28 Şubat 1997 “Postmodern Darbe” üzerine yazmayacaktım. Zaten, yıldönümlerinde yazmamışım da. “Kadın” konusu gündemimde olacaktı... Dün akşam için HaberTürk’ün “28 Şubat’ı konuşacağız..”daveti gelince ve bir başka randevu nedeniyle katılamayınca, orada söylemeyi tasarladıklarımı ana başlıklarıyla yazayım dedim..
Şüphesiz, askeri darbeler kötüdür. Bu darbeler, daha önce de yazdığım gibi, her zaman dinci-sağcı partileri büyütmüş ve iktidara getirmiştir. Asker, zaten genellikle “sağcıdır”. Bu sağcılığının temelinde, belki bugün değilse artık, geçmişte “‘Amerikancılığı” ve onun komutasında “Komünizme karşı ileri karakol görevi” yatar. Askerin sadece “Ordu Partisi” vardır. Askeri darbeler zaten ya doğrudan ya dolaylı, kişisel hayatımızı olumsuz etkilemiştir.
Bazı tarih anlamazlar, Ordunun artık mezara gömülen vesayetçiliğini ve darbeciliğini, taaa İttihat Terakki dönemlerine (bazı zırtapozlar da Atatürk’e..) bağlar! Halbuki yakın dönemi analiz etme yetenekleri olsa, karşılarında “Amerikancılığı” ve “‘Amerikan vesayetçiliğini” göreceklerdir. Ama bu bakış işlerine de gelmez, baksalar bile göremezler, çünkü bu tür tahlilcilerin hepsi Amerikancı olmuşlardır! (Ordu ise Türkiye’nin Ordusu yolunda ilerlemiştir bugün, ABD’nin Ordu’ya ihtiyacı kalmaması da burada önemli rol oynamıştır.) Bu, ayrı yazı konusu.
***
Askeri darbeleri, ister klasik ister post olsun, süreçler belirler. Geçmişe “iyi –kötü” demeden “Tarih yorumcusu” olarak yaklaşırsanız, 28 Şubat 1997’nin hem öncesine hem de sonrasına bakacaksınız. Olay, öncesi ve sonrası ile bir bütündür... Önceki darbeler de öyledir!
Şüphesiz, bu yaklaşım, darbeleri meşrulaştırmak anlamı taşımaz, bilimsel tutum, süreci anlamaya yöneliktir.
28 Şubat öncesine bakarsanız- şüphesiz ki siyasetçiyi, kalitesini, yönetim tarzını, yapamadıklarını, kötü politikalarını görürsünüz.
Erbakan’ın (Allah rahmet eylesin!) “Gulu gulu” dansını, “adil düzene geçeceğiz bu tatlı olacak kanlı mı” gibi sözlerini, ülkede ne kadar tarikat ve cemaat lideri varsa başbakanlığa toplamasını, parti liderlerinin “biz bu zulüm düzenini yıkacağız, şerit düzenini getirecez” benzeri sözlerini vb unutmayın.
Öğrenim Birliği neredeyse ikiye bölünmüştü, Türkiye’de iki “ulus”un yanyana yaşayacağı bir eğitim düzeni kuruluyordu.. Neredeyse dünyada sadece Türkiye kalmıştı zorunlu eğitimin 5 yıl olduğu! Ülkenin acil ekonomik sorunlarına orta vadeli plan ve projelerle yaklaşmak diye bir sorunu, hiç bir partinin yoktu... Bir kriz bitiyor, diğeri başlıyordu vb. İktidarlar, iktidarda kalabilmek için dini ana araç olrak kullanıyorlardı..
Denebilir ki, tamam kardeşim, seçimler oluyor, bıraksalardı da halk devirsin.. Devirsin tabii! Ancak toplumların hayatı öyle “bırakın..”la geçmiyor...
Bir ülke siyasal, ekonomik ve toplumsal istikrarsızlığa düştü mü, düşürüldü mü, başka süreçler ve dinamikler işlemeye başlıyor.
Ben bütün askeri müdahale öncesinde, kötü siyasetçiyi ve kötü yönetimlerini görüyorum! Başarısız- yeteneksiz, ülkeyi derleyip toparlama umarsızlığı içinde, siyaseti günlük veya dönemlik –kendi veya gurubunun- çıkarları için yapan, bir gelecek bakışı olmayan, o kötü siyasetçiyi!
27 Mayıs, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 ve 27 Şubat 1997’nin arkalarında hep kötü siyaset ve yönetimler vardır..
***
Ama bu durum özellikle Türkiye için geçerlidir! Avrupa’nın yanıbaşında bir başka ülke, böyle kötü yönetilmemiş ve böyle darbe üzerine darbe yaşayan ülke olmamıştır!
Bu durumda da, öncelikle, ülkemiz üzerindeki Amerikan vesayetini, hegemonyasını vurgulamamız gerekir...
Washington’dan icazet almayan, iktidar olamamış veya iktidarda kalamamıştır... Bu dinamizm öylesine çalıştırılmıştır ki, Amerikancılık, seçimlerde oya dönüştürülmüştür...
Amerikancı olmayan sadece iki lider, Erbakan ve Ecevit, çok kısa iktidar olabilmişlerdir.
Ama Erbakan, milleti ayrıştırıcı değil bütünleştirici, doğru ve iyi bir siyaset izleyebilseydi; politikasını din ekseninde sürdürmeseydi ve Türkiye’yi Türkiye yapan olguları tanıyabilseydi... Bugün belki de büyüyen bir ulusal lider olabilirdi! Erbakan’ın, Atatürk aleyhine tutumunu anımsamıyorum..
Ayrıca sanayileşme söylemi doğruydu, ancak yaptıklarının hepsi yanlıştı! Sanayileşme konusundaki düşünceleri doğruydu, ancak, bunun orta ve uzun vadeli bir devlet politikasıyla gerçekleştirilebileceğini görmeli ve bunları bir plan ve programa bağlamalıydı.
***
Herneyse, ilk kez yıllar önce bu sütunlarda dil gelen şu olguyu vurgulayalım: AKP, bir 28 Şubat ürünüdür!
Erbakan’ın politikasından ders çıkardılar, ama AKP’yi iktidara getiren bu ders olmamıştır; 27 Şubat 1997 sürecinden sonra iktidara gelen sözde sağ “merkez partileri”nin, ülkeyi tam bir talan dönemine, 2001 yılında da tarihin en büyük iflası içine sokmalarıdır..
---1 Mart 2011 /Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder