Önce 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!
Ne diyor dünya şairimiz Nazım Hikmet, Kuvai
Milliye Destanı’nda:
***
Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha
bizim,
daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde
topraktan
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler
geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu
Kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak
kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat
günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: 'Üç', dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
…
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü
duydu:
'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu
cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...'
Bu ülkenin
Kurtuluş ve Kuruluş’unu inkar politikalarıyla bugünlere geldik. Nasrettin Hoca
misali Türkiye gölüne bir yabancı maya çalmaya kalkıştılar. Hepsine, Nazım
Hikmet’in destanı yeter de artar bile..
Yapılacak
en büyük işlerden biri, bu büyük destanın her yerde oyun olarak yıllarca
sunulmasıdır..
Gelelim
güncele.
ABD: İLİŞKİLER ESKİSİ GİBİ OLMAZ
AKP ABD ile bir kopuş
yaşıyor. Ekranlarda konuşan iktidar tenmsilcilerini dikkatle izlediğinizde, bu
kopuşun ciddi zemin kazandığını görürsünüz.
AKP kadroları ABD’ye mesafe koyuyor. Türkiye’nin
politikalarının Ankara’nın kararlarıyla belirleneceği gibi düşünceler sık sık açıklanıyor.
Hayır, bunu epey ciddiye alıyorum.
Evet, Erdoğan’a önceleri BOP eş başkanlığı
gibi, ABD için “stratejik görev”ler verildi. ABD ve AB, AKP’yi /RTE’yi “Ilımlı
İslam” yönetimine hazırladılar, bunu desteklediler; beklentileri laiklik gibi
bir geçmişi olan bir ülkenin, ılımlı İslami bir yönetime kayarak, Ortadoğu ve
Kuzey Afrika İslam ülkelerine “örnek” olabileceği gibi bir safsatanın
gerçekleşmesiydi.
Bunun için neler yapmadılar.
Kemalizm’in artık yokedilmesi gerektiğinden
tutun, “bu ülkenin demokrasi”ye de fazla ihtiyacı olmadığı gibi itçesine
sözleri bile dile getirdiler.
ABD/Batı’nın bu politikasının diğer –gerçek– yüzünde
ise, ülkenin iyice karışması vardı. Laikliğin yıkılıp gitmesi demek, yarım
yamalak demokrasinin de kazılan kuyuya gömülmesi demekti. Bugünkü kaotik duruma
bakın!
Vesayeti ABD yarattı
Bunun için
neler yapmadılar dedik: Ordu,
şüphesiz ki yıkılmalı, çökertilmeliydi. “Vesayetçi Ordu” gibi, gerçekliği
zor tartışılabilecek bir etiket altında, önce 2003’te Ordunun başına çuval
geçirdiler. Arkasından Ergenekon ve Balyoz davaları geldi.
Aslında ABD bu “vesayetçi yapı”yı kendi
yaratmıştı daha çok. Tüm politikalarını kestirmeden Ordu üzerinden
gerçekleştiriyordu çünkü. Darbeyse darbe..
ABD bu kez de yine Ordu üzerinde Cemaat vesayeti ile amacına ulaşmak istedi. Bu
kez tutmadı.
AKP kadroları –başka gidebilecekleri hiç bir
yer olmadığı ve kalmadığı için–
“milliyetçiliğe” soyunmuş ve sığınmış durumda. AKP ile Ordu arasında
kurulan temel köprü de budur.
Ama AKP esas sınavını vereceği konunun,
ise demokrasi insan hak ve özgürlükleri olduğunun henüz farkında değilmiş gibi
davranıyor.
İktidar, bu berbat karnesi ile, bu en zayıf
olduğu noktada ayakta duramazsa, iktidar olamaz. Elindeki “İslamcılık” ile de
gidebileceği bir yer yok.
Farkında değiller..
30 Ağustos 2016 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet