Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Ekim 2015 Cuma

Bunlar “Cumhuriyet Çocuğu” mu?


Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Mustafa Kemal ve arkadaşları, padişahlığı ve kulluğu mezara gömdü ve kurduğu Cumhuriyetin ilelebet yaşayacağını ilan etti. Egemen ulusundu artık. Bunun için de Kuruluş çalışmaları, bilinçli yurttaşlar ve bir ulus oluşturmanın programıdır. Bu ikisi olmadan Cumhuriyet ne gerçek anlamda kurulur, ne sürer ne de kalıcı olurdu. Cumhuriyet, her bir yurttaşın ülkenin en tepesine oturabilmesini ve ülkeyi yönetmesini içerir.
13 yıllık RTE iktidarının, Cumhuriyetçi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bugün şu saptamayı rahatlıkla yapabiliriz: Bu iktidar, Atatürk ve arkadaşlarının kurdukları Cumhuriyet’in değil, yıktıkları “Padişah ve sultanlık” ile “padişahım çok yaşa”cıların iktidarıdır.
Cumhuriyet bir reklam arasıdır” diyen onlardır.
Biz Osmanlı’nın devamıyız, Yeni Osmanlılarız” diyenler onlar.
Ulusu savunmanın devri geçmiştir” diyen ve milletin yerine ümmeti geçirerek İslami bir toplum, ülke, devlet oluşturma ve “Osmanlı bakiyesi” dedikleri topraklar üzerinde “tarihsel ve kültürel hak” iddia edenler onlar..
RTE halifeliği ilan edecek, fırsat kolluyor” diyenler onlar..
Başkanlığı, sultanlığa eşdeğer görerek, dayatan onlar..
İlelebet iktidarda kalmayı, padişah koltuğunda oturmayı planlayanlar onlar.
Merkel’i Osmanlı saray koltuklarında oturtan onlar.
Beştepe’de kurdukları saraylarla, tüm Osmanlıyı geride bırakan ve en büyük “sultan” yaratan onlar.. Çamlıca’da kendine Osmanlı camileri diken onlar..
Ve seçim sonuçlarını beğenmeyerek iptal eden, sultanı seçin yoksa hepiniz yanarsınız diye “kullarını tehdit eden” “padişahım çok yaşa”cılar onlar.. 
Bu seçimde sultanı seçtiniz seeçmediniz yoksa yeniden seçime gidersiniz, çocuklarınız iş bulamaz, ayvayı yersiniz diyerek “kullarını” aşağılayanlar onlar.
Özetle: bugün iktidarı ele geçirenler, Cumhuriyetin sürdürücüleri olamaz, ancak yıkıcıları olur. Nitekim adım adım bu görevlerini yerine getiriyorlar.
1 Kasım, milletin kul değil yurttaş, Padişahlık değil Cumhuriyet diyecekleri an olacaktır aynı zamanda.
Yaşasın Cumhuriyet!

Taha Özmen doktorasını nereden aldı?
AKP’ye politika üreten düşünce kuruluşu SETA’nın uzun süre Başkanlığını yapan Taha Özmen, önce Başbakan iken RTE’nin, sonra da Davutoğlu’nun hem Dış İşleri hem de Başbakanlığı sırasında başdanışmanlığını yaptı. Sonra Haziran seçimlerinde de Malatya’dan milletvekili seçildi. Şimdi yine aday. Önce şu tanıtım afişine bakalım:


Dr. Taha Özhan diyor. Dr., tıp doktoru değil, doktora unvanını belirtiyor. Bir dostum uyardı, bir baksana hangi üniversiteden doktorasını almış ben bulamadım, dedi. Özhan’ın SETA’da ve kendi web sitesinde, çeşitli yerlerde biyografisini okuyorum, ama doktorasını nereden aldığına ilişkin kesin bir bilgi bulamıyorum.
Şöyle diyor kendisi: Üniversiteyi “New York’ta, yüksek lisansını ise aynı şehirdeki New School for Social Research’de ‘Küresel Ekonomi-Politik’ alanında tamamladı. Aynı bölümde sürdürdüğü doktora çalışmaları sırasında üniversitelerde çeşitli dersler de veren Özhan, doktorasını ‘Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’ alanında yaptı… 2005 yılında Türkiye’ye döndü.”
Okuduğunuzda, sanki doktorasını “New School for Social Research’ten aldığını sanıyorsunuz Ancak, hem üniversiteden hem de ABD’deki doktora veri tabanında yaptığımız araştırma, Taha Özhan’a böyle bir doktora diploması verilmediğini görüyoruz, adı yok yani. Ama kurduğu cümle, o sanıyı veriyor! Fakat “doktorasını oradan aldı” demekten kaçınıyor. Fakat biyografisinde kesin bir bilgi var: “doktorasını… yaptı”.
Biyografisinde ve yazılarında “Dr.” unvanını kullanmamış. Fakat seçim afişinde Dr. titri var. Biz de iz sürdük, acaba nereden Dr. unvanı aldı diye. Ve İngiltere’de Keele University’ye dayandık. Orada “kayıtlı öğrencilerimiz” sayfasında Taha Özhan’ın ismi var. Halen öğrenci görülüyor. Doktorasını orada tamamladı mı? Ama 2005’ta ülkeye dönüyor.

Kesin bilgi: doktorasını New School for Social Research’de tamamlamadığıdır. Orada tamamlayamamış, gitmiş Keele University’ye kaydolmuş. Orada hala öğrenci görünüyor. Diplomasını alıp cebine koydu mu koymadı mı? Bize bilgi verse seviniriz, yoksa uyduruk bir Dr. unvanı kullandığı biçiminde bir algı oluşacak.

29 Ekim 2015 Perşembe / Bilim ve Siyaset  Cumhuriyet

HDP, Kürt milliyetçiliğinin partisi mi, sol parti mi?


HDP Meclis’de mutlaka yerini almalıdır, şüphesiz. Bu haziran seçimlerinde de görüşümdü. Ama bu görüş eskidi, çünkü HDP Meclis’teki 4.partidir artık ve kimse de onu oradan söküp atamaz. Baksana S. Demirtaş 120 milletvekilinden bahsediyor. Alırsa helal olsun.
Beğenilmeyen 7 Haziran seçimini yenileme kararının ardında, RTE’nin HDP’yi barajın altına itme politikası yattığını bilmeyen yok. PKK da, savaş başladığında yazdığım gibi, RTE’nin bu politikasına hizmet etmeye başlamıştır. Bunun nedenlerini ayrı bir yazı konusu yapacağım. PKK’nın artık Türkiye’yi demokratik haklar istediği bir vatan olarak görmekten çıkardığını, cihat ülkesi olarak gördüğünü yazacağım.
Belki de PKK- HDP arasında bu konuda bir ayrışma olabilir. Zaten PKK sık sık HDP’yi, mücadeleyi meclis çatısı altında hapsetmekle suçlamadı mı? Seçimler, parlamentoya girme ve ülkeyi yönetmeye odaklanır. HDP bu noktada kaldığı sürece bu ülkenin yapıtaşıdır. PKK ile görüş ayrılığı şüphesiz HDP içinde tartışma konusu. Ama HDP aynı zamanda PKK’lilerin de partisi! Henüz öyle.
HDP ile PKK hedefleri aynı mı, hedeflerde ayrışma olur mu, ne kadar olur, bu yakın geleceği önemli sorunlarından biri olarak karşımızda duruyor.

HDP ve İslami açılım
Bugün üzerinde duracağım konu, HDP’nin, bir Kürt milliyetçisi partisi olduğudur. HDP’nin bir “sol parti” olduğu efsanesi vardır. Bunun izlerini ne seçim beyannamesinde ne de parti programında görmek mümkün.
Tam tersine, HDP, tıpkı AKP gibi, dini, imamları, özellikle de Kürt bölgelerinde çok yoğun olarak kullanmaktadır. Abdullah Öcalan’ın da İmralı’dan bu konuda kesin talimatları vardı. Kürt bölgeleri, dini inanışın bağnazlık derecesinde güçlü olduğu yerlerdir. Bu alanda rekabet üst düzeydedir. Hüda-Par, güçlü Kürt islam partisi niteliğindedir. Hatta şeriatçılığı çok güçlüdür. AKP’nin dinsel vurguları bu bölgede çok güçlüdür. HDP de rakiplerinin ellerinden bu kozu almak için, 2011 seçimlerinden sonra bölgede güçlü bir “islami açılım” gerçekleştirmiştir.
Örneğin bir sosyal demokrat parti olarak CHP’nin oy toplamak için dini kullanma politikası yoktur. Ama “sol parti” efsanesi üzerine inşa edilen HDP’nin güçlü bir şekilde vardır. Bu konuda şüphesiz ki AKP ile yarışta geride kalıyor, ama HDP’nin kadınlar konusunda tutumu takdire şayandır. Parti yöneticilerine baktığımızda “laik- demokratik” görünümü veriyorlar.
İslamcı vurgusunu ancak, “Kürt milliyetçiliği” ile açıklayabiliriz. Kürtçülük ekseninde yoğunlaşan bir politika, dolayısıyla, “Kürt milletinin tüm renklerini, unsurlarını aynı potada birleştirmeye” yoğunlaşır. Tüm unsurların “Kürt olma” temelinde birlikteliği, geniş cephesi. HDP ve PKK bu temelde politikalarını yoğunlaştırdı.

Kimlikler Federasyonu ucubesi
HDP’nin radikal demokrasi vurgusu da kulağa hoş geliyor. Demokrasi talebi, üstelik de radikal! Aslında radikal demokrasinin içini açtığınızda tamamen bir kimlikler politikası ortaya çıkıyor. Kimliklere özgürlük! Bunu demokrasi anlayışınızın temeline oturttuğunuzda, demokrasi = kimliklere özgürlük (etnik, dini, mezhepsel,,) demek oluyor. Ama yurttaşlık, ulus-millet yok, buradan salt bir “kimlikler federasyonu” gibi ucube bir “teori” ortaya çıkıyor.
Vitrin süslü, ama içini karıştırdığınızda, ayrıştırıcılık ön planda.. Şimdi de ülkemizde bazı siyasi Çeçenlerin de HDP yolunu izlemeye yöneldiğini görüyoruz.
HDP’nin gündeminde şüphesiz ki özerk yapı var. Veya henüz tam netleşmemiş, tanımlanmamış, ama Öcalan’ın açıklamalarından bildiğimiz federasyon tipleri.. HDP’nin radikal demokrasisi, bu programlarına uygun. Özerk yapı- federalizm gibi istekler, radikal demokrasi ile yaftalanıyor. Bunu üstelik bütün Türkiye’ye bu şekilde dayatınca, lime lime bir ülke karşımıza çıkıyor.
Şüphesiz, HDP’nin Meclis’e girmesi ülkemizde demokrasi ve halk temsiliyeti için birinci derecede önemli.
Bunun için oyuma ihtiyaçları olsaydı gözümü hiç kırpmazdım. Ama onlar artık Meclis’in asli unsurları, bunu başarıyorlar. Emanet oylara ihtiyaçları bulunmuyor.

 28 Ekim 2015 Çarşamba / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Ekim 2015 Çarşamba

Seçmene yalvarmak para eder mi?!


Davutoğlu’nda inandırıcılık sorunu dağlar tepeler gibi.. sanki bir peşin yenilmişlik duygusu oturmuş üzerine..

Beni onlara muhatap etme” , kulağıma çalınınca bu sözler kulak kesildim, tv’nin sesini biraz açtım: Allah bizi koalisyona muhtaç etmesin, ne olur beni bir daha Kılıçdaroğlu’na Bahçeli’ye muhatap etmesin. 7 Haziran’da millet bize bir araya gelin dedi, ama onlar reddetti.. Sonra da ekledi: Sırtımızı Allaha vermişiz..
Bu yalvarma para eder mi diye sordum kendime ve sesli düşündüm: Kendine güvensizliğin güçlü belirtisi; inandırıcılığı kenara koymuş, seçmene yalvarma noktasına indirgemiş kendini bir başbakan ve parti lideri…
Bursa’da AKP’nin içinden özgürce konuşanları dinlerken, Davutoğlu’nun “bu seçimlerde oyunu koruması yetmez, tek başına iktidar olabilecek milletvekili sayısını yakalayamazsa, koltuğunu kaybeder, parti yeni lider arayışına girer” sesleri kulağımda çınladı. Davutoğlu bunu biliyor gibi geldi bana..

Yorgun düşmüşlük, yenilmişlik duygusu
İstanbul’daki dünkü mitingte lider performansını yarı gözle izledim, sesi kısılmış, etkililiği çok azalmış, birbir ardına sıraladığı cümlelerin takibi zorlaşmış. Yorgun düşmüşlük, tek kelime ile. Bunda, partiyi yüzde 45’lere ve  280 milletvekilliğine ulaştırma eşiğini atlamadaki büyük zorluğun psikolojik engelleri de var. Bir erken yenilmişlik duygusu desem? Eğer hedeflerini tutturursa, yanlış algılamayı kabul ederim tabii ki..
Baktım, HaberTürk gazetesinde Kübra Par’a yaptığı açıklamalarda da kafası berrak değil, veya olguları kabul etmeme eğiliminde, derin bir çelişki yaşıyor.
Stratejik Derinlik kitabındaki tezlerin doğruluğunu savunuyor, ama bu tezlerden yola çıkılarak geliştirilen ve uygulamaya konulan Orta Doğu’ya ve İslam ülkelerine yönelik dış politikanın bataklığa saplanmasını, salt dış güçlerin işi bozmaları ile açıklıyor! Eğer öyle yapmasalardı böyle olmazdı.. gibi bir savunma çizgisi ki, akademik bir çalışmaya hiç uyar tarafı yok. Buna yan çizme denir.
Parti içindeki güç savaşları var mı sorusuna verdiği yanıt, ilginç, hayır demiyor, kendime partinin birliğini koruyacaksın ilkesini koymuştum, bu çerçevede kaldım, diyor.
***
Derken, dünkü yazımda es geçtiğim Bülent Arınç sökün ediyor yine gazete sayfasında. Cumhuriyet, Arınç pimi çekti, diye vermiş. Recep Tayyip “Birilerine olan sevgimi kaybettim… İnsan yol arkadaşını çok iyi seçmelidir" sözlerini Erdoğan’ı kastederek söylediği açık.
Arınç, son 5 yılda, sık sık Erdoğan’la ters düştüğü çok olay yaşadı. Bunları dile getirdi, ama hükümet ve parti içindeki görevlerini dikkate alarak, bu sözlerinden çok çark etti. Bir tanesi unutulmaz.
Şike Yasası yumuşatılmış, ama Gül, Meclis’e geri göndermiş, Meclis ya aynen kabul edecek yasayı ve gül’e imzalaması için gönderecek veya değişirecek. Arınç değiştirilmesinden yana, RTE’yi eleştiriyor.. RTE emir veriyor hasta yatağından, aynen geri gönderin diye.
Tabii RTE’nin dediği oluyor. Arınç’ın tavrı: RTE’ye karşı çıkmakla hayatımın en büyük hatasını yaptım!

Derin hesaplaşmanın ayak sesleri
Ama şimdi görevlerinden arınmış, milletvekili değil ve insan yol arkadaşını iyi seçmeli, diyor.
Şimdiki Arınç, daha gerçek olabilir. Arınç’ın bu çıkışı kişisel değil. Parti içindeki derin rahatsızlığın dışavurumu. Tek başına değil, bir grupsal dışavurum. TRT’den kendisine konan ambargodan, havuzdışı medya ekranlarının özgürlüğünden bahsediyor!
Parti bir hesaplaşmaya gidiyor. Çoğunluk iktidarını yakalayamazsa, bu hesaplaşma kesin. Bir yönetim hesaplaşması. Kıl payı yakalarsa da yönetememe riski büyük ve yine bir derin muhasebe gündeme gelebilir.
Şimdilik kimse AKP’yi bırakarak başka bir parti oluşumu fikrinde değil. Hesaplaşma orada olacak. Yeni parti ancak bu hesaplaşmanın sonuçlarına bağlı olarak gündeme gelecek.

Seçim sonuçlarının durumu değiştirmeyeceğinin sesleri giderek büyürken, RTE- AKP ayrımının şiddetle kendisini hissettireceği zamanlara az kaldı..
26 Ekim 2015 Pazartesi / Bilim ve siyaset – Cumhuriyet

Emeklinin kafama vurduğu yolsuzluk haber


Şu seçim nabzı gezilerinde türlü çeşit insanlarla, taksi sürücüleriyle konuştukça, ortak bir inanç ortaya çıkıyor: İktidarı bırakmaz, orada kalmak için her şeyi yapar... Söz konusu tabii ki Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan, partisini, hükümeti, ülkeyi, iç ve dış politikayı yöneten Recep Tayyip Erdoğan. Tek adam. Ama bir eksiği var: Fiili başkanlığına yasal, hukuki kılıf geçirememek. Hayatının döndüğü eksen.
Cebindeki gazeteyi çıkartıyor, masaya koyuyor. Adta kafama çarpıyor! CHP milletvekili Aykut Erdoğdu’nun açıkladığı yeni iddialara işaret ediyor: İşte bütün bunlar için iktidarda kalmak zorundalar. Gitmemek her şeyi yaparlar.

Açık kaynaklardan sürülen büyük iz
Haberin başlığına bakmış henüz ayrıntısına ilişmemiştim. Masadakilerle beraber okuyup tartışmaya başladık.
Aykut bey büyük bir çalışma yapmış. Kaynaklar açık. Ticaret sicillerinden, şirket kurulmalarından, hisse devirlerinden ve zaten ilan edilen büyük ölçekli gaz alım satım rakamlarından iz sürerek, milyar dolarların uçuştuğu, ülkeye atılan büyük kazığı ortaya çıkartıyor.
Şüphesiz bunlar iddia! Ama bu iktidarın tıynetini, geçmişini, 17-25 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının içeriğini bilenler için, iddianın ne derece iddia ve ne derece gerçek olduğu konusunda fikri berraklaşır.
Azeri gaz anlaşmasıyla ortadaki büyük ölçekli paranın bölüşümü ilginç mi ilginç; hisse devirleri.. yeni kurulan onlarca şirket.. paranın onun cebinde bunun cebine, oradan şunun kasasına, buradan öbürünün banka hesabına...
Para o kadar büyük ki, hisselerin kimden kime, nereden nereye aktarıldığının izi sürülemesin ve ortadaki paranın siyasal paylaşımı suyun en başındakilerin tercihlerine ve işaretlerine göre olsun diye, durmadan, şirket adı altında sıçrama tahtaları- aktarma istasyonları oluşturulmuş.

İki büyük istasyon
Aykut Erdoğdu’nun sürdüğü izlerin vardığı iki büyük “istasyon” önemli. Biri havuz medyası sahiplerinin şirketine çıkıyor. Kalyoncu Ailesinin 5 ortaklı şirketi.. Kalyoncu, Sabah vb’yi havuzlayan ve iktidara yandaşlayan şirket.. Sonra birden bu şirketin aile ortaklarından ikisi sahiplikten uçuruluyor ve bakıyorsunuz Muktedirin Eniştesi yüzde 50 payla şirketin yeni ortağı oluvermiş..
Bu arada kurulduktan sonra yok olan, birleşme ve isim değiştirme yoluyla buharlaşan şirketler... Aile’nin içinden ve yakınından isimler, şirketlerin adları bütün bu ortaklık süreçlerinde havalarda uçuşuyor.
Finalde ortaya çıkan Enişte’nin ne kadar “paraya” ortak olduğuna ilişkin tek açıklama da yok. Akla gelen, sanki parasız bir hisse devri gibi..
Anlıyorsunuz değil mi.. Hepsi, daha gaz alımı- satışı anlaşma yapılırken planlanmış bir operasyon 3 yıl içinde tamamlanıyor.
Aykut beye göre, devlet bu işten toplam 17 milyar dolar zarara uğratılmış. Bilemem. Aykut beyin hesaplarının ve emeklinin işi dürtükleyerek kafamı karıncalandırmasının kurbanıdır bu yazı.
Öbür dünyada iki elim ikisinin yakasında olacak vallahi..

Sessizlik lütfen
Kahvedeki haber üzerine bu derin kıraatten sonra, yüzüme bakıyor emekli.. Bir gazeteciye verdiği dersten mutluluk yayılıyor yüzüne. Üstüne üstlük son bir yumruk daha çakarak, hadi bunu çıktığın televizyonlarda anlat ta görelim..
Ben aptal ve şaşkın bakınıyorum, acaba nereye kaçsam..
Yazıyı yazdıktan sonra gözüm Bülent Arınç’ın haberine takılıyor: “Birilerine olan sevgimi kaybettim!” Devamla, üzerimize gelmesinler, yeni oluşum yapamazlar falan diye. Öf ki öf.
Yok hayır bu topa girmeyeceğim, yoksa yukardaki öykünün esas finalini yazamam:
Büyük bir dağıtım ve paylaşım şirketi yıllardır çalışıyor. Her şirketin başı ortası tabanı vb vardır. Ortada üretim yok, ama dağıtım ve paylaşım varsa, büyük parsa hep ana hissedarın olur.
Eteklerinde bir sürü borazan, ceplerine düşen üç beş kuruş, vekillik vb unvanları ve vitrinlikleri için, milyarlık bölüşümlere borazanlık yapıyor. Amaç bu bölüşüm-paylaşım saadet zinciri kopmasın. Yoksa hepsinin façası bozulacak.. Yazmıştım, 1 Kasım sonrası kopacak gümbürtüye hazırlanın..
Sessizlik lütfen!

25 Ekim 2015 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet