Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Ocak 2014 Cuma

Hiç Bu Kadar..

Ev ev ev... kasa kasa kasa.. hesap hesap hesap.. Yığ babam yığ.. Telefonlar ortalıkta dolaşıyor. Urlalar, kaymakamlar, el değmemiş SİT alanı koylar, villalar villalar villalar. İşi hallet, git konuş, haber veririz. Kendilerine milyarlarca TL ihale, iş, ucuza özelleştirme, arsa, toprak, fabrika peşkeş çekilmiş “iş adamı” kılığındaki iktidar-devlet-hazine sülükleri bile, gelen emirler karşısında dudakları uçuşmuş, kalp krizleri geçiriyor... Neee 100 milyon mu?!
Para mı kardeşim 100’er milyon! Ne itiraz ediyorsun! Hep alacaksın, yığacaksın, dört köşe olacaksın, ama atın çanağa 100’er milyon emri gelince kalp krizi geçirip, telefonda milletin anasını avradını sinkaf edeceksin... Dil dil değil, konuşma konuşma değil..
Dinci ne der? Vermeden almak Allaha mahsustur. Bu iktidar, bu ülke al-ver yeridir.. Bazen önce vereceksin bol bol, sonra alacaksın. Veya alıp alıp vereceksin. Gerekirse, sana veren kardeşinin, hepsine ihtiyacı varsa hepisini vereceksin.
İktidar birilerine veriyorsa, sana ona buna, üç beş de kendine.. Bir ona bir bana bir sana, üç ona -beş şuna -on buna.. Eeee bir kaç da şuraya.
Bu bir nöbettir.. Önce haykıracaksın milletin içinde taparım ben ona diye. Benim idolüüüümsün sen.. Liderim, müstesna adamım.. Kırk yılda bir tanrının vasıflarına benzer bir adam ülkeye doğacak.. Ona taparımmm..
Ethemler methemler kathemler..
Sonra görüleceksin, besleneceksin..
Ama nöbete de kalkacaksın.. Yok öyle yağma!
Al şu gazete ve tv’yi.. Bir yıl iki yıl askersin. Sana bahşedilenlerin bedeli olarak, bir yıl iki yıl, bu bataklığı besleme görevi senin. Oradaki zurnalar ötecekler, eee yemlenmeseler nasıl öterler. İri deliği var küçük deliği var, köşesinde, tevesinde şakıyacak, bütün bu kara düzeni savunacak.. Öyle kolay mı insanın kendini bu kadar paçavra etmesi... Karşılığı da büyük olacak tabii ki. Beş on yerden birden..
Seni yedirdik, milyarlar kazandırdık. Şimdi bastır milyonları... İki yıl sonra görev değişikliği.. Sonra iktidardan yemlenen bir başkasına devredeceksin işi.. Yap şu villayı denecek.. Sonra tamam görevin bitti, şu kadarına şuna sat emri gelecek.. Bak ağzını bozma, sinkaf yok, tansiyon krizi yok.. Yüzmilyonları alıp götürürken krizi geçirmezsin de, verirken mi kötüleşirsin..
***
Sisteme karşı olan herkes vatan haini. Adam diyor ki hukuk gukuk.. Siyasetin uygun gördüğüne hukuk, görmediğine guguk. Böyle hukuk uygulanırsa yabancı sermaye gelmez,  dersen vatan hainisin.. İtiraz ha! Vergi kamçılarını sal üzerine.. yüzmilyonlarca ceza.. bir bankasına, bir o şirketine bir bu şirketine...
Kendine ait olmayan sermaye, patron, hele hele sana itirazlarda bulunuyorsa, düşman.. malı mülkü gaspedilecek..
***
Hepsi bu vatanın çocukları, sermayesi, patron emeği, işçi alın teri, mühendis göznuru, bilgisi yaratıcısı.. tasarımcısı..
Hepsi bu vatanın sermayesi.. malı mülkü en sonunda.. Bu yaptığın neye sığar..
Giderek büyüyen, Türkiye’yi saran sesi duyuyorum, sanki duyulmuyor gibi ama gökgürütüsü gibi sarsıyor bedenimi, vatan haini ha...
***
Tıpkı tv’de utanmazca o davaları bilerek savunan yüzü gözü şişmişlerin duymadıkları sesler gibi. Mıy mıy mıy.. o mahkeme demiş bu mahkeme onamış şu mahkeme imza çakmış.. hard disk sahte çıkmışsa eğer, CD’ler varmış da.. O hakimlerin onca mahkemenin hepsi mi şeyin şeyiymiş de.. Al o cd’lerin hepsini bi yerlerde sakla, hepsini.. Sen konuştukça cezaevlerinden, ülkenin dört bir yanından yükselen ana avrat seslerini de mi duymuyor kulakların.. Sen konuşurken cezaevlerinden yükselen gökgürültüleri beni sağır ediyor da, senin kalkanın ne... Vicdanın mı çökmüş, utanmazlığın mı tepe yapmış, konuştukça bankadaki hesapların mı şişiyor...
***
Türkiye hiç bu kadar yiye yiye bitirilememişti. Vura vura öldürülememişti..
En alttan en tepeye, bu kadar büyük bir örgütlü hırsızlık dolandırıcılık... ..örgütlü adaletsizlik haksızlık hukuksuzluk..
..diktatörlük, demokrasi’sizlik, eşitsizlik, namussuzluk, bütün ülkeyi örümceğin ağı gibi sarmamıştı. Biz hep bunları 70 yıldır yaşadık. Hep öldük öldük dirildik.. bu kadarını değil.
Ama bu büyük “ara dönemin”nin sonuna geliniyor. Sessizlik yırtılıyor.. Duvarlar çatırdıyor.. Alacakaranlıktan gün ışıkları süzülmeye başladı..
Büyüdük, dünyanın en zengin ülkeleri arasına girdik masalları..
Yükselen ekonomi ninnileri..
Bir bir..

---30 Ocak 2014, Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

28 Ocak 2014 Salı

Din Adamı mı, Siyasetçi mi..

Pensilvanya’da oturan Gülen Hareketi’nin lideri, Wall Street Journal gazetesine buyurmuş ki, askerlerin yargılanması konusunda dedi ki:Yasal süreç içersinde yanlış yapıldığı yönünde kanıtların ortaya çıkması durumunda yeniden yargılanmanın evrensel insan hakkı”dır..
Ama hemen arkasından da bu hakkı inkar etmekte gecikmiyor:“Ancak bunun binlerce duruşmanın hükümlerini tamamen feshetmekse bu tarz bir hareketin yargı sisteminin güvenirliliğine zarar vereceğini ve son on yılda elde edilmiş demokratik kazanımları da tersine çevireceğini” belirtiyor.. Yani diyor ki pratikte: Ne yargılanması! İşte Silivri mahkemelerinin arkasındaki en son siyasi güç..
Evrensel insan hakları bir yanda, yeniden yargılanırsa yargı güvenirliği zedelenir, öte yanda... Tüm yargılamaların sahte deliller üzerinden yapıldığı, en önemli delil sayılan 5 nolu Harddisk için TÜBİTAK’ın “tarih ve saati ile oynanmış” raporu vermesiyle bir kez daha belgelenmişken.. Buna benzer sahtekarlığı çürüten 30 rapor daha varken... bütün dünya Silivri davalarını yargılayan mahkemelerin, emniyet ve savcılık işbirliğiyle sahte belge üretimi ile insanları mahkum ettiğini konuşurken...
Gülen, yargının güvenirliğinin zedeleneceğini söyleyebiliyor! Efendim?!?
Dahası var: Yeniden yargılamanın “elde edilen demokratik kazanımları da tersine çevireceğini” ekliyor.. İnsanların hayatlarının dürülmesi=demokratik kazanım... anladınız siz..
***
Aslında diyeceğim başka: Başbakan ve adamları, Cemaatin devletin kilit noktaları içindeki hiyerarşik yapısının belkemiğini kırmak için ağını adım adım kuruyor.
Çünkü gelinen nokta şudur: Ya Tayyip Erdoğan siyaseten belirleyici olarak ayakta kalacak devlette ve hükümette, ya da Gülen hareketi.. İkisi arası yok. İki taraf ta elinde ne varsa, topu tüfeğiyle diğerini yıkmaya çalışıyor.
RTE son işaretini verdi: Yalancı peygamber! Bunu dedi ya! İş tamamen bitmiştir. Tam cümleyi alalım belge olarak: Bu medeniyet öyle bir medeniyettir ki, yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş âlim müsveddelerini, bünyenin virüsü reddettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir”.
Bülent Arınç, Bursa’dan “biz yoksak siz de yoksunuz” diye seslendi..
İç İşleri Bakanı Efgan Ala: “Biz kaç darbeyi bertaraf etmişiz, senin ağa babalarını yenmişiz, ağa babalarını. Sana pabuç bırakır mıyız. Sen içine yuvalandığın o tabanda Allah rızası için çalışan insanları bile tukaka ediyorsun.. Çekil oradan da çekil. Senin orda da yerin yok… Sen nasıl oluyor da baş kaldırıyorsun, darbe teşebbüsünde bulunuyorsun..” “Peki yargılanacak mı?” “Devletin kurallarına rağmen, devletin kurumları içerisinde o kuralları kötüye kullananlar da elbette bunun hesabını verecekler..”
Tabii, Adalet Bakanı’nı ve eylemlerini zikretmeye gerek yok.
Söylenip durdu ya, tekrar edeyim: Bir “savaş kabinesi” devrede..
Neler olur diye sorarsanız, hep dediğim gibi: Çok şey olur, ummadığımız kadar çok..
***
İktidar Cemaate bir “illegal yapı” yargılaması başlatır mı? Siyasi analiz olarak, eğer gerçekten devlet içinde bu yapıyı bir iktidar odağı olarak temizlemek istiyorsa, ki öyle gözüküyor, bu soruya yanıtım evettir.
Bunun işaretleri var. İlki, tepedeki siyasi kararlılık.
Sonrakiler: Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik çalışmaları.. HSYK’da Cemaat denetimini kırma çalışmaları.. TÜBİTAK’ın en Balyoz / Poyrazköy sahte davalarının temelini oluşturan en önemli delil olan 5 Nolu Harddisk’in (Balyoz’da 11 Nolu CD’nin sözde tamamlayıcısı olarak yutturulan) sahte delil üretiminde kullanıldığı yolundaki net ve açık raporu.. Ve mahkemenin dün tutuklu 5 Poyrazköy subayını serbest bırakması!
Silivri mahkemelerinin yargıçlarında başlayan atamalar (henüz çoğu yerinde duruyor).. İstanbul Askeri Casusluk davasının Yargıtay’da onaylanmasına rağmen, Yargıtay savcısının davayı sanıklar lehine bozulması için Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na taşıyacağı haberleri..
Tabii, iktidarın “illegal yapı” soruşturmasına henüz hangi yoldan başlayabileceği konusunda bir karara vardıysa bile bunu bilmiyoruz.. Ama görünen, böyle bir “ağın örülmeye” başlandığı..
***
Cemaat, yabana atılacak bir yapı değil, bunu iktidar da biliyor. Özellikle toplumda televizyonlarıyla, radyolarıyla, gazeteleriyle, internet siteleriyle.. büyük bir medya. Ve iş dünyasındaki ve tabii devlet içindeki güçleriyle..
Üstelik karşılarında “kirli bir iktidar” var.. Bakanları düşen.. 1 milyon liralık Rolex saatini utanmazca hediye alarak kolunda taşıyanlar.. Oğullarıyla iş çevirenler..
Cumhuriyet tarihinde, Ecevit’in dışarıdan “11 bakan” transferiyle kurduğu iktidarı da kat be kat aşan bir manzara.. Ülen size ve çocuklarınıza gerekli olan başlarınızı sokacak bir ev ve iyi yaşatacak kadar bir gelir değil mi! Bu ne doymazlık! Bu ne para yığma!
Cemaatin, kıskıvrak yakaladığı böyle bir iktidar yapısını vuracak, daha çoook malzemelere sahip olduğunu varsayıyorum.
Cemaat, özellikle seçimlerde, Erdoğan’ın canını iyice acıtacak bir sonuç ortaya çıkmasını istdiğini de söyleyelim.
Erdoğan ise önüne gelen herkesi “vatan haini” diye suçlayadursun.. Bunların hepsi geri dönüp kendisini vuracaktır..
Başlığa gelirsek.. Siz Hocaefendi’yi hâlâ bir din adamı sanın.. Aslında o Gülen Hareketi Partisi’nin siyasi lideri..

---28 Ocak 2014, Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

27 Ocak 2014 Pazartesi

RTE, Sınıra Dayandı

Bir insan, güç olarak nereye kadar ulaşabilir?
Bu soru Erdoğan için.. Durmadan daha büyük bir güce ulaşma çabası nereye kadar?
Kısa tarihine çok şeyler sığdırdı, epey şey başardı. Türkiye’de hemen herşey ondan sorulur oldu... İş adamları bile onun iki dudağı arasında sıkışıp kaldı.. Medya patronları diz çöker gibi oldular veya bir kısmı öyle davranıyor hala.. Ama ilk fırsatta, bıçaklarını saplayacaklarına kuşkum yok..
Ama büyük başarısızlıklar yaşamaya başladı “Usta”. Mesela Orta Doğu’da İslam ülkeleri lideri olma düşü çöktü.. Suriye’de karizmayı tam çizdirdi. Cemaat’in, iktidarın ve çevresinin, yolsuzluk ve rüşvetten şişmiş karnını delik deşik etmesini engelleyemedi! İş adamlarına bağırıp çağırıyor, ama korku eşiği aşıldı, artık vayy sen TÜSİAD diye bağırmasının eski etkisi kalmadı. Bir de onlara vatan hainleri diye seslenmesin mi! Oysa kendisinin bu yolda attığı bütün adımlar “milli ekomomi”yi çökerten cinsten, onlara artık tarih olmuş “vatan haini” suçlaması yapıyor, ama bu yaptığının belki de esas “vatan hainliği” olabileceğini hiç düşünmeden..
***
Bir nefret dolu ki, sorma gitsin.. “Sağlam İrade” sloğanlarına sığındı, demek istiyor ki “dimdik ayaktayım hâlâ hepinizin canına okurum”.. Ama aldırış eden?! RTE sınırına gelip dayandı. Hatta, duvara çarptı, gerilemeye başladı!
Bir HSYK’yı geçiremedi! Sağa gitti, sola gitti, Meclis’te adamları tekme tokat kafa göz yardı... Yalnız kaldı “Usta”.. Kendisi ve adamları.. tek allahın kulu yanında değil! ABD ve AB’den sert uyarılar geliyor, onları ikna için Brüksel’e uçtu “Usta”..”Paralel Devlet”i anlatmaya, HSYK’nın neden değişmesi gerektiğine inandırmaya kalkıştı.. Ama kendisine “yolsuzluk ve rüşvet” dosyaları gösterildi, “savcıların elini serbest bırak da olayı araştırsınlar” öğüdünü aldı..
Bir zamanlar bay destekçileri olan Amerikalı Abramowitz ve Edelman isimli Türkiye uzmanları, Washington Post’taki son yazılarında, Erdoğan’ın tek amacının “rüşvet ve soruşturmaları savuşturmak değil, aynı zamanda muhalefeti bastırmaya ve Türkiye üzerindeki kontrolünü genişletmeye çalışıyor”, diyorlar.. El hak! Şu sözlere bakın:
Erdoğan’ın şu an izlediği yol, Türkiye’yi mükemmel olmayan bir demokrasiden, otokrasiye taşıyor. Bu kadar yakın bir müttefikin ve NATO üyesinin böylesine bir kadere sahip olması, ikili ortaklığa, Amerika’nın zaten sıkıntıda olan prestijine ve bölgenin demokratik geleceğine derin izler bırakabilir. Bu durum Türkiye’nin ekonomisine de zarar verebilir.”
AB’nin Genişlemeden Sorumlu Yüksek Komiseri Stefan Füle, HSYK değişikliği ile “Kontrol bakana geçiyor. Dolayısıyla bu, Kopenhag kriterlerinin önemli bir unsuru olan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve Türkiyede kuvvetler ayrılığı konularında ciddi endişelere yol açmaktadır” diyor.. Gül de, Anayasa’ya aykırılık durumunda onaylamayabileceği işaretini veriyor.
RTE bombardıman altında, HSYK’yı askıya alıyor. Bakan’ın, HSYK’daki dairelerde yaptırdığı adam değişikliği ile yetinecek şimdilik. İstediği savcıları görevden aldırtıyor, dosyaları kapatacak savcıları da atıyor henüz... HSYK’yı askıya alması, gücünün sınırını belirliyor.
Başbakan, tüm güçlere sahip olmak için “kendini aşan” bir çaba içindeyken, birden herşeyi gerçekleştiremeyeceğini gördü. Bu, gerilemeye başlamaktır!
***
Hele dünkü konuşmasında, Sarıgül’ü, CHP’de Baykal’ın 2004’de Sarıgül’ü partiden attırmak için hazırlattığı “yolsuzluk dosyasını” kürsüden saldırması, gerilemesinin ve İstanbul’u kaybetme paniği içine girdiğinin bir göstergesi! O dosya, bildiğim kadar yargıdan da geçmişti.. 11 yıldır iktidardasın, neden Sarıgül’ü mahkeme verdirmedin!
Acaba elinde, Sarıgül’ün önde gittiğine ilişkin, yaptırdığ ıbir araştırmanın sonuçları mı var!? Öyle olsa gerek ki, Topbaş yerine bizzat kendini İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı kampanyasını sürdürmeye başladı! Burayı kaybederse, diktatörlüğüne destek olarak kullandığı “milli irade” tarafından götürülme sürecine girdi demektir..
Tabii, İstanbul’un akıttığı rant kesildi mi, yandı gülüm ketenhelva..
***
Başbakan, genişleme-büyüme gücünün sonuna ulaştı. Bu net gözüküyor. Dikta heveslileri süreç içinde hep yalnız kalır..
Türkiye, RTE’nin mutlak güç istediğini kaldırabilecek ne ananas ne muz devletidir.
 Her ne kadar muhafazakarlık ülkemin damarlarına işletilse de, Cumhuriyet’in bu ülkeye kazandırdıklarını, değil RTE, hiç bir diktatörlük heveslisi yerli ve yabancı güç yokedemez..
Kısa sürede, bunları doğrulayan yeni gelişmelere tanık oacağız..
-- 27 Ocak 2014, Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Ocak 2014 Pazar

Türkiye de Özgür Değil, Okumuşları da

İki olay üst üste düştü, tabii ki cuk diye örtüştü, hem de nasıl!
İlki, Freedom House’un her yıl yayımladığı “Dünyada Özgürlük-2014” araştırmasının sonuçları.
İkincisi de Cemaat’in organize ettiği  “100 Aydın’dan Hükümete, Yetti Artık, Yolsuzluğu, Ergenekoncuları ve Balyozcuları AK’lama” imzalı bildirisi..
***
İlkinde, Türkiye yarı özgür ülkeler arasındaki konumunu koruyor. Puanı 3,5. (bilgi:1-2,5 puan: özgür; 3-5 puan: yarı özgür; 5,5-7 puan: özgür değil..)
Türkiye’nin bu özgürsüzlüğü yeni değil, yıllardır böyle (*). Başka araştırmalar da bunu destekliyor ve bizi diktatörlüklerin bir üzerindeki sınıfta, Melez Ülkeler arasında gösteriyor (The Economist Intelligence Unit)... Türkiye bu son araştırmada Medeni Haklar-İnsan Haklarından 4 puan, Politik Haklar’dan 3 puan almış (1 en iyi, 7 en kötü). Ama alt başlıklarda eksilere düşüş var.
***
İkinci olay, Cemaatin son bildirisine imza koyan okumuşlarımız konusu. Türkiye Yarı Özgür haberinden iki gün sonra bu bildiri sökün etti! “Yolsuzluğu Aklama”ya tamam da, “Ergenekon ve Balyozcuları Aklama” ne oluyor? Bu davaları sürdüren Cemaat polisi ve yargısı.. delilleri sahte, yüzlerce kişi yıllardır içeride.. Neden? Darbeye mi kalkıştılar? Bunun belgesi nerede?
Bu bildiriye imza koyanlardan birinin bile, namusluca, dürüstçe, kendi aklı ve beynini kullanarak suçlamalara, delillere ve savunmalara bakarak, davalar hakkında bilgi sahibi olduğunu %99 sanmıyorum. Bunları bir araya getiren unsurlar şöyle:
a) Kalıplaşmış önyargıları var, atom bombasıyla bile bunu parçalayamazsın (aralarında akademisyenler de var, düşünün artık!);
b) Ciddi bir delilin olup olmaması zerre kadar önemli değil, “bu siyasi davadır; asker- subay olsun da defteri sonuna kadar dürülsün, soyuna sopuna kadar”;
c) Bir kısmı Cemaat gazetelerinde yazıyor, yani çıkarları böyle gerektiriyor;
d) Bir kısmı Cemaatçi veya Cemaate yakın..
e) Bir kısmı arkadaş çevresinin kurbanı, “gel bi imza at”...
Siyasi ve Cemaatçi konumlar dışındakilerin ortak özellikleri, araştırma, öğrenme, bilgi, bilgi edinme özürlü olmaları. Bunlara “özgür olmayan beyinler” rahatça diyebilirsiniz.
“Yarı özgür” ülkenin, okumuş ama özgür olamamış beyinleri derseniz şaşırmazsınız. Okumuşların cehaleti.. Bu tipleri örneğin “Neden melez ülkeyiz, neden yarı özgür ülkeyiz” diye alanlarda göremezsiniz, bildiri de imzalamazlar, bunu tartışmazlar bile..
***
Şimdi bu kafaları bağlananları, son TÜBİTAK raporu, bi çarptı pir çarptı! Ama yine de onları, örneğin Çağdaş Ulus’un haberleştirdiği TÜBİTAK’ın son raporu ayıltır mı bilemem.. Belki de O da ne derler.. Söyleyelim, o da ne:
Hani “Balyozcuları Aklama” diye altına imza attığın bildiri var ya.. İşte, mahkumiyetlerinde rol oynayan ve bu davanın bir parçası oan Payrozköy davasında delil olarak kullanılan 5 nolu CD’nin (CD nedir diye sormazsın umarım!) orijinal olmadığını, kullanılmayan bir harddisktan kopyalanarak, başka bir harddiskte 2008’da yeniden düzenlendiğini ve virüsle çoğaltıldığını belirtiyor...
Çok mu karışık oldu senin için.. Davayı inceleyip öyle imzanı kullansaydın, hiç zor olmazdı. Ama şu kadarını söyleyelim: Savcı CD’nin 2003’te yazılıp kapatıldığını söylüyordu!.. Biraz çaktın mı durumu!
Haa bir de şunu belirtelim: İçinde tek bir ıslak imzanın bile bulunmadığı, bu CD’de hani seni inandırdıklarıSuga, Oraj, Sakal gibi Türk jetinin düşürülmesinden cami bombalanmasına kadar birçok planın yazıldığı belgeler” vardı.. O “belgeler”i şimdi CD’lerin içindeki sıçanlar yemiş!  Kapi!
Yo yoo, bu CD’lerin sahteliği ilk kez Tübitak raporlarıyla belgeleniyor değil.. Daha iki yıl önce ulusal ve uluslararası uzmanlardan alınan sayısız raporla, bu zaten kanıtlanmıştı. Ama, şimdi seni ketenpereye getiren Cemaatin güttüğü mahkeme, bunu hiç dikkate almadı mahkeme sürecinde, hepsini reddetti.. Biz bu sahtekarlığı başından beri biliyorduk, yazıyorduk ve çiziyorduk.. Ama, hadi söyle bakiim, bizler senin gözünde neciydik!?
 Köşe dönücü yazarlar, dansçılar, koccaaaa mathematikten proflar, bağnazlar, uyduruktan siyasetçiler, sanat- kanaat yazarları falan filan.. Leblebi fıstık.. Hala aptalca bağırıyorlar “Balyozcuları aklama”..
***
Neyse ben şu yarı özgür raporuna döneyim: Hani, “tek demokratik müslüman ülke” söylemi var ya, tam palavra.. Senegal, İslam ülkesi, ama özgür ülke statüsünde (puanı, 2), En özgür İslam ülkesi!
Bosna Hersek, Tunus, bizden iyi, yarı özgürler ama puanları 3.. Bangladeş’le ise aynıyız: puanı 3,5.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde tek özgür ülke var: İsrail! Yarı özgür ülkeler, en iyiden kötüye doğru: Tunus, Lübnan, Fas, Libya, Kuveyt.. Diğerlerinde özgürlük yok. Hepsi İslam!
Genel hakkında bilgi: Dünyada “Demokratik Liderlik Açığı” var..
Türkiye dahil 59 yarı özgür ülke, toplam ülkelerin %30’unu ve dünya nüfusunun ise %25’ini oluşturuyor.
88 özgür ülke, toplam ülkelerin %45’ini ve dünya nüfusunun ise %40’ını oluşturuyor.
Özgür olmayan 48 ülke, ülkelerin %25’ini, dünya nüfusunun ise %35’ini oluşturuyor.
Dünya özgürlüğü koşmuyor.. Bunlar arasında at gibi koşturan Türkiye ve bazı okumuşları da var..
Yine de, iyi pazarlar...
--
 (*) Bknz: Hey Türkiye Nasılsın? Cumhuriyet Kitapları, Orhan Bursalı
--
26 Ocak 2014, Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


25 Ocak 2014 Cumartesi

Yargı Kararlarına Uyulur mu?

İzmir’deki Başsavcı-Adalet Bakanlığı Müsteşarı arasındaki skandal, daha önce açıklanmıştı ama şimdi bunun belgesini Kılıçdaroğlu paylaştı. Başsavcı konuşmanın tutanağını tutmuş.. Müsteşar diyor ki İzmir Başsavcısı Hüseyin Baş’a, İzmir yolsuzluk “soruşturmasını derhal durdur, ilgili Cumhuriyet savcısını değiştir, mahkeme kararlarını kolluktan (polisten) geri iste..  tüm kararları iptal et.. Bunu yapmazsanız sonuçlarına katlanırsınız, burada makamda bekliyor ve sonucu bekliyorum”..
Kılıçdaroğlu, bu tutanağı açıklıyor, 4 saat sonra da Başavcı görevden alınıyor. Kimbilir Başsavcı, cemaat-akp hançerleşmesinden önce, İzmir’deki örneğin CHP’li belediyeye karşı açılan ve sonra kof çıkan o büyük soruşturmada ve İzmir’de subayları tasfiye amaçlı tepeden tırnağa sahtekarlıkla dolu “casusluk” davasında, hangi rolü oynamıştı?! (*)
Bilmiyorum, bilen biri yazsın, bunu da öğrenelim...
Ama başsavcının bu tutanağı çok önemli..
Merak ettiğim nokta şu: Başbakan Brüksel’de boy gösterir ve hukukun üstünlüğü üzerine asla inamadığı ve uygulamadığı sözler ederken...
..CHP, bu belgeyi, Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini haberleştirip Avrupa merkezlerine ve dünyaya yayma becerisini gösterebiliyor muydu? Çünkü dünya ve Türkiye bütünleşik yaşıyor.. CHP, anında ve düzenli olarak “habercilik refleksi” gösterebilecek bir örgütlenmeye sahip mi?
***
Soru şudur: 
Tepeden tırnağa rayından çıkmış, “senin yargınla sen beni..- benim yargımla da ben seni..” noktasına gelmiş bir sözde “adalet sistemi”nin varlığı ortaya çıktı. Bunu bilmiyormuyduk.. Biliyorduk.. Herkes biliyordu.. 
“Adalet dağıtan” yargının, salt “cüzdanı ile vicdanı” arasında sıkışıp kalmadığını biliyorduk...
Adalet dağıtımının salt yasalar, Anayasa, vicdan, özgürlük, demokrasi, evrensellik ilkelerinin ötesinde, ideoloji ve siyaset cenderesi arasında da sıkışıp kaldığını bilmiyor muyduk.. Biliyorduk..
Ağır konuşalım: Siyasetin ve ideolojinin “tetikçiliği” görevinin, yargının önemli bir kısmını esir aldığını bilmiyor muyduk..
Ağır konuşalım: “Tetikçilik”e uygun kimselerin, “o taraftan” veya “bu taraftan”, dikey örgütlenmelere yerleştirildiğini, yani hiyerarşinin üst kilit noktalarına oturtulduğunu;  bilmiyor muyduk..
Sonra, bu hiyerarşik düzenin, “kafası kopartılacak” insanların defterlerini dürmek için, mahkemelere uygun, kendi gibi, atamalar yaptığını..
Yargının, ülkemizde bir “siyasi – ekonomik defter dürme”, “siyasi tasfiye” ve “yoketme” aracı olarak çalıştırıldığını..
Bilmiyor muyuz?
Silivri yargılamaları tamamen bu tür bir yargılamaya dünya çapında bir örnektir..
Soruya gelelim
Peki, böyle bir “adalet sistemi” görüldüğüne göre, insanlar, yargı kararlarına uymama haklarını kullanır, sivil itaatsizlik gösterirlerse, bu haklı olur mu olmaz mı?
***
Yargıtay’ın fişmekan dairesi, Şike Davası’nı onayladı ve Fenerbahçe Başkanı daha 3 yıl hapis yatmak üzere, üstelik “hakkımda ferman çıkardılar kalktım geldim” diye kalkıp gelerek meydan okudu.. Fenerbahçeliler ayağa kalktı.. Diğer taraftarların desteğiyle birlikte..
Bu fişmekan dairesinin, Balyoz’da ve yine bazı subayların defterini dürme davalarını da, hiç bir itirazı ve davaların rezilliğini sergileyen savunmaların hiç birini dikkate almayacak onaylamıştı... Delil yok ama “kanaat doğrudur” diyerek.. 
Milletin önemli bir kesiminin “ben böyle yargının...” dediğini duyuyor musunuz? Ben duyuyorum, haber vereyim dedim..
Ama, bunun ilgililerin umurlarında olmadığını da biliyorum.
***
 İlginç olaylar yaşıyoruz.. Şimdi AKP safına geçerek, “Ben bir kullanışlı aptalım” diye itiraflarda bulunan Tarafçı operasyoncu “genç sivilci” kılıklı birisi, o zamanlar üstlendiği görevi resmen kabul eden ilk kişi mi oldu? Hayır, iktidarın elemanları zaten bunu açıklamışlardı, onların arkasından geliyor..
Yoo, “bırak adamı, itiraf ediyor, daha ne istiyorsun” demeyin. Kendi beyni ve düşüncesi olmayan, Silivri operasyonlarının tepeden tırnağa düzmece olduğunu göremeyen bir beyin, “her zaman kullanışlı bir aptaldır”.. 
Şimdi de diğer tarafça çok iyi kullanılmakta.. zaten itirafı da bunun gereği. 
Durup dururken, hiç bir açıklama yapmadan saf değiştirse, “ulan dün öyle bugün böyle diyorsun” itirazlarını karşılıyor işin başında, “ben bir kullanışlı aptalım” diyerek..
Gitsin mahkemede itiraflarda bulunsun, oynadığı rolü baştan aşağı anlatsın..
***
İktidar şu dersi çıkardı: “benim olmayan yargı, taraflıdır”. Bunu ne zaman anladı? Tepeden tırnağa içine gömüldüğü yolsuzluk bataklığı ortaya çıkınca..
Gördü ki, “12 yıllık dosyalarım bir açılınca, ben ancak Mars’ta yaşayabilirim, o da kaçma fırsatı bulabilirsem..”
Ama elinde tek olanak vardı: Yargıyı tamamen kendine bağlamak.
İktidar, Kurul’a bir girdi, dairelerin değiştirilmesini talep etti, bu istek kabul gördü, kartlar yeniden dağıldı..
Kullanışlı elemanlar sadece medyada ve siyasette mi bulunuyor sanıyorsunuz..
Yazımızın başına dönelim. Adalet dağıtıcıları sadece cüzdanı ile vicdanı arasında sıkışmamıştır, aynı zamanda siyaset- ideoloji- inanç üçgeninde teslim olmuştur..
Çözüm ne mi?
Birincisi Feyzioğlu’nun girişimlerini ilgiyle izliyorum.. Bu arada kendisine geçmiş olsun.. 
Demokrat Yargı Derneği yönetici ve üyelerini ilgiyle izliyorum!
İkincisi ve radikal olanı, hiyerarşiyi, tepeyi tamamen budayacaksınız, siyasi ve ideolojik kullanışlılık kriteri yerine, liyakatı temel alacaksınız ve tabanda bolca varolan gerçek yargıç ve savcıları göreve çağıracaksınız..
Gerisi, yalan ve dolan..
Bir de artık bildiğim bir şey daha var: Büyük Reis’ten herşey olur, ama demokrat olmaz..
--
(*) Görevden alınan İzmir Başsavcısının, İzmir'deki bahsi geçen soruşturmalarla bir ilgisinin bulunmadığını, İzmir'e 30 Nisan 2003'te Antalya'dan terfien atandığını avukat Zafer Köken bildirdi. Teşekkür ederim. Hüseyin Baş, herhangi bir savcının gösteremeyeceği bir cesaretle, üzerine baskı uygulayan Adalet Bakanlığı müsteşarı ile konuşmasını belgeleyerek, bir Cumhuriyet Savcısı'nın nasıl hareket etmesi gerektiğini gösterdi.. Şüphesiz Müsteşar, Bakanından talimat almasa bu cesareti gösteremezdi!

---23 Ocak 2014, Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

22 Ocak 2014 Çarşamba

MİT’in TIR Filosu

Önceki gün Adana Gaziantep Hatay hattında, Suriye’ye sefer halinde MİT tırları olayı yaşandı. Kimisi arandı, silah ve mühimmat çıktı, kimisi aranamadı, MİT “bu tırlar bizim” dedi: “Devlet sırrı, arama yapamazsınız”.. Bilinen o ki, RTE iktidarı MİT’i kullanarak Suriye’ye durmadan, TIR konvoyları halinde silah sevkiyatı yapıyor. RTE’nin sesi Yeni Şafak, “Suriyeli muhaliflere yardım götüren MİT TIR’larını deşifre etti” diyerek Cemaate yüklendi ve ekledi: “Bunun adı vatanda ihanet..”
Yoo hayır İktidar-Cemaat kapışmasına girmeyeceğim. Derdim başka: İktidar, fiili olarak Suriye savaşının içinde. Bu silahları kimlere sevkettiği konusunda bir bilgi yok. El Nusracılara mı? Özgür Suruye Ordusu’na mı? Orada yüzlerce gurup var.. Ama bunun adı, Suriye iç savaşına fiili müdahaledir. İlan edilmemiş bir gizli müdahale.. Bu suçtur.. Savaş ilan etsen, neyse.. 
Propaganda şefi H. Çelik “TIR’larda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez” bile dedi.. Ama, bilah ihbarı varsa, yasaları savcıları ilgilendirir..
Türkiye yasasız masasız bir ülke oduğu için Çelik haklıdır! Bugüne kadar Türkiye tarihinde görülmemi olaylar gerçekleşiyor; savcı emrini, polis, “kanıt göster” diye yerine getirmiyor! Anayasanın askıya alındığı ülkede, tabii ki TIR’larda ne olduğu “kimseyi ilgilendirmez”..
***
Ama, bu konu uluslararası camiayı, uluslararası hukuku ilgilendirir, farkında değil mi?
Suriye ve Irak’da İslami kılıklı köktendinci cinayet şebekeleri güçlenir ve ülkeleri parçalayıp küçük devletler kurmaya yeltenirken, Dünya Suriye’de  barış” arıyor, Cenevre konferansı düzenliyor, Esad’ı “ehveni şer” kabul ediyor.. Ankara ise hala savaş kışkırtıcılığı yapıyor. TIR’lar bunun delili..
***
Bu arada da “kimyasal silah”la Suriye’de yapılan katliam çözümlemesi de adım adım gelişiyor..
Arşive indim küçük bir tarama yaptım, Eylül başlarına kadar.. 21 Ağustos 2013’te Şam yakınlarında kimyasal silah saldırısı yapıldı.. 1500 civarında sessiz sedasız ölüm.
Ankara hemen ve derhal zil çalıp oynamaya başladı: Davutoğlu, Obama’nın ilan ettiği kimyasaml silah kullanma sınırı için, “kırmızı çizgiler aşıldı, uluslararası toplum en kısa zamanda harekete geçmeli, yoksa daha büyük insanlık suçu işler Suriye’deki rejim” dedi..
Ankara’nın o ana kadarki politikası zaten hemen müdahaleyi öngörüyordu ve ABD’yi savaşa kıştkırtıyordu. RTE+Davutoğlu ikilisinin kafasındaki en büyük takıntı, Esad’ın mutlaka gitmesiydi. RTE, “Kurban Bayramı namazını Şam'da Emevi camiinde kılacağız" demişti. O zamandan bu yana bayramlar geçidi yaşadık. Biz unuturuz ama Başbakan hiç unutmaz..
Rusya başından beri kimyasal sadırıyı Şam’ın yapmadığına emindi. Çok güçlü bir gerekçe de, tam o sırada Birleşmiş Milletler’den bir heyetin Şam’da bulunmasıydı. Esad zaten savaşta üstünlük sağlamıştı, kimyasal silah ancak yenilmekte olan güçlerin elinde son kullanılacak silah olabilirdi ancak.. Şam’ın böyle bir silaha başvurması akıl alacak iş değildi.
***
ABD önce “Şam’a sınırlı bir müdahale”yi gündeme getirdi. Havadan bombardıman. Türkiye’deki üslerini de bombardıman için kullanacaktı.
RTE, Davutoğlu “sınırlı savaş olmaz” diyecekti: “Sınırlı falan olmaz. Tek seçenek silahlı müdahaledir”..Yani vurdun mu yıkacaksın, darmadağın edeceksin ülkeyi, 100 bin Suriyeli yeetmez, bir 100 bin daha öldüreceksin!...
RTE’nin “öyle vur-çık bizi tatmin etmez” lafı ünlüdür.
Ankara derhal, ABD, Fransa, İngiltere ile birlikte ‘savaş gönüllüleri’ ittifakına katıldı ve savaş hazırlıklarına girişti, öyle ki milletin 4x4’lerine bile el konacaktı!
Putin, “ABD ve başka ülkeleri Suriye’yedeki iç savaşa çekmek için, bölgedeki bazı ülkelerin provokasyonu” olarak nitelendirecekti kimyasal silah kullanımını..
Adres: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye idi..
Fakat İngiltere parlamentosu savaş hayır deyince ittifak çöktü. Fransa’da onu izledi. ABD de vazgeçti.. ABD zaten sınırlı müdahale bile istemiyordu..
Düşünüyorum da, ABD’nın sınırlı müdahale için ilk başlarda “elimizde kanıtlar var” dedikleri, Ankara’nın ona gönderdiği ‘kanıtlar’ olmasın?
Davutoğlu diyordu ki: “Bizim açımızdan –ki bu tamamen milli istihbarat bilgilerimiz ve milli uzmanlarımızın değerlendirmeleridir- kimyasal silah atım açıları, izleri açısından bakıldığında, sorumlunun Şam rejimi olduğundan şüphesiz yok” diyecekti..
Hatta bu “kanıt dosyası”nı Başbakan ikna için gittiği Rusya’da Putin’in önüne de koyacaktı.
Anlaşılan MİT’e, “kimyasal saldırıyı Esad’ın düzenlediğine dair bir kanıt dosyası oluştur” denmişti.. Dünya lideri RTE, Rusya’dan önce ABD’ya de bu “uyduruk dosyayı” vermiş olabilir.
***
Ankara’nın Obama’ya demediğini bırakmadığını tahmin edersiniz! Obama’nın da bütün bunları bildiğini öğrendiğini… Ankara’nın o sırada en fazla ihtiyaç duyduğu, eli kanlı katliamcı bir Bush idi. Oğul-baba farketmez..
Sonrası kısa kısa: Esad kimyasal silahlarının tüm kontrolünü BM’ye bırakacak ve Ankara’nın Suriye’da savaşa girme ulutları tümüyle yokolacaktı. Arınç’ın ve hükümetin üzüntüden nasıl kahrolduğunu, şu sözlerinden anlayacaktık: “Maalesef müdahale imkanı ortadan kalktı.”
Dünyü yazımda da belirttiğim kim ABD’nin ünlü üniversitesi MIT, dosya üzerine nok noktayı koyacaktı: Esad kullanmadı!
***
Peki, kimyasal silahları kim verdi, köktendincilerin eline? O zamanlar yayılan haberlerde “Suudiler verdi” deniyordu. Bilmiyoruz. ABD’nin fiilen müdahalesi için çırpınan üç ülke vardı: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye..
Kimin bu katliamda parmağı var, açıklanması gerekir..
Ankara kime neden TIR’larla Suriye’ye hala saldırıyor açıklanması gerekir..
Ankara yıkılacak ve Esad orada kalacak korkusu mu?

--20 Ocak 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

21 Ocak 2014 Salı

İktidar, ‘Büyük Oyun’u Kaybetti

BaşbakanKefilim” diyor... Oğlu Bilal, bir özel toplantıda onunla kimbilir nelerin pazarlığını yaparken görüntüleniyor.. Atilla Kart, “4 kez MİT ve Başbakanlıkta gözüktü” iddiasını ileri sürüyor. ABD ise onu terör örgütü El Kaide ile kesin bağlantılı görüyor.
O ünlü, Suudi yurttaşı Yasin El Kadı.. Gerçekten El Kaide ile bağlantısı var mı? Bilemem.. ABD “kafayı takmış”.. Avrupa ve BM’nin ağından kurtulmuş ama ABD’nin “kara listesi”nden çıkamamış. ABD yurttaşlarının El Kadı ile iş yapması yasak. Erdoğan ise güveniyor, inanıyor.. Türkiye’de şirketleri var, eh Bilal Erdoğan ile de iş yaptığına göre.. Başbakanlık nezdinde bir korunma, kollanma var.. Müthiş özel muamele edildiğine dair iddialar gırla..
Neden bir Suudi “yatırımcısı” bu kadar önemli Başbakan için?
Adam’da para bol...yatırım bol.. Onunla iş tutan da, öyle anlaşılıyor ki, bal tutmuş gibi oluyor ve parmağını yalıyor.. Bilal Erdoğan ile bal üretecek hangi işler üzerine konuşup anlaşıyorlardı? 
Biliyorsunuz, şimdi üzerine yasak konan ikinci operasyonun dava-iddia konularından birisi! Yasak kondu mu, bilin ki siyasi aşna-fişna olayları işin içine karışıyor.. Bu aşna fişnalı yasakların içine biliyorsunuz Deniz Feneri yolsuzluğu da sokulmuştu! Sonuç mafiş..
Paranın, tıpkı bir altın madeni olarak görülüp gözleri parıldattığı bir yapı tepede olduğu sürece, iktidarın sloganı şudur: “Bir Yasin El Kadı yetmez,  iki-üç-dört-beş, daha çok El Kadı!  
Reza Zarran nasıl İran’a nakit dolar aklama ve akıtma ve bunun iktidar üyeleri arasında komisyon dağıtım kaynağı olarak el üstünde tutuldu ise, El Kadı da kısa yoldan ve hızlı bal yapan bir arı olarak görülüyor.
Eeee paraya, yeşil dolarlara bu kadar zaaf olunca, daha doğrusu “kılavuzun yeşil dolar olunca insanın burnu şeyden kurtulmaz”mış diyelim.. Ben değil hayat söylüyor bunu..
Nitekim bunun dışta yansıması şöyle: Amerikalıların başını çektiği, terörün finansmanı ile mücadele amaçlı kurulan FATH (Finansal Eylem Görev Gücü), Hürriyet Washington yazarı-habercisi Tolga Tanış’tan okuyoruz ki, Türkiye’yi riskli ülkeler arasında görüyor, 11 ülke arasındayız! Dahası, ABD’de “birileri”nin Türkiye’yi “terör ülkeleri listesi”ne sokma gayreti içinde olduğunu öğreniyoruz Tolga’dan..
***
Olayın dış cephesini bırakın, iç cephede olan bitenler bile, iktidarın, dolayısıyla Türkiye’nin başını belaya sokacak olaylar patlıyor.. Biliyorsunuz bunlardan biri Güneydoğu’da yakalanan ve savcılarla MİT-İç İşleri Bakanlığı elemanları arasında neredeyse ‘silahlı çatışma’ noktasına gelen silah-mühimmat yüklü TIR olayı.. “Türkmenlere gidiyor” palavrası saman alevi gibi yanıp sönünce, TIR, hükümetin kucağında kaldı.. Kocaman bir şey, atsan atamazsın satsan satamazsın..
Türkiye Suriye’nin doğrudan iç işlerine, üstelik silahlı teröristler gönderilmesine barındırılmasına korunmasına bizzat katılarak karışan bir ülke durumuna düşüyor. ABD’nin parmağı yok mu orada diye sorun. Bugün ortada onlardan geride ne kaldı diye sorabilirsiniz, evet bilinen ÖSO’ya yardım (Özgür Suriye Ordusu) ettiği.. Türkiye’nin ise en kanlı terör örgütlerine destek verdiğine ilişkin ortada bol iddia-kanıt var. TIR’lar nerede, kime kardeşim!?
Irak ve Suriye topraklarının bir kısmında bir de bu örgütlerin İslami devleti kurulmuş.. Bu “bölünme” meselesi, Ankara için de büyük sorun. Zaten Irak merkezi hükümetini hiç takmadan, Irak Kürdistanı ile işler geliştirdiği, Irak’ı birbirine düşürdüğü somut olaylarla ortada iken..
***
Bir de, şu Şam çevresinde atılan “kimyasal silah olayı” var. Çoğu çocuk, 1500’e yakın insanın kurban olduğu.. Ertuğrul Özkök, Amerikanını en önemli ünivresite kurumlarından MIT (Massachusetts Institute of Technology)’nin raporunu haberleştirdi geçen gün.
Öğreniyoruz ki, kimyasal silah Esad hükümet kuvvetlerince atılmamış. Zaten bunu o sıralarda, Birleşmiş Milletler görevlileri de söylemişti! Raporla kesinleşmiş bir durum var şimdi..
MİT ise o sıralarda “çok gizli” raporla, Esad’n attırdığını iddia etmişti..
Bu rapor da, tıpkı TIR’lar gibi MİT’in ve hükümetin kucağında kaldı.. Atsasalar atamazlar satsalar satamazlar..
Bu kimyasal silah olayı ve MİT raporu hangi koşullarda patlamıştı biliyor musunuz?
Ben biliyorum, Başbakan’ın ve Davutoğlu’nun bütün kartlarını, ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale etmesi veya Türkiye’ye müdahale izni vermesi üzerine oynadıkları zaman.
 “Kumar” tutmamıştı, şimdi herşeylerini yitirme ile karşı karşıya kaldılar..
Evet, iktidarları dahil..

--20 Ocak 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyt