Gazetemizin sayfalarına konuk olmuş. Konuğa iyi davranmak gerekir, ancak neredeyse “mutlak adalet bakanı” mertebesindeki bir politikacı, gözümüzün içine baka baka pek çok şeyi kaçırmaya çalışıyorsa ve Cumhuriyet okurunun bu konuda uyarılmasına hiç gerek yoksa da, bir kaç satır yazmak farz oluyor. İki laf edip “objektif bir denge” oluşturalım!
Bakan Ergin, arkadaşlarımız Utku Çakırözer ve Emine Kaplan'a “Dinlenme endişesi taşıyorum,” diyor...
Aslında şunları da söyleyecekti ama fazla avam olacağı için dilini tuttu (!): Bu dinlemelere çok üzülüyoruz, mağdurları düşündükçe gözüme uyku girmiyor, aileleri ve kendileri mahvoluyor, ya benim de başıma gelse ne yaparım diye kara kara düşünüyorum.. İnanın içim kan ağlıyor..
***
Bakan diyor ki: Hanefi Avcı'nın devlette ilişkileri şehir efsanesidir...
Adalet Bakanı'dır! Araştırmış-soruşturmuştur. Emrinde onlarca müfettişi vardır. Ayrıca İç İşleri Bakanı ve diğer bakanlıklardaki meslektaşları da durumu araştırmışlardır... MİT'i bile devreye soktuklarına güvenebiliriz. Dahası, bırakınız üst düzey bürokratları falan, devlet içindeki hademelerin bile kimlikleri, ilişkileri bir bir didiklenmiş ve herhangi bir cemaatin izine rastlanmamıştır!
Eeee, bu durumda, koskoca Bakan kalkıp yalan mı söylesin, devlet içinde cemaat vardır diye!
Anladığımız kadarıyla Bakan, Hanefi Avcı'nın Haliçteki Simonlar'daki iddialarını birer birer araştırıp hepsinin yalan olduğunu görünce, İçişlerinin polislerinden gerekli tutukluluk koşullarının yaratılması için yardım istemiş, kasetler bulunup buluşturulmuş, nihayetinde yargıyı harekete geçirmiş ve bu şehir efsanesini yayıp duran bir “sahtekar” içeri atılmış ve milletimizin beyninin yalan propaganda ile yıkanmasına bir yerde dur denmiştir!.. Aslında bu demokrasi tarihimizde bir kilometre taşıdır!!!
Bakan bizim aptallığımıza da şaşırmaktadır. Cemaat devleti ele geçirmişmiş! Yahu “cemaat biziz, kardeşim” demek istemektedir... Cemaatle AKP'nin füzyona (birbirleri içinde erimeye) uğradığını görmemekle de bizi eleştirmektedir. Vallahi deseydi ki bize “Biz neciyiz burada! Hepsini biz yapıyoruz, siz de bizim bütün başarılarımızı cemaate yüklüyorsunuz, AKP'yi yok sayıyorsunuz! ” çok haklı olurdu!
Nitekim Leyla Tavşanoğlu'na verdiği demeçte, salt Kastamonu Üniversitesi'nin değil, neredeyse üniversitelerin özgür son rektörü ünvanını verebileceğimiz Prof. Bahri Gökçebay, "Liyakat değil, sadakat aranıyor” başlıklı röportajda "Zaten AKP demek Cemaat demek” diyerek gözümüzü açmıyor mu! Bizler de cemaat ile AKP'nin ne zaman birbirinin gözünü oyacağı üzerine analizler yapıyoruz! Bu, olağanüstü bir yeni durum ortaya çıkmazsa, Kaf Dağı'nın arkasındadır!
***
Sayın Bakan'ın hele hele Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimleri konusunda döktüğü gözyaşları okurlarımızın içini burkmuştur. Bir insan ancak bu kadar samimi olabilir: “Kurul daha iyi olabilirdi”!
Başka gazetelerde yayınlanan açıklamalarında “YARSAV'dan da üyeler seçilseydi” sözlerini anımsayınca, Bakan Bey'in derin bir iç vicdan muhasebesi geçirdiğini anladım! Keşke Bakanlık listesinin bu kadar katı ve mutlak seçilmesini istemeseydim, demiş midir? Demiş midir, sevgili okurlar!
Hele hele Deniz Feneri davasında “Bu soruşturmayı biz bakanlık değil savcılık yapıyor” açıklaması yok mu! Bizi tek yumrukla nakavt etti! Bu gerçeği bugüne kadar gazetecilerin saptayamamış olması ayıptır, günahtır, vebal altına girmektir! Üstüne üstlük yayın yasağı konmasının arkasında “siyasi iktidarı” aramak, medyanın nasıl yeniden düzenlenmesi ve dertdest edilmesi gerektiğinin en tipik örneğidir!
***
Bakanın Google'dan görüntülerine bakıyorum, inceliyorum, mimiklerini, kaş-göz hareketlerini, yüz ifadesini...
Ve ikinci “Göbbels Madalyası”nı fazlasıyla hakkettiğini görüyorum.
Birincisini Hüseyin Çelik göğsünde büyük bir gururla, liyakatla taşımaktadır!
1 Kasım 2010 / Bilim ve Siyaset
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder