canlıdır, internet de fiber
optik altyapısı ile sinizoidal dalmga frekansı ile çalışması nedeniyle
debelenen bir görünüm sergiliyor. İnternet, Dabbet-ül Arz gibi iyiye veya kötüye
hizmet edebilir, iyi insan yetiştirmeyi amaçlayanların interneti bu amaçla
uygulamaları dini bir vecibe- zorunluluktur...”
Gördünüz mü,
bir üniversite kurucu rektörünün artık üniversitesini hangi temeller üzerinde
inşa ediyor! Öğrencilerine neleri nasıl öğretecek dersiniz? İşte vakıf üniversitelerinden
bir kesimin yapılanması tamamen bu temelde gelişiyor anlaşılan..
***
İkinci yönetici
örneği, bir devlet üniversitesi dekanı.
Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Dekanı ve felsefe profesörü Prof. Dr. Teoman Duralı, iktidara yakınlığıyla
bilinen Haber7’ye yaptığı açıklamada üniversitelerin medrese olmasını istiyor: İmam hatiplerin müfredatı
genelleştirilip tüm okullara uygulanmalı.. Neden üniversite adını veriyoruz,
adını medrese koyalım, Fakültelerin isimleri de mektep olsun.. Bir tarafta üniversite
diğer tarafta medrese ayrımı çok tehlikeli. Bu ülkenin bölünmüşlüğüne son
vermek lazım artık...”
Bu güzide mi güzide felsefe profu bir kılıç
darbesiyle bakın eğitim meselesini nasıl çözüyor:
“Şimdiye kadar bu din eğitimini yasaklamak
suretiyle sağlanıyordu, şimdi de din ile dünyayı birleştirmek zorundayız. İmam
hatiplerin müfredatının genelleştirilip tüm okullara uygulanması gerektiğini
savunmuşumdur hep, en başta da askeri okullara. Disiplin, hayatın her
alanında gereken bir şey. Askerlik dış disiplinle veriliyor. Din iç disiplini
sağlıyor. İç disiplin olmadan dış disiplin bir kabuktur. Müslümanlar da iç
disiplin var ama dış disiplinden yoksun. Dış disiplin olmadığı için hercümerç
haldeyiz. Müslüman olmayana kendi dininde ders verilir, Alevi vatandaşa da özel
müfredat hazırlanır. Ama şart olan şey yetişenin din bilgisiyle donanmış olmasıdır.
Bu sadece dindar yetiştirme babında değil, dinsiz olacaksa da niye dinsiz olduğunu
bilsin.”
Hadi bakalım...
Kimbilir daha
neler var neler..
***
Burada basında Melih Aşık’ın Atatürk Kültür Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu’na Başbakan ve Cumhurbaşkanınca yapılan atamalarını gündeme
taşıdı. Bu atamalar da baştan sona garip ve kurumun doğasına tamamen aykırı.
Melih Aşık’ı
okuyalım:
“Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek
Kurumu Başkanlığı’na Profesör Derya Örs
atandı
Görevi nedir bu kurumun? Anayasa’nın
134. maddesi:
“Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü,
Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak...”
Başbakanlığa
bağlı bu kurum; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi’nden oluşuyor... Atatürk’ün
vasiyetnamesinde belirtilen kaynaklarla besleniyor.
Peki kurumun başına atanan
Sayın Derya Örs’ün.. üniversitenin birinci sınıfından itibaren ilgilendiği
konuları, çalışmalarını, uğraşlarını gözden geçirdik.
Atatürk, Türk tarihi, Türk
dili ile en küçük ilgisini göremedik.. Ankara Üniversitesi
Fars Dili ve Edebiyatı
bölümünü bitirmiş. Kendi özgeçmişinde araştırma ve çalışma alanları:
“Klasik ve
Modern Fars Dili ve Edebiyatı; Yazma Eserler; Mevlana
ve Eserleri” olarak belirtiliyor...
Üyelikleri: Türkiye
Yazarlar Birliği ve Mevlana Araştırmaları Derneği..”
Melih Aşık sürdürüyor:
“Yüksek Kurum 4 birimden oluşuyor... Bunlar Atatürk
Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi.. Bu birimlerden Atatürk Araştırma
Merkezi’nin başına da geçen ay yine Atatürk’le ilgili hiçbir çalışması
bulunmayan bir isim getirildi: Mehmet
Ali Beyhan...
Beyhan’ın özgeçmişi Atatürk Araştırma Merkezi’nin internet
sitesinde Sayın profesörün kitapları, makaleleri, bilimsel çalışmaları sıralanmış
orada...
Atatürk adına tek bir araştırması, tek bir makalesi, tek satırlık
yazısı yok.
Görev tanıtımı şöyle:
“Halen İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde profesör olarak görev yapan Beyhan, Osmanlıca,
Yakınçağ Osmanlı Tarihi Metinleri ve Yakınçağ Osmanlı Tarihi Kaynakları üzerine
dersler vermektedir...”
“Bu arada 2. Abdülhamit’le ilgili çalışmalar yapmış... Yüksek
Kurum, adı üstünde, Atatürk, dilimiz ve tarihimizle ilgili ciddi bilimsel
araştırmalar yapmakla yükümlüdür...
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın imzalarıyla yapılan
bu iki atamada ne ciddiyet, ne iyi niyet gözleniyor.
Amacın ne olduğu da açıkça
seziliyor...”
***
Şimdi bu
iktidarın üniversite ve yüksek kurumlara atamalarına bakınca, kültürel olarak
nasıl berbat bir ortam yaratmaya çalıştıklarını net olarak görüyoruz. Yazık ki
yazık.. Buradan bir şey çıkmaz..
Gelecek Cumaya
kadar bakalım neler olacak!
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder