Aslında bu yazının yeri belki de burası değil, Aralık ayı sonunda yayımladığım makalelerin tartışma-okur notuna koymak istedim. Uzunluğu nedeniyle koyamadım, Üçe dörde bölmem gerekiyordu belki de! Ama buraya kısmet oldu... Neyse, affola diyeyim :-)) Hemen arkasından Ara Güler üzerine daha keyifli bir yazı gelecek!
“Komşularla sıfır sorun” konusunda yazdığım yazılar, bazı okurlar arasında negatif duygulara, eleştirilere yol açtı.
Örneğin, Erim Ünsal, özetle, Ahmet Davutoğlu'nu neden başarılı bulduğunuzu,neden övdüğünüzü anlayamadım... Lütfen daha somut, daha anlaşılır bir yazı daha yazın. Çünkü bana göre bu bakan için değerlendirme yapılırken şunlar sorulmalı BOP eşbaşkanın maşası olup bölgede ABD arabuluculuğuna soyunan, İran'ın birkaç kez arabuluculuğunu reddettiği, Suriye-İsrail arabuluculuğu reddedilen, Ermenistan açılımında (Azerbaycan'ı küstüren) sınıfta kalan bakan kim?, biçiminde sorular yöneltti.
Selami Aksoy: “Davutoğlu'nun politikalarını olumlayan yazınızı şaşkınlık içinde okudum! Ama öyle sitemkar bir şaşkınlık değil lütfen yanlış anlamayın, meraklı bir şaşkınlık, çünkü bence "politika" bir bütünlük içerir yani dışişlerinde öyle başka bir yerde farklı olamaz eğer öyleyse bir takiyye söz konusudur... Şimdi Sn.Davutoğlu'nun değerli heykeltraşımız Mehmet Aksoy'un heykeliyle ilgili görüşünü okumuşsunuzdur, Sn.Başbakanı desteklediğini söylemektedir. Takiyye işte böyle bir şey, işine geldimi "sıfır sorun" işine gelmedimi de "ucube bir şey".
Selami Aksoy, daha sonra şöyle yazıyordu:
“Yanıtınızı 30 Aralık tarihli yazınızla da birlikte okuyunca algılamamdaki farklılık ortadan kalktı ve içim rahatladı. Keşke burada yazdıklarınızdan birer cümleyi yanlış anlaşılmalara karşı önlem olarak 28 Aralık yazınızda da kullanmış olsaydınız diye aklımdan geçmedi değil. Yazınızda yer alan, okurlarınızdan gelen kabul edilemez derecede antidemokratik, katı ve kavrayışsız tepkilerle ilgili yakınmalarınıza aynen katılıyorum..”
Kamil Aksoy ise : 26 ve 27 Aralık tarihli gazetelerdeki yazılarınızı ve haberinizi de dikkatle okudum. Parti ayırt etmeksizin; ülkemizin dış politikası ve stratejisiyle ilgili yazdıklarınıza ilkesel anlamda neredeyse tamamen katılıyorum. Dış politikamızın, soğuk savaş sonucu 1950'lerden başlayarak oluşan, ulusal çıkarlarımıza da çoğu zaman ters düşen ve bize de gerçekten hem bütçesel hem de ideolojik açıdan çok pahalıya malolan yanlış konumlanmasının teşhisinde sizinle aynı düşüncedeyim.
“Ancak bu konuda özellikle 26 Aralık günkü yazınızda yer alan görüşlerin, AKP ve DAVUTOĞLU bağlamında amacını oldukça aştığını düşünüyorum. Bu yazınızdan, ilke olarak doğru ifade ettiğiniz dış politika ve stratejinin, sanki AKP ve DAVUTOĞLU politika pratiğiyle tamamen örtüştüğü ve artık geçmiş hatalardan tamamen arınarak mükemmele ulaştığı gibi bir algı oluşmaktadır.
“Doğrusu ben bunu dediğinizi düşünmek istemiyorum. Nitekim 27 Aralık yazınızda bu konuda daha eleştirel yaklaşıyorsunuz konuya. Ben AKP ve DAVUTOĞLU'nun izledikleri dış politika ve stratejilerde sizin çizdiğiniz çerçevedeki ulusal istek ve iradeyle, ulus yararına sizin öngördüklerinizle tutarlı bir ideolojik bütünlükle davrandıklarını düşünmekte zorlanıyorum.”
Yine yazıştığım Gürsel Çuncü, “26 aralık tarihli yazınızda Türk dış politikasını övücü sözlerinizi okuyunca bir an için eksen kayması dış politikada değil de Cumhuriyetin yetkin yazarı Bursalı'da mı olmaya başladı diye düşündüm. bugünkü ve dünkü yazınızda 'eşbaşkan'ın söylemlerine değinmemişsiniz. BOP'u nereye koyacağız. yoksa BOP rafa mı kalktı.” diyordu.
Yanıtlar:
Okurlara yaptığım bazı açıklamalar şöyle: Yazılarımın odaklandığı nokta, Türkiyenin komşulariyla sorunlarını halletmeye yönelik politikadır! Kim olursa olsun, bunu önemsiyorum ve destekliyorum... Arabuluculuk ise başka bir olaydır, yazılarımda bu konu yok. Ayrıca, Erdoğan’ın İslami Liderlik hevesleri ve çabası da bu yazının konusu değildi. “Sıfır sorun” şimdilik sadece Suriye konusunda başarılı oldu. Sonraki iktidarlarin da bunu devam ettirmesi gerekir.. CHP iktidarı farklı mı davranacak? Sıfır sorun bir stratejik vizyondur! Yani uzun vadeli olarak düşünülmeli.. Bunu doğru bulmak, iktidarın dış politikasının bütününe destek anlamı taşımaz ve bütününün tutarlı olduğu anlamına gelmez. Komşularla ticaret, alış veriş büyük ölçüde arttı! Komşularıyla bu kadar kavgalı olan dünyada başka bir ülke de bulunur mu bilemem.. Biz onlarla kavga ederken, Batı ve Amerika olayın bütün ekonomik kaymağını yiyor, insan sadece buna baksa, yıllardır hangi aptallıklar içinde yüzdüğümüzü olduğumuzu görür! Bu konudaki ana stratejik düşüncelerim, bahse konu iki yazımda vardır ve onları burada tekrar etmiyorum.
Başka bir nokta, emekli büyükelçi Süha Umar’ın Cumhuriyet’te Leyla Tavşanoğlu ile yayınlanan söyleşideki (2 Ocak 2011)düşünceleridir. Umar, sıfır sorun konusunu tek taraflı taviz politikasi gibi ele alıyor. Bu ise ayrı bir noktadır. Türkiye ulusal çıkarlarından ve haklı olan tutumlarından taviz vererek sıfır sorun politikası izleyemez. Buna ülkede cesaret edecek bir iktidar çıkabilir, ama orada zor kalır. Bu ister AKP ister CHP olsun!
Şüphesiz, konuya ikircikli yaklaşımın nedenlerinden biri de, bu politikada AKP’nin damgası olmasıdır. Ayrıca “komşularla sorunları çözmek” yaklaşımının, Erdoğan ve Davutoğlu’nda “Ortadoğuda arabuluculuk” politikalarıyla ve “Ortadoğu’da İslami liderlik” hevesleri ile karışması ve birleşmesidir.
TKP MK Üyesi
Bu bağlamda İnternet ortamında yayımlanan bir eleştiriye daha ayrıntılı değinmem gerekir. Gerekirlik, o kişinin Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi olmasından ileri geliyor! Kemal Okuyan “Bir Cumhuriyet yazarının özgür Türkiyesi!” başlıklı yazısında, Türkiye’nin artık çok merkezli ilişkiler içinde olması gerektiğini, dünyanın batı eksenli yapısından kurtulma çabası içinde olduğunu, artık Türkiye’yi eski yanlış ekseninde tutmanın zor olduğunu vurgulayan yazımdan alıntı yaptıktan sonra, “Cumhuriyet yazarına, cesaretinden dolayı bravo! Gazetenin bilim ve teknoloji şefi olduğu, köşesine Bilim ve Siyaset adını uygun gördüğü için iki kez bravo! Siyaset alanına bundan daha bilimsel yaklaşılamazdı!” diyor! Sonra çok değerli “nesnel” ve “analitik” (!) düşüncelerini sıralıyor: “Yazılarını takip edenler, Bursalı’nın neler yaptığını bilirler (neler yapmışım, hadi bir iki şey söyle bari! Binlerce makale yazdım?!), “Cumhuriyet okurlarının bir bölümünden ne kadar tepki aldığını da” (iki tane eleştiri ve çok sayıda destek geldi, okurların bütünüyle fikirbirliği içinde olmaya çalışmak için her halde ya yağdanlık ve kişiliksiz ya da başka düşüncelere izin vermeyen “bir faşist birlik içinde” olmak gerekir)…
Bu pek sayın ulema sürdürüyor: “Bize düşmez ama AKP’nin içini çöpe atıp, dışını bize yedirmeye çalışan bu “bilge” yazarını (Önce Bilim ve Siyaset köşe adını aşağıladı, şimdi sıra kişisel aşağılamaya geldi! Yahu dur, ne beni tanırsın ne ben seni, daha ortada fol yok yumurta yokken yazına aşağılayarak başlamak, nasıl bir kafa yapısıdır!) aslanlar gibi savunan Cumhuriyet gazetesine de bravolardan pay ayırmak gerekiyor sanırım. (Durup dururken Gazeteye de çattı! Bu adamı atın oradan mı diyor, ne diyor allahaşkına!” Bir dizi anlaşılmaz vikiliks gevezeliklerinden sonra, Cumhuriyet’e yönelik diyor ki “Birileri, (bazı Cumhuriyet yazarları) Erdoğan’ın ABD ve AB tarafından tahttan indirilebileceğine inanıyor, Bursalı gibileriyse AKP’nin Türkiye’yi Amerikancı bir dış politika pratiğinden uzaklaştırdığına… Bir taraf böyle giderse AKP’nin ipini çekerler diye, öteki taraf böyle giderse Türkiye özgür ve bağımsız bir ülke haline gelir diye seviniyor… Kolay gelsin, Cumhuriyet’in işi zor!”
Bu gevezeliklere hiç gerek yok, okura, sana ve harcanan zamana yazık.. Nihayet doğrudan konuya ancak gelebiliyorsun: “Söylemeden edemeyeceğim, sevinçlerden sevinç beğeneceksek, Orhan Bursalı’nınkini elbette yeğlerim; gerçek olsa, Türkiye’nin Amerikancı eksenden uzaklaşmasına elbette sevinirim. Halk düşmanı bir siyasi iktidarın emperyalistler tarafından günü geldiğinde derdest edilmesi ise kendi başına ne bir sevinç kaynağı olabilir ne de avuntu. Sorun şu ki, Orhan Bursalı yanılmakta, daha doğrusu uydurmaktadır.”
Hah şöyle! Bizim Türk aydını konuya zar zor gelebiliyor!
Sonra kendince bir dünya analizi yapıyor ve “ABD’nin yolun sonuna geldiğini ileri sürenler ABD’ye hizmet ediyorlar. 90′ların ilk yarısında yeni yüzyılın Japonya’ya yazacağı söylenirdi, şimdi bu tezin sahipleri ortada gözükmüyor; sonra Avrupa’nın yeni hegemonik güç olduğu ileri sürüldü, şimdi Çin, Rusya, Hindistan sahne alıyor “ABD’yi bitirme” oyununda… ABD bitmiyor, kapitalist sistem bir bütün olarak tekliyor, düzen tesis etmekte zorluk çekiyor.”
Karşımıza mutlak ve ebedi bir emperyalist güç çıkartıyor yazar. Bu fikir çok güçlüdür! Konuya, ebedi ve ezeli bu “kadim yaklaşım”la bakıyor: Mesele kapitalist sistemin kendisidir! O, çökecek olandır!
Kapitalist sistem çöker mi nasıl ve ne zaman çöker, yoksa çözülür mü, iyice evrimleşir mi.. Bunları bilemem (Bu konuları tartıştığım kitabımı önerebilirim: Bilgi Toplumu Sınıfı, Dünya ve İktidar Sorunu, Türkiye Bilimler Akademisi yayını).. Ama eşitsiz gelişme, kapitalizmin özünde vardır. ABD görünür gelecekte tepede kalmayacaktır! Kapitalizm, birbirini yiyen ülkelerin de adıdır aynı zamanda! (Ulus Yıkıcılığı Zmanları, kitabıma referans, Cumhuriyet yayınları)
Yazar nihayet doğru bir şey söylüyor: “Türkiye’nin dış politikası ABD tarafından dikte edilmemektedir. Türkiye’nin dış politikası AKP’nin yönelimleri ile ABD çıkarlarının örtüştüğü eksende gelişmektedir. Sürtünme ve gerilim örtüşmenin doğasında vardır.”
Ve devamla :“Bursalı’nın iç politika ve dış politikayı birbirinden mutlak biçimde ayıran yaklaşımı, yöntemsel olarak yanlış olduğu gibi, AKP’nin temsil ettiği piyasa faşizminin taşıdığı uluslararası değeri görmezden gelmek gibi bir talihsizliği de barındırmakta.”
İç ve dış politikayı mutlak olarak birbirinden ayırdığımı nereden çıkardı, vardır bir bildiği! Bir şeyler sezmiş demek ki!
“Bütün bunlardan emperyalizm ile AKP arasındaki gerilimlerin tümüyle senaryo olduğu sonucu çıkmıyor…. Bir gerçek ise hiç değişmiyor: AKP, ABD’ye rağmen iktidarını sürdüremez! AKP Avrupa Birliği’ne rağmen iktidarını sürdüremez… Bursalı örneğinde olduğu gibi AKP Türkiyesi’ne bağımsızlıkçılık payesi verilmektedir...” (Sol Haber’de tamamı okunabilir)
Ne desem bilmiyorum, umarım bu kişi TKP’nin dış politik analizcisi değildir! Yoksa öyle mi?
Bizler doğru düzgün tartışmayı beceremeyen insanlarız! Durum analizi ve bu analiz üstünde fikirler ileri sürmek ve gerçeği aramak sorunumuz yoktur veya en arka planda gelir.. Kafalarımızdaki şablonlar daha önemlidir her şeyden! Oraya uymalıdır olan biten! Gerçeği anlamaya ve aramaya çalışanlara saldırmak ise en kolayıdır! Böylece büyür insan! İzleyicilerine vay be iyi geçirdi dedirtir! Böylece elde var sıfır, milim ilerleyemez hiç bir şey, kişiliklerle uğraşırız! Zaten Türkiye baştan sona bir “tavır” toplumu oldu, anlamak değil önemli olan, tavır almak! Posta koymak, keskin laflar etmek!
Türkiye’de sol, anlayamamaktan battı! Anlayamadığı için gelişemiyor! Anlama gayreti, bilimsel yaklaşımın ilk basamağıdır oysa!
Ben bu kişiyi “partisine” şikayet etmiyorum! Sadece, partisi, bu tür yaklaşımlardan mürekkep değildir, diye umuyorum..
***
Neyse, Prof. Dr. Mahir Ulusoy daha geniş bakıyor olaya: “30 Aralık tarihli yazınız ve bu yazınızda referans verdiğiniz AKP iktidarının dış politikasını değerlendiren yazınızı okudum. Hemen söyleyeyim, bu yazılarınızda söylediklerinizi doğru buluyorum. G. Mustafa Kemal Atatürk’ten sonraki Türkiye’nin dış politikasını (yarım yamalak da olsa) bilenler, “Atlas ötesi bir ülkenin yararına (dümen suyunda), kendi komşularının tümüyle geçimsiz olduğu” noktasından hareket edenler, kendini Dış İşleri Bakanı yerine koyup bundan sonrası için nasıl bir dış politika güdülmesi gerektiğini düşünüp, yeni bir politika geliştirebilenler ve olayları objektif değerlendirebilenlerin, sizin yaptığınız değerlendirmeden farklı bir değerlendirme yapmaları zordur..”
Hemen belirteyim, Ulusoy’un bu mesajını da, “destek olduğu” ve tamamını benimsediğim gerekçesiyle değil, bir başka açıdan tartışma açsın diye aldım buraya!! Önceden uyarayım dedim de!
Tıpkı Sinan Akay’ın şu mesajı gibi: “Hiç canınızı sıkmayın, hiçte öyle degil yazılarınızdan çıkartılan anlamlar... Bir başlık olarak, "komşularla sıfır sorun" herhalde en öne çıkartılması gereken iştir dışişlerinin. Tabi iki, icraat olarak eleştirilecek bir sürü yanı olmasına ragmen. Başta, bakanın kişiliği. Ama cesurlar ve illede üstüne üstüne gidiyorlar. Bizde onlar kadar cesur olmadıkça... Siz payınıza düşen cesurluğu gösterdiniz...”
Neyse, aslında, bizim dışımızdaki geniş halkada sorunları tartışmak için daha akli bir ortamın olduğunu görüp heyecanlanıyor insan!
Orhan Bursalı
Kemal Okuyan'ın yazısının ana tezlerine yakından uzaktan değinmeden bir yanıt vermişsiniz Sayın Bursalı. Kemal Okuyan'ın yazısını göndermeyi o nedenle gerekli gördüm:
YanıtlaSilBir Cumhuriyet yazarının özgür Türkiyesi! - Kemal Okuyan
05.01.2011 - 11:40
"ABD'nin ve AB'nin Türkiye'yi 'eski askeri cephe konumunda' görmek ve tutmak istediğinde şüphe yok!
Ancak bu artık aşılmıştır!
Türkiye yönünü Batıya mı dönmeli yoksa Doğu ya mı, bunlar boş tartışmalardır!
Ülkenin ekonomik ve buna bağlı olarak siyasi gerçeklikleri neyi gösteriyorsa!
Ülkenin yeri 'Çok merkezli ilişkiler' içindedir!
Geçenlerde bir yazımda da belirttiğim gibi, bu ilişkiler çok eksenlidir... Çünkü dünya artık salt 'Batı eksenli' olmaktan çıkıyor!
Ekonomik, teknolojik ve dahası bilimsel olarak da!
Bir 'Doğu ekseni', uzun zamandır dünyaya kendini kabul ettirdi! Çin ve Hindistan, Tayvan ve Güney Kore ve diğerleri.. Dünya ekonomisine ve yaratıcılığına ağırlıklarını koymuş durumdalar!
ABD her durumda bir 'çöken ülke' konumundadır ve bu konumdan kurtulması çok zordur! Dahası, ABD büyük bir 'hır' bile çıkartabilir, salt bu nedenle ve yeniden ileriye fırlamak umuduyla!
Afrika, gelişen ve büyüyen bir kıtadır! Küreselleşen dünyanın önemli bir eksenidir! Türkiye'nin yoksul Güney ülkeleriyle dayanışmasına iliişkin Davutoğlu'nun sözleri, sevindiricidir!"
Sevinen, Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı'dır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun 25 Aralık günü yapmış olduğu bilgilendirme toplantısından mutlu mesut ayrılmış, hiç zaman yitirmeden yukarıda bir bölümünü aktardığım yazıyı hazırlamış ve ertesi gün Cumhuriyet'teki köşesinde yayınlatmıştır.
Bursalı'ya göre, AKP'yi iç politikada eleştirmek, ülkenin uluslararası dinamikler karşısındaki direncini düşürmekle suçlamak mümkündür ama dış politikada hükümetin hakkı verilmelidir: "Türkiye, 60 yıldır ilk kez kendi ekseninde yerli yerine oturma çabası içine girmiştir!"
Cumhuriyet yazarına, cesaretinden dolayı bravo! Gazetenin bilim ve teknoloji şefi olduğu, köşesine Bilim ve Siyaset adını uygun gördüğü için iki kez bravo! Siyaset alanına bundan daha bilimsel yaklaşılamazdı!
Bursalı yaklaşımını "bu parti meselesi değil, memleket meselesi" diyerek açıklıyor. Kim bu memleketin hayrına bir şey yaparsa onu desteklermiş, zaten bir süredir bunu yapıyor, AKP'nin dış politikasını iç politikasından ayırıyormuş.
Yazılarını takip edenler, Bursalı'nın neler yaptığını bilirler, Cumhuriyet okurlarının bir bölümünden ne kadar tepki aldığını da… Bize düşmez ama AKP'nin içini çöpe atıp, dışını bize yedirmeye çalışan bu "bilge" yazarını aslanlar gibi savunan Cumhuriyet gazetesine de bravolardan pay ayırmak gerekiyor sanırım.
Ve yine sanıyorum ki, Bursalı Wikileaks belgelerinde ABD'li kimi diplomatların Davutoğlu için düştüğü "çok tehlikeli biri" notunu da kanıt olarak cebine koymuştur.
Devam---
YanıtlaSilDemek ki, ABD yönetimi ile AKP iktidarının arasını açmak için yıllardır uğraşan, Wikileaks bohçasından çıkan kimi yazışmalara bu nedenle çok büyük bir kıymet biçen Cumhuriyet yönetimi ile Bursalı arasında ciddi bir uyuşmazlık var.
Birileri Erdoğan'ın ABD ve AB tarafından tahttan indirilebileceğine inanıyor, Bursalı gibileriyse AKP'nin Türkiye'yi Amerikancı bir dış politika pratiğinden uzaklaştırdığına… Bir taraf böyle giderse AKP'nin ipini çekerler diye, öteki taraf böyle giderse Türkiye özgür ve bağımsız bir ülke haline gelir diye seviniyor. Herkes sevindirik.
Kolay gelsin, Cumhuriyet'in işi zor!
Söylemeden edemeyeceğim, sevinçlerden sevinç beğeneceksek, Orhan Bursalı'nınkini elbette yeğlerim; gerçek olsa, Türkiye'nin Amerikancı eksenden uzaklaşmasına elbette sevinirim. Halk düşmanı bir siyasi iktidarın emperyalistler tarafından günü geldiğinde derdest edilmesi ise kendi başına ne bir sevinç kaynağı olabilir ne de avuntu.
Sorun şu ki, Orhan Bursalı yanılmakta, daha doğrusu uydurmaktadır.
AKP'nin dış politikada agresif, hırslı ve dik kafalı bir pratik sergilemesine hangi etmenlerin imkan tanıdığını incelemeksizin, sadece sonuçlara baktığınızda illa ki yanılırsınız. Sonrasında uydurup uydurmamak sizin bileceğiniz şey…
Önce, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan boşlukların doldurulmasında yaşanan sorunlardan başlamak gerekiyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin, başat emperyalist ülke olarak boşluğa yönelen diğer rakiplere karşı devreye soktuğu önleyici tedbirler, birçok açıdan işe yaramakla birlikte Amerikan ekonomisinin büyük riskler barındıran yapısına fazla yük bindirdiği gibi, bu ülkeyi siyasal ve ideolojik açıdan ciddi ölçülerde yıprattı. Avrupa Birliği'yse, kendi içindeki çelişkiler, ortaya çıkan boşluğun çapının yarattığı ürküntü, ABD ile karşı karşıya gelme korkusu ve cüretli açılımlar için gerekli iç enerjiden yoksun olması nedeniyle yıpranan ABD'nin yerini doldurmayı beceremedi, daha doğrusu denemedi bile. Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti ise ABD hegemonyasına meydan okumak yerine onu kemirmeyi tercih ediyor deyim yerindeyse…
ABD'nin yolun sonuna geldiğini ileri sürenler ABD'ye hizmet ediyorlar. 90'ların ilk yarısında yeni yüzyılın Japonya'ya yazacağı söylenirdi, şimdi bu tezin sahipleri ortada gözükmüyor; sonra Avrupa'nın yeni hegemonik güç olduğu ileri sürüldü, şimdi Çin, Rusya, Hindistan sahne alıyor "ABD'yi bitirme" oyununda…
ABD bitmiyor, kapitalist sistem bir bütün olarak tekliyor, düzen tesis etmekte zorluk çekiyor.
Bu tablo, kimi ülkeler için bir hareket alanı yaratır elbette…
Sovyetler Birliği zamanında iki bloklu dünyanın ortaya çıkardığı pata durumdan yararlanarak belli bir hareket serbestliği elde eden ülkelerin önemli bölümüne 1991 sonrasında diz çökertilmişti.
Bu operasyonların Vaşington için ağır, çok ağır bedeli oldu. Amerikan halkının değerler sisteminin tamamen çöküşü, parazit ekonomisinin çürütücü etkisi, Ortadoğu ve Latin Amerika'da ABD'ye dönük tepkilerin nefrete dönüşmesi, eldeki ittifak sisteminin sürdürülebilir olmaktan çıkması ile bu süreç arasında güçlü bir bağ var.
Devam ----
YanıtlaSilGelinen noktada Amerika Birleşik Devletleri'nin dış politikada yeni bir tarza gereksindiği açıktı. Bu bağlamda Türkiye çok özel olanaklar sunuyordu: Müslüman nüfus, genç işgücü, işbirlikçi devlet kültürü, hatırı sayılır bir ekonomik altyapı, güçlü ordu, stratejik konumlanış…
Bir dış politika analizi yapacaksak, ABD'nin ihtiyaçlarıyla, AKP'nin bu ihtiyaçları fark etmesi ilk sıraya yazılmalıdır.
Türkiye'nin dış politikası ABD tarafından dikte edilmemektedir. Türkiye'nin dış politikası AKP'nin yönelimleri ile ABD çıkarlarının örtüştüğü eksende gelişmektedir. Sürtünme ve gerilim örtüşmenin doğasında vardır.
İkinci olarak, uluslararası tekellerin AKP'nin "gözü dönmüş" piyasacı karakterinden fazlasıyla etkilendikleri, sermayeye sınırsız özgürlük tanıyan bu iktidarın hem Türkiye'yi hem de Kürt, Arap, Kafkas coğrafyasını ve hatta İslam Afrikası'nı emperyalist penetrasyon için olgun hale getireceğini hesapladıklarını söyleyebiliriz. Dahası da var… AKP emeğin ve kamucu kültürün en fazla geriletildiği ülkelerden birinde iktidardır ve giderek daha fazla ülkeye ilham vermektedir. Bursalı'nın iç politika ve dış politikayı birbirinden mutlak biçimde ayıran yaklaşımı, yöntemsel olarak yanlış olduğu gibi, AKP'nin temsil ettiği piyasa faşizminin taşıdığı uluslararası değeri görmezden gelmek gibi bir talihsizliği de barındırmakta.
Bütün bunlardan emperyalizm ile AKP arasındaki gerilimlerin tümüyle senaryo olduğu sonucu çıkmıyor. Bu gerilimler var ama onlardan daha güçlü bir ortaklık da var. Emperyalistler cesaretlendiriyor, yön veriyor, kontrol etmeye çalışıyor, kullanıyor ve elbette kaygı duyuyor. AKP'yse kendi rengini katmaya çabalıyor, vazgeçilmezliğini pekiştiriyor, elde ettiği hareket alanının karşılığını fazlasıyla veriyor, kafasındaki Türkiye projesi ile emperyalistlerin ihtiyaçlarının buluştuğu noktaları cilalıyor ve bu proje için zaman kazanıyor.
Bir gerçek ise hiç değişmiyor: AKP, ABD'ye rağmen iktidarını sürdüremez! AKP Avrupa Birliği'ne rağmen iktidarını sürdüremez.
Daha önce yazmıştım, son tahlilde AKP, bütün bunlardan dolayı bir mayın eşeğidir. Pek değerlidir ama nihayetinde mayınlı araziye salınmıştır, patlatmakta olduğu mayınlardan temizlenen yol, emperyalizmin yoludur. Şimdiye kadar mayınlardan zarar görmemesi, biraz sırtına vurulan çulun değerinden, biraz da bizim eşekliğimizdendir. O yolda yürüdüğü sürece, sağa sola çifte atması, anırması, zigzak çizmesininse bir önemi yoktur.
Tersine çok güzel hareketlerdir bunlar, insanların, halkların, aydınların aklını çelmekte, AKP'ye olmadık özellikler yakıştırılmakta, Bursalı örneğinde olduğu gibi AKP Türkiyesi'ne bağımsızlıkçılık payesi verilmektedir.
"ABD bizi de uzaya götür, ben de halkın parasıyla senin uçaklardan alayım" diyen bağımsız Türkiye!
Sayin Adsiz, adli bir isme yanit vermeyi tabii ki tercih ederdim, gönderdiginiz metin internette olmasina ragmen bu siteye de kopyaladiniz, ben de “nezaketen” yayina izin verdim.. Bu yaziya gerekli yaniti verdigimi dusunuyorum, insanlar bir konuyu nasil takdim edecekler, tartisacaklar, bu icerigi kadar önemlidir.. Biçim, hukukta da nitelik kadar kayda değerdir.. Bu yazida içerik, benim açimdan geri planda ve biçim tarafından gölgelenmiş ve karartilmis.. Yazar tartısmak yerine saldırmayı ön plana almış.., Yazısının içine boşaltmış.. Ne diyeyim, benim için degeri bu kadar olabildi. Zaten gerisinde de özgün bir sey yoktu...
YanıtlaSil